Kış mevsiminin kendini iyiden iyiye hissettirdiği günlerden geçiyoruz. Bazı illerde ve ilçelerde eğitime ara veriliyor, bu kararlara da çocuklar içten içe seviniyor. Benzer bir manzara 2000’li yılların başında bizim memleketimizde de yaşanmıştı. Karşı komşumuzun bir gün öncesinde anneme ‘’Gün ardına baktı, yarın soğuk olacak herhalde,’’ dediğini hatırlayabiliyorum. Evet, soğuk oldu; ama ne soğuk… Sabah uyandığımızda her yerin neredeyse bir metreye yakın karla kaplandığına şahit olmuştuk. O sıralar ilkokul öğrencisi olan ben de kar ile tanışmıştım. Kar yağmıştı iyi hoş da o kadar çok yağmıştı ki bazı elektrik direkleri yıkılmış, sular kesilmiş, yollar kapanmış hayat durma noktasına gelmişti. Bir gün öncesinde gece vardiyasına giden babam fabrikada, işi gereği yolda olan ağabeyim ise civar köylerin birinde mahsur kalmıştı.
Hayatımızı idame ettirebilmek için türlü çözüm önerileri bulmak zorunluluğumuz ise çok uzakta değildi. Su ihtiyacımızı karşılamak için büyük bir tencerede önce kar eritmeyi denedik. Tencereyi tepeleme karla doldurup sobanın üzerine koyuyor, böylece yaklaşık bir bardak kadar su elde edebiliyorduk. Çok verimli bir yöntem olmadığını anlamamız uzun sürmedi. Kar yerine buz eritirsek daha fazla su elde edebileceğimizi keşfederek su sorununu çözüme kavuşturduk.
Aydınlanma için gaz lambamızı kullanmayı düşündük ama ne yazık ki gaz yağımız yoktu. Gaz lambasına eskisi gibi rağbet olmadığından gaz yağı bulmanın da pek imkânı yoktu. Belki içinde mazot yakarız düşüncesiyle belediyenin istasyonundan bir miktar temin ettik. Lambamızın yakıt haznesi çok uygun olmasa da dolmuştu. Dolmuştu dolmasına ama fitile kibrit değer değmez is oluyor lambanın camı kararıyordu. Nereden ya da kimden öğrendiğimizi hatırlayamayacağım ama mazota bir fiske tuz atarsak is olmayacağı şeklinde ki dâhiyane fikir de o günkü şartlarda aydınlanma sorunumuzu çözmüştü.
O yıllarda babam kepek ekmeği tüketir, onun ekmeği ayrı alınırdı. Biz ise beyaz ekmek yiyorduk. Fırınlar da çalışmadığından yeni ekmek alma imkânımız da yoktu. Kendi ekmeğimizi yanına katık ettiğimiz ne varsa yiyor, göz ucuyla da kaç ekmek kaldığını her seferinde sayıyorduk. Öğünler geçiyor ben her sofradan kalkışta ‘’Babamınkileri saymazsak 5 ekmek, babamınkileri saymazsak 3 ekmek,’’ gibisinden birazda muziplikle durum değerlendirmesi yapıyordum. Babamınkileri saymazsak bizim ekmekler bitmişti. Ben her ne kadar ‘’Anne, babamın geleceği yok, yiyelim işte şunları,’’ desem de ekmek ihtiyacımızı hamur işleriyle karşılama zorunluluğumuz da böylece başlamıştı.
O yıl okulun kaç gün kapalı kaldığını inanın hatırlayamıyorum. O kadar uzun bir tatil olmuştu ki bazı arkadaşlarımız neredeyse okuma yazmayı unutacaklardı. Şimdi ki gibi uzaktan eğitim, EBA, ZOOM yok. Olsa da önce elektrik yok. Uzun bir tatildi ama o kış hiçbir okulda öğrenemeyeceğim bazı şeyleri öğrenmiştim: Donmaması için su saatini sarmak gerektiğini, musluğun birini çok az açmak gerektiğini, tuz atınca mazotun is yapmadığını, buzdan daha çok su elde edebileceğimizi, ekmeği idareli tüketmek gerektiğini…
Daha sonra bir daha öyle bir kış yaşanmadı. Ama yıllarca anlatıldı. Herkes kendine bir ihtiyar buldu ‘’Falancaya sordum 92 yaşında, 80 senedir böyle kış görmemiş,’’ gibisinden efsaneler kulaktan kulağa dolaştı durdu.
Bu haftayı da Barış Bıçakçı ile noktalayalım kıymetli okur;
‘’Mahrumiyet duygusuyla baş edebilirsin. Üstelik baş etme sürecinde olgunlaşırsın, bilgeleşirsin. Hayatın yalnızca yaşadıklarımız olmadığını, yaşamadıklarımızın, yaşayamadıklarımızın da hayatın kendisi olduğunu anlarsın.’’
Herkese sağlıklı, huzurlu, mutlu haftalar dilerim.
Kalın sağlıcakla.
YAZARLAR
Yayınlanma: 19 Ocak 2022 - 10:06
Çanakkale'de bir kara kış
Kış mevsiminin kendini iyiden iyiye hissettirdiği günlerden geçiyoruz
YAZARLAR
19 Ocak 2022 - 10:06
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir