Bugün sizlerle Emekliler Ankara Meclisi Aktivistlerinden sevgili arkadaşımız Dürdane Bekdemir'in yazısını paylaşıyorum Kendisine teşekkür ediyorum....
Emekliler Türkiye Meclisi’nin inşa etmeye çalıştığı yeni insan ilişkileri ve yeni toplumsal yaşamı anlayabilmek için edindirilmiş alışkanlıklarımızdan bahsetmeden geçemeyiz. Bunun için de kapitalizmin insan ilişkileri üzerindeki etkilerine bakmak gerekir. Günümüzde insanlar kapitalizmin etkisi ile maddiyata tam anlamıyla tapmaktadır. Zira toplumda statü sınıflandırılması tamamen maddi yeterliliğe bağlıdır. Maddi yönden güçlü kimseler itibar sahibi ideal birey sayılırken, maddi yönden zayıf kimseler ise toplumda hor görülmekte ve itibarı düşürülmektedir. Yani tüm sorunların çözümü olarak gösterilen paranın, kapitalin insana dair tüm duygulardan ve insan onurundan daha üstün olduğudur. Örneğin; oğluyla kendisi arasında kırgınlık bulunan bir baba, bu kırgınlığı gidermek için hediye alır. Anneler Günü, Babalar Günü gibi bilumum özel günler, kapitalizmin işgali altındadırlar. Bu özel günlerde insanlar sevgisini, duygusunu hediyelerle gösterir. Yani duygularımızın bu dönemdeki karşılığı maddiyattır. Çünkü kapitalist sistemde, özel günlerin anlamından daha çok paranın ve ticari kazanımın öne çıktığı aşikardır. Bu sistemde sık sık ekonomik krizler de yaşanmaktadır. Bu krizler kimi zaman egemen güçler tarafından bile isteyerek çıkartılabilir.
Araştırmalar, ekonomik krizlerin depresyon yaygınlığını artırdığını göstermiştir. Ve bu krizler ruhsal krizleri de doğurmaktadır. Depresyonun çözümünün sadece psikiyatrik değil, ekonomik ve politik açıdan da değerlendirilmesi gerekmektedir. Ülkeye bakıldığında, ilk bakışta bir anlam verilmeyen kadın cinayetlerindeki artışların, intiharların ve şiddete yönelik davranışların daha da yaygınlaştığını görüyoruz. Depresyonun kadınlar arasında, erkeklerden iki kat daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Çünkü kadınlar, bütün bu toplumsal sıkıntıları erkeklerden daha fazla üzerlerinde hissediyorlar. Kadınların büyük çoğunluğu eve kapalı durumda, ailenin tüm dertleri ve sıkıntıları onların üzerine yıkılmış durumda. Çocuğunun karnını doğru dürüst doyuramayan, onun ihtiyaçlarını karşılama olanaklarından yoksun olan, ona az çok mutlu bir gelecek sunamayan bir annenin içine düştüğü psikolojik çöküntü çok derindir. Ekonomik çöküntüden dolayı yetersiz kalan, sorunları çözemeyen erkeklerin kadınlara uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddet de ayrı bir sıkıntıdır. Kapitalist sistemin egemenleri, insanların önüne daha fazla ekonomik çöküntü ve sıkıntıdan başka bir gelecek sunmamaktadırlar. Halk kitleleri, işçi, emekçi, emekli yığınları ruh sağlıklarını korumak için de kapitalist sistemi alt etmek ve yeni bir dünya kurma zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Devletin uyguladığı şiddet, eski düzeni korumak için başvurdukları yanıltıcı propaganda ve ideolojik saldırılar kapitalizmin sonunu getirecektir. O halde karşı cinse karşı şiddet değil, ortak düşmana karşı birlikte mücadele, diğer bireyle rekabet değil güçleri birleştirme tek kurtuluş olarak görülmektedir.
Bu sistemin bize dayattığı yaşam biçiminin insanlardan, insanlıktan neleri çaldığını görerek, yeni bir yaşam biçimini inşa etmemizi zorluyor.
İşte bu nedenledir ki, yeni bir sendika, yeni bir örgütlenme modelinin yanı sıra yeni bir yaşama da yol açmalıyız. Sendikalaşma çalışmaları sürecinde yeni insan ilişkilerini de birlikte yürütmeliyiz. Benim çok benimsediğim yeni insan ilişkilerini kurmayı başarırsak, kuracağımız sendikanın da başarılı olacağını düşünüyorum. Bu tespitlerden sonra, hareketimizin örgütlenme sürecine nasıl yansıtmalıyız hususunda birkaç şey söylemek istiyorum.
Bizler ETM olarak doğrudan demokrasi ve yatay örgütlenme temelinde bir araya geldik. Bu fikirler etrafında her geçen gün nicel ve nitel açıdan büyüyerek yolumuz devam ediyoruz. Alışık olmadığımız bir örgütlenme biçimini yaşayarak, öğrenerek yol yürümeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu çalışmaları ve ETM’yi bir okul olarak değerlendiriyorum.
Yukarıda da belirttiğim gibi bu örgütlenme biçimine alışık değiliz. Eksiklerimiz, yanlışlarımız elbette olacaktır. Çünkü bizim önümüzde bir rol model yok. Birbirimizi yapıcı eleştirilerle, ya da birbirimizin eksiğini tamamlayarak yolumuza devam edeceğiz. Öncelikle kişilerin değil, fikirlerin etrafında birleşmeliyiz. Bizim temel ilkelerimizden biri de budur. Örgütlenmeleri başarıya ulaştıran üç şeyin çok önemli olduğunu düşünüyorum. 1-İnanmak, 2-Güvenmek, 3- Çalışmak. Bir davaya, bir harekete inanmak çok önemli. Önce biz inanmalıyız. Eğer kendimiz inanmazsak başkasını inandıramayız. İkincisi güven duygusu. Her insan, güvendiği insanlarla yol yürümek ister. Güven sağlama konusunda iletişim çok önemlidir. Açık fikirli olmak, karşıdakinin düşüncesine önem vermek, iyi bir dinleyici olmak, tutarlı ve şeffaf olmak, gerçeği saklamamak. Bunlar birilerinin güvenini kazanmak için olması gereken unsurlardır ve mutlaka gereklidir. Üçüncü husus çalışmak. Bizim yeni bir örgütlenme modelini hayata geçirmek için çok ama çok çalışmamız gerek. Hayatın her alanında çalışmanın önemini hepimiz biliyoruz. Bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde başarı kaçınılmazdır.
Yeni bir örgütlenme ile yeni bir sendika kurmanın yanı sıra yeni bir yaşam da inşa etmeye çalışıyoruz. Bunu da yeni insan ilişkileri ve yeni bir dille oluşturmamız gerekiyor. Hiç kimseyi dini inancından, siyasi düşüncesinden, etnik kökeninden, dilinden, cinsiyetinden dolayı ötekileştirmeden, herkesi kucaklayıcı bir dil, ben değil, biz olmamız için oluşturulmuş, yani içinde sevgi ve saygıyı barındıran bir dil…İşte bizim dilimiz bu olmalıdır. Hiç kimseyi kırmadan, incitmeden karşımızdakini dinleyerek, ama aynı zamanda ETM ailesinin birer bireyi olarak ilkelerimizden taviz vermeden kendimizi anlatmamızın önemli olduğu düşüncesindeyim. Çünkü bu tarz ve tavır insanların bize güven duymasını sağlayacaktır.
Hepimiz 60’ın üzerinde yaş almış, ununu elemiş ama eleğini asmamış, belli bir tecrübeye ve donanıma, bilgi ve beceriye sahip genç beyinli insanlarız. Aslında bu yaştaki genç insanların, birbirini çok da dinlediğini düşünmüyorum. Yaşı gereği herkes kendi bildiğinin doğru olduğunu, kendinin daha tecrübeli olduğunu ve hatta bunu kanıtlamak için geçmişte yaşadıklarını büyük bir keyifle anlatmaya başladıklarında net olarak görebiliyorum. Yeni bir yaşamı inşa ederken bu düşüncelerden de kurtulacağımızı biliyorum. Tam da bu noktada yeni ilişkileri devreye sokmak gerekiyor. Peki bunu nasıl yapabiliriz?
1-İnsanların duygu ve düşüncelerine önem verip onları dinleyerek “Senin düşüncen yanlış böyle olmaz” gibi bir söylem yerine; “seni anlıyorum, ancak bunu başka bir açıdan da değerlendirebiliriz” gibi bir dille anlatabiliriz.
2-kendini değerli hissettirerek. Hani hep diyoruz ya “sen olmasan bir eksiğiz” diye, bunu hissettirerek vurgulamalıyız.
3-İnsanlara dokunmalıyız. Onların gözünün içine bakarak konuşmalıyız ve önemsediğimizi anlamalarını sağlamalıyız. Böylece emeklileri, bu toplumun kenarda köşede kalmış, işe yaramayan insan topluluğu olmaktan kurtarmalıyız. Devlet emekliyi zaten yok sayıyor. Ayrıca aile içinde de bir çok kesimde bu durum yaşanıyor. Dolayısıyla yeni insan ilişkileri ve yeni bir yaşama yol açabilmek için hepimize görev düşüyor. Önce kendimizi değiştirerek başlayabiliriz. Sonra eşlerimiz, çocuklarımız, yakın çevremiz ve diğerleri…Bunu başarabilirsek, ki başarmalıyız. Dünyayı değiştirebiliriz. Dürdane Bekdemir
Emekliler Türkiye Meclisi’nin inşa etmeye çalıştığı yeni insan ilişkileri ve yeni toplumsal yaşamı anlayabilmek için edindirilmiş alışkanlıklarımızdan bahsetmeden geçemeyiz. Bunun için de kapitalizmin insan ilişkileri üzerindeki etkilerine bakmak gerekir. Günümüzde insanlar kapitalizmin etkisi ile maddiyata tam anlamıyla tapmaktadır. Zira toplumda statü sınıflandırılması tamamen maddi yeterliliğe bağlıdır. Maddi yönden güçlü kimseler itibar sahibi ideal birey sayılırken, maddi yönden zayıf kimseler ise toplumda hor görülmekte ve itibarı düşürülmektedir. Yani tüm sorunların çözümü olarak gösterilen paranın, kapitalin insana dair tüm duygulardan ve insan onurundan daha üstün olduğudur. Örneğin; oğluyla kendisi arasında kırgınlık bulunan bir baba, bu kırgınlığı gidermek için hediye alır. Anneler Günü, Babalar Günü gibi bilumum özel günler, kapitalizmin işgali altındadırlar. Bu özel günlerde insanlar sevgisini, duygusunu hediyelerle gösterir. Yani duygularımızın bu dönemdeki karşılığı maddiyattır. Çünkü kapitalist sistemde, özel günlerin anlamından daha çok paranın ve ticari kazanımın öne çıktığı aşikardır. Bu sistemde sık sık ekonomik krizler de yaşanmaktadır. Bu krizler kimi zaman egemen güçler tarafından bile isteyerek çıkartılabilir.
Araştırmalar, ekonomik krizlerin depresyon yaygınlığını artırdığını göstermiştir. Ve bu krizler ruhsal krizleri de doğurmaktadır. Depresyonun çözümünün sadece psikiyatrik değil, ekonomik ve politik açıdan da değerlendirilmesi gerekmektedir. Ülkeye bakıldığında, ilk bakışta bir anlam verilmeyen kadın cinayetlerindeki artışların, intiharların ve şiddete yönelik davranışların daha da yaygınlaştığını görüyoruz. Depresyonun kadınlar arasında, erkeklerden iki kat daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Çünkü kadınlar, bütün bu toplumsal sıkıntıları erkeklerden daha fazla üzerlerinde hissediyorlar. Kadınların büyük çoğunluğu eve kapalı durumda, ailenin tüm dertleri ve sıkıntıları onların üzerine yıkılmış durumda. Çocuğunun karnını doğru dürüst doyuramayan, onun ihtiyaçlarını karşılama olanaklarından yoksun olan, ona az çok mutlu bir gelecek sunamayan bir annenin içine düştüğü psikolojik çöküntü çok derindir. Ekonomik çöküntüden dolayı yetersiz kalan, sorunları çözemeyen erkeklerin kadınlara uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddet de ayrı bir sıkıntıdır. Kapitalist sistemin egemenleri, insanların önüne daha fazla ekonomik çöküntü ve sıkıntıdan başka bir gelecek sunmamaktadırlar. Halk kitleleri, işçi, emekçi, emekli yığınları ruh sağlıklarını korumak için de kapitalist sistemi alt etmek ve yeni bir dünya kurma zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Devletin uyguladığı şiddet, eski düzeni korumak için başvurdukları yanıltıcı propaganda ve ideolojik saldırılar kapitalizmin sonunu getirecektir. O halde karşı cinse karşı şiddet değil, ortak düşmana karşı birlikte mücadele, diğer bireyle rekabet değil güçleri birleştirme tek kurtuluş olarak görülmektedir.
Bu sistemin bize dayattığı yaşam biçiminin insanlardan, insanlıktan neleri çaldığını görerek, yeni bir yaşam biçimini inşa etmemizi zorluyor.
İşte bu nedenledir ki, yeni bir sendika, yeni bir örgütlenme modelinin yanı sıra yeni bir yaşama da yol açmalıyız. Sendikalaşma çalışmaları sürecinde yeni insan ilişkilerini de birlikte yürütmeliyiz. Benim çok benimsediğim yeni insan ilişkilerini kurmayı başarırsak, kuracağımız sendikanın da başarılı olacağını düşünüyorum. Bu tespitlerden sonra, hareketimizin örgütlenme sürecine nasıl yansıtmalıyız hususunda birkaç şey söylemek istiyorum.
Bizler ETM olarak doğrudan demokrasi ve yatay örgütlenme temelinde bir araya geldik. Bu fikirler etrafında her geçen gün nicel ve nitel açıdan büyüyerek yolumuz devam ediyoruz. Alışık olmadığımız bir örgütlenme biçimini yaşayarak, öğrenerek yol yürümeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu çalışmaları ve ETM’yi bir okul olarak değerlendiriyorum.
