“Ben her zaman kazanırım. Kazanamadığım zamanlarda da öğrenirim” demiş N. Mandela. Kaybettiğimiz zamanları düşündüğümüzde bunların birer öğrenme olduğunu fark edince iyi geldiği kesin. Yanlış ya da eksik öğrendiklerimden dolayı hayıflanırım kimi zaman. Özellikle çocukluğumda öğrendiklerim için. “Nasılsa kesin ve kalıcı izli oluyormuş o zaman güzel, yerinde ve yararlı şeyler öğrenseydim ya tertemiz bir sayfa iken” diye düşünürüm. Zamanla anılar çağırdığımda eksiksiz hatırladıklarıma göz attığım zaman neler neler fark ediyorum bilseniz... Mesela sadece yerel şivelerde kullanılan kimi kelimeler doğrudan ingilizce. Kökeni aynı olduğundan olmalı. Annemin her zan kullandığı kelimeler. Sadece ingilizce olduğunun farında değil. Yani bilip te bildiğimizi bilmediğimiz şeyler var. Bu kez anneme gittiğimde ilk işim, bir kaç tanesini ona fark ettirmek. Çocukluğumda her yerin bana göre bir terminolojisi vardı. Bazı köyler renkli, bazı ağaçlar da kişilikliydi. İnsana benzerlerdi yani. Seslerin rengi vardı. Alis benim düşlerime girse ne harikalar diyarına ne de tavşan deliklerine girerdi. Peter pandan daha renkli arkadaşlarım vardı. Hem de gerçek. En lezzetli erikleri, en gevrek çağlaları yapan ağaçları yapraklarından tanırım. Bilim kurgu filmlerine taş çıkartacak hayaller kurardım. Bir kaç kez anlatmaya çalıştığımı, sonunda alay konusu olunca vaz geçtiğimi hatırlıyorum. Sanırım her çocuğun dünyası böyle renkli. Tek fark çoğumuzun tüm bunları unutması. Ya da unutturulması. Ben çoğunu hatırlarım.
Havalar bir soğuyup bir ısınıyor. İyimserlikle, su rezervlerimizin boş olduğunu, yağmura ihtiyaç olduğunu söyleyenler, soğuktan da şikayet edip içlerinden “kış kışlığını yapacak elbet” der gibiler. Bazen soğukta sabahtan akşama tezgah başı bekleyip ellerini ovuşturan satıcıların ürünlerinin tamamını alıp onları mutlu edivermek gelir içimden. Sırf bu sebepten her şeyi satın alsaydık hayatın tadı kalmaz, yaşamın bir şeylere rağmen yeşermesi anlamsız olurdu değil mi? Mazlumun yanındayızdır ya her zaman. Sinsi bir kedi sevimli bir kumruyu erketeye yatmış gözlerken içimiz gider yakalayacak diye de bazen kediyi ürkütürüz. Aslında müdahalesiz, kayıtsız olmak zorundayız. Sistemin kendi içindeki dengesine müdahale etmeye hakkımız yok.
Yazımın başında bahsettiğim yanlış öğrenmeye bir de geç kalmışlık hissini katmak istiyorum. Son zamanlarda fazlaca yaşadığım derinden duyduğum bir şey. Hayata geç atılıp katıldığımızdan olsa gerek. Babanın yanında ortak işi yapıp harçlık istemekten utanan, diğer toplumlardaki akranlarımızdan daha geç reşit olan çocuklardık. Haliyle hayata geç başladık. Arayı kapatmak içimde çok çalışıp az uyuyoruz bu yüzden. Dünyanın en önemli yapıtlarından biri olan Ulysses’i J. Joyce’un 26 yaşında yazdığını düşününce bu normal. Örnekleri çoğaltmak elbette olası.
Başarısızlıklar başarıların yapı taşıysa geç kalmış olmakta yetişmenin kıymeti harbiyesinden midir. İyi ki zorluklar var da bir şeylerin üstesinden gelmeyi öğrendik gibi züğürt tesellilerinin hiç kimseye bir faydasının olmayacağı kanaatindeyim. Harekete geçmeli ve bir şeyler yapmalı. Sıradan insan danışır, diğerlerine bakar. Öz güvenli insan harekete geçer diye okumuştum bir yerde. Ben de bu kanaatteyim.
Kendi iç konuşmalarımı, günlüğüme yazsaydım belki daha yerinde olurdu dediğim sayıklamalarımı paylaştığım yazıma burada son veriyorum. Hoşça kalın.
YAZARLAR
Yayınlanma: 04 Şubat 2023 - 09:00
GECİKMİŞLİK VE ÖĞRENME ÜZERİNE
“Ben her zaman kazanırım
YAZARLAR
04 Şubat 2023 - 09:00
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir