Platon, Devlet adlı eserinde bir efsaneden bahseder. Bu efsane Lidyalı bir çobanın kral oluşunun efsanesidir. Efsaneye göre çoban, bir gün hayvanlarını otlatırken kayalıkların içinde bir yarıkla karşılaşır. Bu yarığın derinlerinde ise bir ölü bir beden vardır. Bu ölü beden parmağında çok güzel bir yüzük taşımaktadır. Çoban, Gyges’in Yüzüğü şeklinde anılacak bu yüzükle ilk orada karşılaşır. Çok güzel ve değerli bir taştan yapıldığı anlaşılan yüzüğü, bedenden çıkarıp kendi parmağına takar. Yüzüğü bulduktan sonraki zaman diliminde çoban, kralın çobanlarla yaptığı olağan bir buluşmaya katılır. O esnada sıkıntıdan parmağındaki yüzükle oynayan çoban, taşı içeri doğru çevirince bulunduğu ortamdan soyutlandığını yani görünmez olabildiğini fark eder. Taşı zıttı yöne çevirince ise tekrardan aynı şekilde görünür hâl alır. Çoban yüzüğün fark ettiği bu olağanüstü özelliğini kendi çıkarları için kullanır. Taşı çevirip bu hâlde saraya girer, kraliçeyi baştan çıkarır ve sonra da onunla birlikte kralı öldürüp kralın tahtını ele geçirir. Gyges’in Yüzüğü, Lidyalı bir çobanı kral yapmıştır. Bu kral, yürüttüğü adaletsizliklerle istediği her şeye ulaşsa da insanoğlunun esas zenginliği olan mutluluğa ulaşamayacaktır. Platon’un önemli eserinde anlattığı efsaneyle varmak istediği esas mesele nedir? Çoban, insanların onu görmemesi sebebiyle kendi ahlak değerlerini aşmış, bir başka kişiye (kraliçeye) de o sınırı aştırmıştır. Platon bu noktada insan ruhunu üçe ayırır. İştahsal, ruhsal ve akılsal ruh. İştahsal ruh, böyle bir güç karşısında tıpkı çoban gibi davranacak görünmezlikle birlikte kendi etik değerlerini, toplum ahlakını hiçe sayabilecektir. Ancak Platon’un öngörüsüne göre tıpkı çobanda da olduğu gibi bu ruh, mutsuz olmaya mahkûmdur. Elinden geleni ardına koymayarak ulaştığı yüksek mertebe ruhu beslemek şöyle dursun ruhu zehirler, adaletin yokluğu kişiye zarar verir. Platon, çobanın hareketleri bağlamında bizlere şu soruyu yöneltir, “Böyle bir yüzüğe sahip olsak ahlaklı olmaya devam eder miydik?” Bu soru ile ahlak felsefesi üzerine düşünmemizi sağlar.
Bir kimse elinde sınırsız güce, kimsenin bilmediği şekilde ulaşma imkânı varken bizim modern ahlak kalıplarımızda kalabilecek midir? Bu durum filozoflar arasında dahi kendisine her daim düşünsel bir yer bulmuş bir çıkmazdır. Örneğin Aydınlanmacı hümanist düşünür Jean Jacques Rousseau Yalnız Gezen’in Düşleri adlı eserinde Platon’un ortaya koyduğu bu meseleyi “Yalnız Gezer” aracılığıyla ele alır. Bu eserde Rousseau kendi yalnızlığını eserindeki “Yalnız Gezer”de sembolleştirmiştir. Rousseau’ya göre ömrü yalnız bir şekilde geçmiş, hayatı boyunca sohbet edebildiği tek kişi yine kendisi olmuştur.
Eserinde de sırasıyla Yalnız Gezer’in gezintileri anlatılır. Her gezinti, Rousseau’nun dünyayla insanlık adına gözlemleri ve kendisiyle olan sohbetleri üzerinedir. Bu gezintilerden altıncısında Rousseau, Platon’un Gyges’in Yüzüğü efsanesine atıf yapar. Gyges’in Yüzüğü kendisinde olsa onu ne şekilde kullanacağını merak eder, test eder. İnsanları doğal hâliyle benimseyen bu düşünürün felsefesi açısından yüzük, üzerine tartışılacak pek çok mevzu yaratır. Ancak tartışmaya Rousseau’nun felsefesinin temeline inerek başlanmalıdır. Rousseau, aydınlanmacı bir hümanist olmakla birlikte bir toplum sözleşmecisidir. Onun toplumundaki birey, insanın doğal hâlindeyken iyidir. Bireyin kötüleşmesi, kötülüğün var olması toplumsallaşma ile başlar. (Bu Yazı Feniks’in internet sitesinden derlenmiştir.) (Devamı Haftaya)
YAZARLAR
Yayınlanma: 16 Ağustos 2023 - 09:00
Gyges'in Yüzüğü ve Rousseau-1
Platon, Devlet adlı eserinde bir efsaneden bahseder
YAZARLAR
16 Ağustos 2023 - 09:00
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir