“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır”
Ne zarif bir eğitim öğretim eleştirisi öyle değil mi? İnsanlık kültür aktarımını her geçen gün artan şekilde hızlandırıyor. Bilgiye ulaşmak kolaylaşıyor. İnternet devasa bir hazine saklıyor içinde. Petabayt ile ifade edilecek kadar çok bilgi. Bu bilginin içinden doğru soruyu soran herkese cevaplar getiren “arama motorları” da cabası. Bilmenin tanımı değişiyor. Tarih boyunca cevaplar önemliyken artık soru kıymetleniyor.
“TheMatrix” filminde Trinity ile Neo arasında geçen meşhur diyalogu hatırlayalım “Niçin burada olduğunu biliyorum, Neo. Ne yaptığını biliyorum... Niye uyuyamadığını biliyorum, niye yalnız yaşadığını ve niye her gece, bilgisayarının başında oturduğunu biliyorum. Onu arıyorsun. Biliyorum, çünkü geçmişte ben de onu aramıştım. Ve o beni bulduğunda, bana aslında onu aramadığımı, bir cevap aradığımı söyledi. Bizi harekete geçiren, bir soruydu, Neo. Seni buraya getiren soru. Soruyu biliyorsun, benim gibi.” Modern insanı harekete geçiren şey soru ve o soru farklı kelimelerle, farklı dillerde, farklı zamanlarda dönüp dolaşıp aynı şekle dönüşüyor işte, insan varlığını sorgulamaktan kendini alamayıp finalde “ben kimim” deyiveriyor.
İnsan sorularının peşinde koştura dursun bir yandan da hayat devam ediyor. Bilgi ona sahip olanları devam edip giden hayat yarışının galibi kılmak için sabırsızca bulunmayı bekliyor bir yerlerde ve birileri o yerin yanından geçip gidiyor fark etmeden. Toprağın altındaki maden gibi bilgi de işlenmek istiyor. Kuyumcu tezgahına gelmek için tonlarca kum ve çakıldan ayıklanması gerekiyor bilginin. İnsanı diğer varlıklardan ayıran da bu ayıklama becerisi değil mi zaten. Öyle bir yetenek ki atomu parçalamaya muktedir kılıyor Adem oğlunu ve aynı yetenek atom bombası atan bir zalim de yapıyor insanı. Bilgiye sahip olmak gerçekten insan olmaya yetmiyor. Mazlumun halinden anlayacak şuur gerekiyor insanı insan kılmak için.Şuurlu eylemlerimiz aynı zamanda bizi sorumluluk sahibi de kılıyor.
Maddi olarak tanımladığımız, duyu organlarımızla test ettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Eylemlerimizle bu maddi alemde sapmalara, değişmelere sebep oluyoruz. Bilinçli aklımız bilinç altımızın inandığı şeyleri gerçekleştirmek için çabalayıp duruyor. Eylemlerimize yön veren şey bilinç altında gelişen inancımız oluyor bir anda. Kişisel inançlarımız bir yöne doğru uzanıp birleştiğindeyse toplumsal kültürü oluşturuyoruz. Toplumun kültürünü bir sonraki nesle aktarma telaşına verdiğimiz isim de manidar. “Milli şuur” veya “toplumsal bilinç” diye kavramlaştırıyoruz çocuklara anlatırken inançlarımızı. Onlara öğretiyoruz.
Toplumun geleceğini inşa sürecinde çocukların bilgilerini artırmak amacı güden öğretimi, eğitimden ayrı düşünüp değerlendirebilir miyiz? Öğretimle bilgiye ulaşan çocuk eğitim sayesinde bilinçlenerek geleceğin toplumunu oluşturmuyor mu?Çocuğun inançla beslediği bilinçaltında sorularını geliştirip cevaplarını aramasını sağlamayan bir eğitim sisteminden milli şuur geliştirmesini mi bekliyoruz?
“Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır”
Saf bilgiyle donatılırsak “görünce elifi mertek sanmayız” belki ama kültürümüzü bir sonraki nesle aktarmayıbaşaramazsak “okumak yalnız cehaletimizi alır.” Ve toplumsal geleceğimizi tehlikeye düşürürüz hem de anlamadan, hiç anlamadan.
YAZARLAR
Yayınlanma: 30 Eylül 2020 - 10:10
Bir uzaktan eğitim eleştirisi
“İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin Ya nice okumaktır” Ne zarif bir eğitim öğretim eleştirisi öyle değil mi? İnsanlık kültür aktarımını her geçen gün artan şekilde hızland
YAZARLAR
30 Eylül 2020 - 10:10
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir