Kelimelerin kültürün dna’sı gibi olduğu söylenir. Okunuşta tınısında bir çok sır saklıdır. Tabi ki yazının icadından sonrası için. Bir de evveliyatı var. Kadim geçmişin neler barındırdığı bize ne kadarının ulaştığı bilinmez.
Zaman zaman belli kelimelere takılır aklım. Eşik örnekse. Giriş olduğu gibi bir merhale bir aşama anlamı var. Gözümün önüne kuytu bir toprak evin girişi gelir. Acı eşiğim yüksek diye kendisine ekstravagant nitelik vermek isteyenler olur. Aslında ölçülmesi gereken de kast edilen de biber acısı, ya da beden acısı olmasa gerek. Bir keresinde kendi acı eşiğimi test etmek için kocaman bir acı biberi bitirmeye kalktım. Baktım ki az ısırmakla çok ısırmak arasında pek bir fark yok. Belli bir acıdan sonra onlarcasını bitirsem de belli bir sınırı geçmiyor. Görünürde hiç bir şey olmadığı halde insanı hayattan uzaklaştıran yiyip bitiren, içine işleyen ne benzersiz acılar vardır değil mi? Gerçek acı eşiği bu olsa gerek. Bir zamanlar haftanın belli bir günü toplandığımız yazar çizer tayfamız vardı. Hocalarımızdan biri: Bizim kapımız herkese açıktır lakin eşiğimiz yüksektir derdi. Ne demek olduğunu sonradan, gurubumuza bir defalığına gelip de sonra görülmeyen tiplerden anladım eşiğimizin neden yüksek olduğunu.
Eşik bekçileri vardır. Kısmetlerini beklerler vefalı bir halde. Sadıktırlar. Dervişlikte buna benzer bir şey var. Himmet alabilmek için mürşidinden, yılmadan kanaatkarca bekleyip durur derviş ehli. Eski köy evlerinin iç kapı girişlerinde yassı bir taş olur. Eşik taşıdır onun adı. Babaannem hep tembihlerdi beni eşik taşına oturma hasta olursun diye. Orası hep kuz, hep serin hatta nemli olur. Eski uygarlıkların yerleşim yerlerindeki ev girişlerinde de rastladım aynı taşlara. O kadar çok kişi o kadar çok basmış ki üstüne basmaktan aşınmış. Yıllar sonrasına ayak izlerinden mühürler gibi ayak izleri kalmış.
İnsanlık da belli eşikleri belli zamanlarda aşıp yenisine geçiyor bazen. İnsanoğlu Kopernik’le kendisinin evrenin merkezi olmadığını, Darvin’le bir bakteriden türediğini, Freud ile kendi evinde bile sözünün geçmediğini anladı. Bu eşikler ve kırılma noktaları sürüp gitti. Yediği sillelerin haddi hesabı olmadığı halde. Tüm bu incinme eşikleri yokmuş, hiç bir şey olmamış gibi davrananlar var elbette. Hep de olacak gibi. Topraklama olmadığı için elektrik telinin üzerinde elektriğe çarpılmadan öylece duran cahil kuşlara benziyoruz aslında. Her an her şeyin olabileceği sonsuz kaosta yaşıyoruz. Bir şeyleri becerince küstahlaşıp kendimizi tüm doğanın sahibi sanıyor ve onu umarsızca talan ediyor, sonra bir felaketle karşılaşınca da biyolojik zenginlikten ve çevreyi korumaktan söz ediyoruz. İkircikli dilemma dolu hayatımıza yeni yerler aramayı bırakıp hali hazırda var olan muhteşem evimiz Dünyayı korusak, gözetsek harika olurdu. Her şey kendini bilmekle alakalı sanırım. Kendi eşiğimizi bilip arada da onu zorlayıp geçebilmeli bence. Hoşça kalın.
Eşik bekçileri vardır. Kısmetlerini beklerler vefalı bir halde. Sadıktırlar. Dervişlikte buna benzer bir şey var. Himmet alabilmek için mürşidinden, yılmadan kanaatkarca bekleyip durur derviş ehli. Eski köy evlerinin iç kapı girişlerinde yassı bir taş olur. Eşik taşıdır onun adı. Babaannem hep tembihlerdi beni eşik taşına oturma hasta olursun diye. Orası hep kuz, hep serin hatta nemli olur. Eski uygarlıkların yerleşim yerlerindeki ev girişlerinde de rastladım aynı taşlara. O kadar çok kişi o kadar çok basmış ki üstüne basmaktan aşınmış. Yıllar sonrasına ayak izlerinden mühürler gibi ayak izleri kalmış.
İnsanlık da belli eşikleri belli zamanlarda aşıp yenisine geçiyor bazen. İnsanoğlu Kopernik’le kendisinin evrenin merkezi olmadığını, Darvin’le bir bakteriden türediğini, Freud ile kendi evinde bile sözünün geçmediğini anladı. Bu eşikler ve kırılma noktaları sürüp gitti. Yediği sillelerin haddi hesabı olmadığı halde. Tüm bu incinme eşikleri yokmuş, hiç bir şey olmamış gibi davrananlar var elbette. Hep de olacak gibi. Topraklama olmadığı için elektrik telinin üzerinde elektriğe çarpılmadan öylece duran cahil kuşlara benziyoruz aslında. Her an her şeyin olabileceği sonsuz kaosta yaşıyoruz. Bir şeyleri becerince küstahlaşıp kendimizi tüm doğanın sahibi sanıyor ve onu umarsızca talan ediyor, sonra bir felaketle karşılaşınca da biyolojik zenginlikten ve çevreyi korumaktan söz ediyoruz. İkircikli dilemma dolu hayatımıza yeni yerler aramayı bırakıp hali hazırda var olan muhteşem evimiz Dünyayı korusak, gözetsek harika olurdu. Her şey kendini bilmekle alakalı sanırım. Kendi eşiğimizi bilip arada da onu zorlayıp geçebilmeli bence. Hoşça kalın.