Uzun zamandır özellikle eğitim ve iş hayatında liyakat sorunları ülkeyi sararken, pandemi sonrası karşılaşılan ekonomik kriz de herkesi olduğu gibi gençleri de zorlamaya devam ediyor. Fiyatlar güncellenmeye her geçen gün devam ediyor. Gıdaya ve temizlik malzemelerine ulaşmak, lüks giderlerimiz arasında yer almaya başladı.
Gençlerin işsizlik, beslenme, barınma, ulaşım gibi yeni sorunları oluştu. Kendine yetememe ve aileden maddi zorluklar nedeniyle kopamama problemi, daha sık yaşanır oldu. Ekonomik olarak bağımsızlığını kazandıktan sonra, maliyetler nedeniyle yeniden ailelerinin yanına dönen gençlerin sayısı, her geçen gün artıyor. Gençler, evlenip kendi ailelerini kurup geçindirmek istiyor. Fakat şu dönemde ebeveynlerden destek almadan pekte mümkün olmuyor. Aileden kalan bir evin varsa şanslısın, yoksa çalıştığın parayla ev alman imkansız. Bu durumu var eden en temel neden son dönemde yaşanan ekonomik zorluklar ve iş hayatına adaptasyon sıkıntısı. Bir süredir kendisini iyiden iyiye hissettiren ekonomik kriz pek çok genci hayalini kurduğu hayattan vazgeçirdi. Yeni bir ev kurmanın masrafları ve son günlerde özellikle isyan edilen ev fiyatları ile gençler yeniden ailelerinin evine dönüyor. Yaşamaya çalıştığımız kriz sisteminde hızlı yaşam yüzünden birde aşırı stres yaşıyoruz. Stres vücudumuzda negatif yükü biriktirdiği için kalbimiz tekliyor. Erken yaşlarda yaşanan kalp krizleri bu durumun en gerçek örneklerini oluşturmuyor mu? Bizler bugün hızlı yaşayıp yavaş ölmek istiyoruz. Sizce bu ne kadar mümkün? Bir dönem benim de başıma geldi. Büyük şehirde yaşamanın ekonomik ve mental sıkıntısını yaşadım. Kazandığım para kiramı ve faturalarımı ödemeye ucu ucuna yetiyordu. Yapamadım ve ailemin yaşadığı şehre döndüm. Tüketimim için gereken ekonomik kazancı sağlayamayacağım kesinleşmişti. Bu tecrübe mental olarak güçsüz ve inançsız duruma düşürmüştü beni. Çünkü ne kadar çok tüketiyorsak o kadar çok çalışıyoruz. Kendimizin tercihiymiş gibi gösterip, mecbur olduğumuza inanmamıza sebep olan bir düzenin içinde yaşıyoruz. Aslında birçoğumuz bunun farkındayız ama bu hızlı yaşam tarzına teslim olmuş durumdayız. Bir şeyleri değiştirmeye çalışmak hep başkalarının hayatlarında gördüğümüz şey. Sürekli satın almaya, tüketmeye, alışverişe, gereksiz yiyip içmeye, paramız azaldığında kötü hissetmeye mecbur değiliz. Mesela, depresyona girince alışverişe ya da kuaföre koşan bir kadın olmak zorunda değilim. Farkındalıklarımızla ve yavaş yaşamanın huzuruyla da mutlu olabiliriz. Belki aklımıza gelen ama hep ertelediğimiz fikirleri gerçekleştirmeye çalışırız. Gereksiz tüketimi azaltıp üretecek bir şeyler bile buluruz belki. Artık biraz yavaşlayalım ve başka yolların da farkına varalım. Belki koşmak da güzeldir ama şuan olduğumuz yolda değil, buna eminim. Sizce de hayatı çok hızlı yaşamıyor muyuz?
İyi haftalar.
Gençlerin işsizlik, beslenme, barınma, ulaşım gibi yeni sorunları oluştu. Kendine yetememe ve aileden maddi zorluklar nedeniyle kopamama problemi, daha sık yaşanır oldu. Ekonomik olarak bağımsızlığını kazandıktan sonra, maliyetler nedeniyle yeniden ailelerinin yanına dönen gençlerin sayısı, her geçen gün artıyor. Gençler, evlenip kendi ailelerini kurup geçindirmek istiyor. Fakat şu dönemde ebeveynlerden destek almadan pekte mümkün olmuyor. Aileden kalan bir evin varsa şanslısın, yoksa çalıştığın parayla ev alman imkansız. Bu durumu var eden en temel neden son dönemde yaşanan ekonomik zorluklar ve iş hayatına adaptasyon sıkıntısı. Bir süredir kendisini iyiden iyiye hissettiren ekonomik kriz pek çok genci hayalini kurduğu hayattan vazgeçirdi. Yeni bir ev kurmanın masrafları ve son günlerde özellikle isyan edilen ev fiyatları ile gençler yeniden ailelerinin evine dönüyor. Yaşamaya çalıştığımız kriz sisteminde hızlı yaşam yüzünden birde aşırı stres yaşıyoruz. Stres vücudumuzda negatif yükü biriktirdiği için kalbimiz tekliyor. Erken yaşlarda yaşanan kalp krizleri bu durumun en gerçek örneklerini oluşturmuyor mu? Bizler bugün hızlı yaşayıp yavaş ölmek istiyoruz. Sizce bu ne kadar mümkün? Bir dönem benim de başıma geldi. Büyük şehirde yaşamanın ekonomik ve mental sıkıntısını yaşadım. Kazandığım para kiramı ve faturalarımı ödemeye ucu ucuna yetiyordu. Yapamadım ve ailemin yaşadığı şehre döndüm. Tüketimim için gereken ekonomik kazancı sağlayamayacağım kesinleşmişti. Bu tecrübe mental olarak güçsüz ve inançsız duruma düşürmüştü beni. Çünkü ne kadar çok tüketiyorsak o kadar çok çalışıyoruz. Kendimizin tercihiymiş gibi gösterip, mecbur olduğumuza inanmamıza sebep olan bir düzenin içinde yaşıyoruz. Aslında birçoğumuz bunun farkındayız ama bu hızlı yaşam tarzına teslim olmuş durumdayız. Bir şeyleri değiştirmeye çalışmak hep başkalarının hayatlarında gördüğümüz şey. Sürekli satın almaya, tüketmeye, alışverişe, gereksiz yiyip içmeye, paramız azaldığında kötü hissetmeye mecbur değiliz. Mesela, depresyona girince alışverişe ya da kuaföre koşan bir kadın olmak zorunda değilim. Farkındalıklarımızla ve yavaş yaşamanın huzuruyla da mutlu olabiliriz. Belki aklımıza gelen ama hep ertelediğimiz fikirleri gerçekleştirmeye çalışırız. Gereksiz tüketimi azaltıp üretecek bir şeyler bile buluruz belki. Artık biraz yavaşlayalım ve başka yolların da farkına varalım. Belki koşmak da güzeldir ama şuan olduğumuz yolda değil, buna eminim. Sizce de hayatı çok hızlı yaşamıyor muyuz?
İyi haftalar.