[spot]Dokuz Patron Olayı sonrası çıkarılan Basın Gazetesi’nin ilk sayısında şöyle bir ifade yer alır: “Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez. Basın bir kamu hizmetidir.” 10 Ocak da bu kamu hizmetini gerçekleştiren ancak kamu çalışanı olmayan, nevi şahsına münhasır bu işi yapan basın mensuplarının ülkedeki haklarını aldıkları ve bunu kutladıkları bir gün olarak özetlenebilir. 1971’den sonra başka şekiller alsa bu araştırılmaya değer konu, benim anlatacaklarımın çerçevesi değil.
[/spot]
“Doyuramadık basını…”
Geçtiğimiz günlerde, bu kulaklar duydu bu sözleri.
Yemekli bir basın toplantısına gittiğimizde, herhangi bir partinin herhangi bir delegesi…
İsimlere değil, temsillere takılalım…
Muhabir arkadaşlarım elbette gerildi ve üzüldü.
8-18 mesaisini doldurup gelmiş, akşam da sırf birilerinin reklamı olsun diye 19’dan 22’ye kadar tekrar mesai yapacak. Bakın maaşlı bir çalışan. Birisi geliyor ve herkese dağıtılan yemeği, bir basın mensubu da yediği için lokmasını boğazına tıkıyor. Sorarım size, ben neden 4 yıl okudum?
Ben neden yükseğini yapıyorum bu işin?
Herhangi bir şey olabilirdim.
Avukat olabilirim mesela, siyasete atılır, yerelden ticaretle uğraşan birisiyle evlenir, bakarsınız iki haftada bir yurtdışını gezerdim.
Benim hakkımı savunmak da haliyle, kimseye kalmazdı.
Bir titrimiz bile olmadı. Gzt. Mzt.
Fakat gelin görün ki, hakkını savunduğumuz,
Sesi olup, açıklamalarını çarşaf çarşaf yayımladığımız,
Mücadelelerinin yolları beraber yürüdüğümüz herkes,
Yeri geldiğinde sırtını döndü bize. Kapitalizm, gazetecileri tek bir yönüyle vurdu…
Bir proletarya yarattı.
Pro-basın-letarya mensupları.
Her açıklama öncesi, siyasilerden, STK temsilcilerinden şunu duyarsınız: “Değerli basın…”
Külliyen yalan, evveliyatıyla yalan.
Basın, bir alt sınıftır kamuoyunun gözünde.
Basın mensubu zamanla, hem ürettiğine yabancılaşır.
Hem kendine. Basın, gücünü kendinden alan, kamuoyunu bilgilendiren, modern bireyin en doğal hakkı olan haber alma ve verme işini profesyonel olarak, devlet onayıyla yapan fikir işçileridir.
Bilmeyenler olabilir diye bilgi vermek istedim. Zira anketör zanneden vatandaşlar, fotoğrafçı zanneden başkanlar, reklamcı zanneden müdürler oluyor! Basın susturulamaz! Vallahi susturulur! Bu toplumda herkesin yaşam koşullarından şikâyet etmeye hakkı vardır da gazetecinin yoktur. Verilebilecek en düşük ücretle, en çok çalıştırılmaya çalışılır.
Sendikalaşamaz, sosyal hayatta da 3-5 hakkın vardır. Birini söyleyeyim, şehir içi halk otobüsüne ücretsiz binersin. Şoför istemez. O işçi de haklı, özel otobüs bunlar. O da parasında. Ücretsiz kart basım başı 70 kuruş destek verir belediye. Ama polis de ücretsiz biner, belediye çalışanı da.
Kim göze batar biliyor musunuz? Habere gitmek için otobüse binen gazeteci. Esas sorun, hayatında bir kez olsun haber yazmamış,
Sokakta terslenmemiş,
Bir gece, bir kış vakti olay takip etmemiş,
Depremde ve yangında herkes kaçarken üstüne gitmemiş bir hegemonyanın,
Gazeteciliğin usul, esas ve hakkaniyetlerini belirlemesidir.
Bu meslekte, her şey tepeden inmedir. Gününüz kutlu olsun dostlarım.
[/spot]
“Doyuramadık basını…”
Geçtiğimiz günlerde, bu kulaklar duydu bu sözleri.
Yemekli bir basın toplantısına gittiğimizde, herhangi bir partinin herhangi bir delegesi…
İsimlere değil, temsillere takılalım…
Muhabir arkadaşlarım elbette gerildi ve üzüldü.
8-18 mesaisini doldurup gelmiş, akşam da sırf birilerinin reklamı olsun diye 19’dan 22’ye kadar tekrar mesai yapacak. Bakın maaşlı bir çalışan. Birisi geliyor ve herkese dağıtılan yemeği, bir basın mensubu da yediği için lokmasını boğazına tıkıyor. Sorarım size, ben neden 4 yıl okudum?
Ben neden yükseğini yapıyorum bu işin?
Herhangi bir şey olabilirdim.
Avukat olabilirim mesela, siyasete atılır, yerelden ticaretle uğraşan birisiyle evlenir, bakarsınız iki haftada bir yurtdışını gezerdim.
Benim hakkımı savunmak da haliyle, kimseye kalmazdı.
Bir titrimiz bile olmadı. Gzt. Mzt.
Fakat gelin görün ki, hakkını savunduğumuz,
Sesi olup, açıklamalarını çarşaf çarşaf yayımladığımız,
Mücadelelerinin yolları beraber yürüdüğümüz herkes,
Yeri geldiğinde sırtını döndü bize. Kapitalizm, gazetecileri tek bir yönüyle vurdu…
Bir proletarya yarattı.
Pro-basın-letarya mensupları.
Her açıklama öncesi, siyasilerden, STK temsilcilerinden şunu duyarsınız: “Değerli basın…”
Külliyen yalan, evveliyatıyla yalan.
Basın, bir alt sınıftır kamuoyunun gözünde.
Basın mensubu zamanla, hem ürettiğine yabancılaşır.
Hem kendine. Basın, gücünü kendinden alan, kamuoyunu bilgilendiren, modern bireyin en doğal hakkı olan haber alma ve verme işini profesyonel olarak, devlet onayıyla yapan fikir işçileridir.
Bilmeyenler olabilir diye bilgi vermek istedim. Zira anketör zanneden vatandaşlar, fotoğrafçı zanneden başkanlar, reklamcı zanneden müdürler oluyor! Basın susturulamaz! Vallahi susturulur! Bu toplumda herkesin yaşam koşullarından şikâyet etmeye hakkı vardır da gazetecinin yoktur. Verilebilecek en düşük ücretle, en çok çalıştırılmaya çalışılır.
Sendikalaşamaz, sosyal hayatta da 3-5 hakkın vardır. Birini söyleyeyim, şehir içi halk otobüsüne ücretsiz binersin. Şoför istemez. O işçi de haklı, özel otobüs bunlar. O da parasında. Ücretsiz kart basım başı 70 kuruş destek verir belediye. Ama polis de ücretsiz biner, belediye çalışanı da.
Kim göze batar biliyor musunuz? Habere gitmek için otobüse binen gazeteci. Esas sorun, hayatında bir kez olsun haber yazmamış,
Sokakta terslenmemiş,
Bir gece, bir kış vakti olay takip etmemiş,
Depremde ve yangında herkes kaçarken üstüne gitmemiş bir hegemonyanın,
Gazeteciliğin usul, esas ve hakkaniyetlerini belirlemesidir.
Bu meslekte, her şey tepeden inmedir. Gününüz kutlu olsun dostlarım.