Kalemimin kâğıda yumuşakça dokunduğu ana ben karar verdim. Ama onu nasıl yönlendireceğime dair en ufak bir fikrim yok. Onun da ne yöne gideceğine dair bir tercihi. Öylece durup birbirimize bakıyor gibiyiz. Ve kellimeler hangi ara, kimin eseri olarak kâğıda diziliyorlar bilmiyorum.
(Sabaha dair)…Fırından yeni çıkmış ekmek kokusu gibidir sabah. Tok da olsan direnemezsin tazeliğine,
Sonra, yükünü alır da yorulur usul usul. Çünkü uyanır insan ve eskitir günü.
Ve sen ne zaman dalarsın uykuya. Tazelenir o da yeniden sana… ( Zaman)…Zaman üzerini kendi yığını ile örttüğünde görülecektir ki en öfkeyle takılıp kaldığımız olaylar bile birer birer ve sessizce tatlı bir sakinliğe dönüşüvermiş. Bütün bu kendiliğinden oluverme biçimi ise zamanın gerçek büyülü yönünü gösterir bize. Tazeliğinden, tadının çok da farkına varamadığımız bu olaylar biçimi, zamanla kendini mayalayıp demlenmeye bıraktığında, gerçek birer lezzet ve öğretiye dönüşür. (İhtimaller)…Doğduğumuz zaman milyonlarca ihtimalle doğuyoruz. Belki de çok daha fazla. An dediğimiz şeyin öyle yalap şap alınmış bir nefes mi yoksa dolu dolu huzurlu bir iç çekiş mi olduğuna göre değişen anlar. Hatta o bile belli değil. Bazen içimizde tutup nefesi, vermiyoruz bir süre, garip bir beklenti hissiyle. İşte, tam da doğduğumuz andan itibaren adeta bir eriyiği katılaştıra katılaştıra ilerliyoruz yaşamın içinde. Ve hep bir eriyiği azalta katılaştıra bu anlara gelmişliğimiz var. (Zeytin Ağacı)…Meyvesi döve döve alınan bir zeytin ağacı gibi hissediyorum kendimi; ömrü asırlara uzanan. Dimdik, küsmeden. Yüzünü ihanete dönmeden, büyük bir yücelikle yine ona dallarını uzatan. Kutsallığı affediciliğinde, bıkmadan usanmadan vurdukça dallarına meyvesini avuçlarına döken. Ve bütün ağaçların olanca ömrüne inat, hepsinden daha uzun yaşayıp hepsinden daha kolay tutunan toprağa. Bizim, umut ve affetmek adına bir zeytin ağacından öğreneceğimiz çok şey var.
Sonra, yükünü alır da yorulur usul usul. Çünkü uyanır insan ve eskitir günü.
Ve sen ne zaman dalarsın uykuya. Tazelenir o da yeniden sana… ( Zaman)…Zaman üzerini kendi yığını ile örttüğünde görülecektir ki en öfkeyle takılıp kaldığımız olaylar bile birer birer ve sessizce tatlı bir sakinliğe dönüşüvermiş. Bütün bu kendiliğinden oluverme biçimi ise zamanın gerçek büyülü yönünü gösterir bize. Tazeliğinden, tadının çok da farkına varamadığımız bu olaylar biçimi, zamanla kendini mayalayıp demlenmeye bıraktığında, gerçek birer lezzet ve öğretiye dönüşür. (İhtimaller)…Doğduğumuz zaman milyonlarca ihtimalle doğuyoruz. Belki de çok daha fazla. An dediğimiz şeyin öyle yalap şap alınmış bir nefes mi yoksa dolu dolu huzurlu bir iç çekiş mi olduğuna göre değişen anlar. Hatta o bile belli değil. Bazen içimizde tutup nefesi, vermiyoruz bir süre, garip bir beklenti hissiyle. İşte, tam da doğduğumuz andan itibaren adeta bir eriyiği katılaştıra katılaştıra ilerliyoruz yaşamın içinde. Ve hep bir eriyiği azalta katılaştıra bu anlara gelmişliğimiz var. (Zeytin Ağacı)…Meyvesi döve döve alınan bir zeytin ağacı gibi hissediyorum kendimi; ömrü asırlara uzanan. Dimdik, küsmeden. Yüzünü ihanete dönmeden, büyük bir yücelikle yine ona dallarını uzatan. Kutsallığı affediciliğinde, bıkmadan usanmadan vurdukça dallarına meyvesini avuçlarına döken. Ve bütün ağaçların olanca ömrüne inat, hepsinden daha uzun yaşayıp hepsinden daha kolay tutunan toprağa. Bizim, umut ve affetmek adına bir zeytin ağacından öğreneceğimiz çok şey var.