Yukarıda da belirttiğim gibi bu örgütlenme biçimine alışık değiliz. Eksiklerimiz, yanlışlarımız elbette olacaktır. Çünkü bizim önümüzde bir rol model yok. Birbirimizi yapıcı eleştirilerle, ya da birbirimizin eksiğini tamamlayarak yolumuza devam edeceğiz. Öncelikle kişilerin değil, fikirlerin etrafında birleşmeliyiz. Bizim temel ilkelerimizden biri de budur. Örgütlenmeleri başarıya ulaştıran üç şeyin çok önemli olduğunu düşünüyorum. 1-İnanmak, 2-Güvenmek, 3- Çalışmak. Bir davaya, bir harekete inanmak çok önemli. Önce biz inanmalıyız. Eğer kendimiz inanmazsak başkasını inandıramayız. İkincisi güven duygusu. Her insan, güvendiği insanlarla yol yürümek ister. Güven sağlama konusunda iletişim çok önemlidir. Açık fikirli olmak, karşıdakinin düşüncesine önem vermek, iyi bir dinleyici olmak, tutarlı ve şeffaf olmak, gerçeği saklamamak. Bunlar birilerinin güvenini kazanmak için olması gereken unsurlardır ve mutlaka gereklidir. Üçüncü husus çalışmak. Bizim yeni bir örgütlenme modelini hayata geçirmek için çok ama çok çalışmamız gerek. Hayatın her alanında çalışmanın önemini hepimiz biliyoruz. Bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde başarı kaçınılmazdır.
Yeni bir örgütlenme ile yeni bir sendika kurmanın yanı sıra yeni bir yaşam da inşa etmeye çalışıyoruz. Bunu da yeni insan ilişkileri ve yeni bir dille oluşturmamız gerekiyor. Hiç kimseyi dini inancından, siyasi düşüncesinden, etnik kökeninden, dilinden, cinsiyetinden dolayı ötekileştirmeden, herkesi kucaklayıcı bir dil, ben değil, biz olmamız için oluşturulmuş, yani içinde sevgi ve saygıyı barındıran bir dil…İşte bizim dilimiz bu olmalıdır. Hiç kimseyi kırmadan, incitmeden karşımızdakini dinleyerek, ama aynı zamanda ETM ailesinin birer bireyi olarak ilkelerimizden taviz vermeden kendimizi anlatmamızın önemli olduğu düşüncesindeyim. Çünkü bu tarz ve tavır insanların bize güven duymasını sağlayacaktır.
Hepimiz 60’ın üzerinde yaş almış, ununu elemiş ama eleğini asmamış, belli bir tecrübeye ve donanıma, bilgi ve beceriye sahip genç beyinli insanlarız. Aslında bu yaştaki genç insanların, birbirini çok da dinlediğini düşünmüyorum. Yaşı gereği herkes kendi bildiğinin doğru olduğunu, kendinin daha tecrübeli olduğunu ve hatta bunu kanıtlamak için geçmişte yaşadıklarını büyük bir keyifle anlatmaya başladıklarında net olarak görebiliyorum. Yeni bir yaşamı inşa ederken bu düşüncelerden de kurtulacağımızı biliyorum. Tam da bu noktada yeni ilişkileri devreye sokmak gerekiyor. Peki bunu nasıl yapabiliriz?
1-İnsanların duygu ve düşüncelerine önem verip onları dinleyerek “Senin düşüncen yanlış böyle olmaz” gibi bir söylem yerine; “seni anlıyorum, ancak bunu başka bir açıdan da değerlendirebiliriz” gibi bir dille anlatabiliriz.
2-kendini değerli hissettirerek. Hani hep diyoruz ya “sen olmasan bir eksiğiz” diye, bunu hissettirerek vurgulamalıyız.
3-İnsanlara dokunmalıyız. Onların gözünün içine bakarak konuşmalıyız ve önemsediğimizi anlamalarını sağlamalıyız. Böylece emeklileri, bu toplumun kenarda köşede kalmış, işe yaramayan insan topluluğu olmaktan kurtarmalıyız. Devlet emekliyi zaten yok sayıyor. Ayrıca aile içinde de bir çok kesimde bu durum yaşanıyor. Dolayısıyla yeni insan ilişkileri ve yeni bir yaşama yol açabilmek için hepimize görev düşüyor. Önce kendimizi değiştirerek başlayabiliriz. Sonra eşlerimiz, çocuklarımız, yakın çevremiz ve diğerleri…Bunu başarabilirsek, ki başarmalıyız. Dünyayı değiştirebiliriz. Dürdane Bekdemir