Ataerkillik, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzenidir. Bu düzenin temelini erkeğin üstünlüğü fikri oluşturur. Soy erkekler tarafından belirlenir, hakimiyet erkeklerindir. Bu toplumlarda erkeklere kadınlardan daha çok saygı gösterilir. Bu erkek üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve mitolojisi, anaerkil düzenli toplumunkinden farklı bir biçim oluşturur. Ataerkillik sözcüğü Türkçe kökenlidir. Türkçeye Fransızca’dan geçmiş olan ve batı dillerinde Ataerkillik manasında kullanılan patriarka sözcüğü ise Latince patria (baba) ve Yunanca achein (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir. Ataerkilliğe dayanan, ata erki temelli olan oluşumlara “ataerkil” veya “patriarkal” denir.
İnsan tarihi boyunca insanlığın üç temel sorun taşıdığını söylemek mümkün. Tabi ki bu tespitin geçerli olmadığı bazı insan toplulukları da mevcut. Bu özelliklerden ilki savaşlar, ikincisi ataerkillik, üçüncüsü ise toplumsal eşitsizlik. İnsan ırkının hepsi sürekli savaşmadı. Gerçekte insan ırkının yarısı savaştı çünkü savaş neredeyse her zaman sadece erkeklerin dahil olduğu bir süreç oldu. Hatta erkekler kadınlara karşı da hep bir savaş içinde oldu. Son birkaç bin yılın tarihi, bitmek tükenmek bilmeyen bir savaş dizisi olduğu kadar, erkeklerin kadınlara uyguladığı şiddetin ve baskının da hikayesidir.
Ataerkillik insanlık tarihinin başından beri gelen bir olay değildi. Çünkü ataerkillik oldukça yeni bir tarihsel olgudur. Paleolitik ve erken Neolitik Dönemlere ait sanat eserleri, ölü gömme adetleri ve kültürel alışkanlıklar erkek egemenliğinin bu toplumlarda kesinlikle var olmadığını gösteriyor. Kadınlar bu toplumlarda erkekler kadar önemli görevlere ve onlarla aynı hak ve özgürlüklere sahipti. Üstelik bu toplumların çoğunun anaerkil olduğu bile söylenebilir.
Himalaya Dağları’nın eteklerinde yer alan Mosuo bölgesi anaerkil toplumlar arasında gösterilebilecek en iyi örneklerden biridir. Veraset sistemi kadından kadına geçmekte ve eş seçimini kadınlar yapmaktadır. Bölgede “yürüyüş evliliği” denilen bir usul uygulanmaktadır. Kadınlar partnerlerinin evlerini ziyaret ederek onları seçerler ve kadınların birden çok evliliği, partneri vardır. Çocuklar annelerinin isimlerini alır ve onlarla yaşar. Babalar ise çocuk yetiştirme dönemine dahil edilmeyebilir. Genel olarak geniş aile yapısı vardır. Bu kalabalık aile yapılarının içinde tüm kararlar kadınlar tarafından verilir ve ailelerde en çok saygı duyulan birey büyükannedir. Ayrıca dillerinde “baba” veya “koca” için bir kelime karşılığı yoktur.
Birçok antropoloğa göre savaşlar ve ataerkilllik yaklaşık olarak M.Ö. 4000 yılından sonra ortaya çıkmıştır. O zamandan bu yana, dünyanın birçok bölgesinde kadınların toplumsal konumu kölelerden sadece biraz daha yüksek oldu. Hatta bu düşünce için Aristoteles, “Kadınlar, doğaları gereği eksik yaratıklardır. Daha soğukkanlı ve daha az dişidirler. Üstelik ömürleri de daha kısadır” demiştir. Kadınlar, kurumsallaşmış olan baskının yanında fiziksel şiddete de maruz kaldılar. Çin’de kadınların ayakları, çocukluklarından itibaren sıkı sıkı bağlanarak kalıcı bir şekilde sakat kalmaları ve ayaklarının formunu kaybetmesi sağlanıyordu. Üstelik sadece erkekler bunu erotik bulduğu ve bir Konfiçyüs düşünürünün de dediği gibi bu sayede “ilkelliklerin ortalıkta dolaşması engellendi.” Son olarak erkeklerin kadınlara duyduğu düşmanlık ve güvensizliğin en açık örneklerinden bir tanesi de son bin yılın ortalarında Avrupalı kadınların “cadı” oldukları gerekçesiyle devlet eliyle kitlesel bir şekilde katledilmesiydi. Mesele sadece erkeklerin kadınlara hükmetmesi ve baskı uygulaması değil. Erkekler tarih boyunca birbirlerine hükmetmeye çalışıp baskı uyguladılar. Son birkaç bin yıldır insanlığın üçüncü en belirgin özelliği de toplumsal eşitsizlik oldu. Toplumlar farkı refah seviyelerinde ve toplumsal mevkiye sahip sınıf ve kastlara, katı bir biçimde bölündü. Benzer bir toplumsal olgu M.Ö. 3000 yılında Sümerler’de ortaya çıktı. Mülklerin çoğu, erkeklerden oluşan küçük bir azınlığa aitti. Bu dönemde zaten kadınların mülk edinmesine izin verilmiyordu. M.Ö. 4000’de dünya nüfusu hala çok azdı. Muhtemelen 100 milyonu geçmiyordu. Bahçe tarımı, Ortadoğu, Avrupa, Asya, Kuzey Afrika’nın büyük kısmına yayılmıştı. Ancak Batı Avrupa ve Doğu Asya’ya henüz tarım varmamıştı. Dünya’nın çoğu, Avustralya’nın tümü, Kuzey ve Güney Amerika ve Afrika’nın büyük bölümü hala avcı-toplayıcılardan oluşuyordu. Bu avcı-toplayıcı topluluklar büyük ölçüde aynı özelliklere sahiptiler, barış, eşitlik, ataerkilliğin olmaması, doğaya saygı ve cinsel özgürlük. (Kaynak: Harriet Crawford-Sümer ve Sümerler)
YAZARLAR
Yayınlanma: 28 Ekim 2022 - 09:37
Ataerkillik ve anaerkillik
Ataerkillik, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzenidir
YAZARLAR
28 Ekim 2022 - 09:37
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir