Ortaya çıkmasından bu yana nihilizmin çeşitli türleri ortaya çıkmıştır. Her tür, hiççilik akımına yeni ve tartışmalı görüşler eklemiştir ve nihilizm zamanla fikir karmaşasına dönüşmüştür. Nihilizm, genel olarak hiçbir şeyin var olmadığını, hiçbir sonuca ulaşılamayacağını savunmaktadır. Var olmanın objektif mahiyetini, nedenlerini, gerçekliğini ve değerlerini inkâr etmektedir. Ahlâki Nihilizm: Etik nihilizm olarak da adlandırılır. Ahlâkın nesnel gerçekliğe özgü bir şey olmadığını iddia eden görüştür. Tüm ahlâki inanç ve iddiaların doğru olmadığına inanılır. Mereolojik Nihilizm: Ayrı ayrı bölümlerden oluşan cisimlerin varlığını inkâr eder. Kompozisyonel nihilizm adı da verilir. Bu görüşe göre, görünen cisimler yanlış bir algının ürünüdür. Epistemelojik Nihilizm: Bilgiyi reddeder. Hiçbir bilginin var olmadığı temeli üzerinde oluşturulan bir felsefi düşüncedir. Bilgilerin gerçekte doğrulanamayacağı üzerinde şüpheci bir yaklaşımla inşa edilmiştir. Metafizik Nihilizm: Genel olarak hiçbir şeyin kendi kendine var olamayacağına inanılır. Soyut nesnelerin fiziksel olarak dünyada bulunmadığı iddia edilir. Somut nesneler dünyada olsa bile soyut nesneler içeren felsefi bir teoridir. Tüm varlığı inkâr eden şüpheci bir yaklaşımdır. Varoluşsal Nihilizm: Varoluşçuluk temeline dayanır. Hayatın hiçbir değer ve anlamının olmadığı inancı hâkimdir. Evren, hayat ve insanlar varoluşun bütünlüğünde anlamsızdır. Siyasi Nihilizm: Rusya’da ortaya çıkan nihilizm akımı, siyasi bir akımdır. Nihilizmin kanıtlanmamış ve gerçekçi olmayan iddialarını reddeder. Hükümet, aile, hukuk, sosyal ve politik yapılar gereklidir. Yeni bir toplum düzeni kurma temelinde ortaya çıkan nihilist hareket, daha sonra bütün düzeni, devleti, otoriteyi, sosyal kurumları ve hükümetleri reddeden bir akım haline dönüşmüştür.
Hareket noktası bilgi problemi olan Schopenhauer, varlığın ne olduğuna yönelir ve insan yaşamı – özgürlüğünü bu temelde tartışır. Filozof, Kant’ın bilinemeyeceğini öngördüğü ‘kendinde şey’ kavramına açıklık getirerek söz konusu kavramı ‘isteme’ olarak tanımlar. İsteme bir anlamda ‘itki, enerji ya da ilk güçle eşanlamlıdır ve bunun bilinçli hatta üzerine düşünülmüş bir edimle kesinlikle alası yoktur’. Dolayısıyla isteme, dünyanın özüdür ve görünür olan her nesne – beden olarak insan da onun görünürleşmesi, fenomenidir. Düşünürün başyapıtı İsteme ve Tasarım Olarak Dünya’da belirttiği şekliyle, kendinde şey olarak isteme, temelde kör, bilinçsiz ve hedefsizdir. Her daim yaşamı isteyen, algıladığımız tüm nesnelerin ya da canlıların varoluş sebebidir ve kendini farklı boyutlarda nesneleştirerek görünürleşir. Dolayısıyla gördüğümüz ve algıladığımız her türlü fenomen, kendinde şey olarak istemenin vücut bulmuş şekline karşılık gelir. Schopenhauer, nesneleşmenin üst basamaklarında yer alan organik dünyada, ortaya çıkan her türlü ıstırabı ve acıyı, sonsuz – doyumsuz kendinde şey olan istemeyle ilişkilendirerek Leibniz’in aksine ‘dünyayı olası bütün dünyalar arasında en kötüsü’ ilân eder. Geleneksel özcü anlayıştan, öze atfedilen kutsallığı reddetmesi bakımından farklılaşan düşünür, Varlık’ı tanımladıktan sonra, onun insanla olan ilişkisine yönelir. Schopenhauer felsefesinde, istemenin nesneleşmesinin zirvesinde yer alan insan sayısız ihtiyaca sahiptir. Yokluktan beliren ihtiyaç ya da arzu, bu anlamda hoş olmayan bir duygudur ve kökensel olarak acıya karşılık gelir. Nitekim düşünüre göre, giderilemeyen her istek acıya yol açtığı gibi, tatmin edilen her istek de, kısa bir doygunluğun ardından yerini derhal yeni bir isteğe bırakacaktır. Schopenhauer felsefesinde beden, kişinin bilen özneden önce isteyen özne olduğunu anladığı yere işaret eder. Bu bakımdan beden, bir yönüyle Schopenhauer’ın tasarım olarak tanımladığı nesneler arasında bir nesne, diğer yandan istemenin kendini doğrudan duyurduğu bir ikili bir yapıdır. Schopenhauer’un ifadesiyle ‘istemenin nesneleşmesi’, var olma arzusudur. Bu noktadan hareketle kişinin, içsel deneyim aracılığıyla ‘kendi bedeninde var olan içsel istenç gerçekliğinden yola çıkarak var olan her şeyin doğasına hükmeden kendinde şeyi, yani istemeyi, dolaysız bir şekilde bilmesi olanaklıdır’. İnsanın öncelikle isteyen özne olduğu düşüncesiyle Schopenhauer, tanrısal ya da düşünsel bir öz yanılsamasını kırarak, her türlü yıkıma sebep olan bencil bir istemeden ibaret olduğunu anlayan insanın, özgürlük adına ne yapması gerektiğine odaklanır. Özgürlüğü varlık boyutunda ele alan Schopenhauerci anlayışın çözüm önerisi, tahmin edileceği üzere istemeyi inkâr etmeye dayanır ki, söz konusu inkâr hiçliğe geçişi, bir anlamda Schopenhauer nihilizmini ifade eder.
Hareket noktası bilgi problemi olan Schopenhauer, varlığın ne olduğuna yönelir ve insan yaşamı – özgürlüğünü bu temelde tartışır. Filozof, Kant’ın bilinemeyeceğini öngördüğü ‘kendinde şey’ kavramına açıklık getirerek söz konusu kavramı ‘isteme’ olarak tanımlar. İsteme bir anlamda ‘itki, enerji ya da ilk güçle eşanlamlıdır ve bunun bilinçli hatta üzerine düşünülmüş bir edimle kesinlikle alası yoktur’. Dolayısıyla isteme, dünyanın özüdür ve görünür olan her nesne – beden olarak insan da onun görünürleşmesi, fenomenidir. Düşünürün başyapıtı İsteme ve Tasarım Olarak Dünya’da belirttiği şekliyle, kendinde şey olarak isteme, temelde kör, bilinçsiz ve hedefsizdir. Her daim yaşamı isteyen, algıladığımız tüm nesnelerin ya da canlıların varoluş sebebidir ve kendini farklı boyutlarda nesneleştirerek görünürleşir. Dolayısıyla gördüğümüz ve algıladığımız her türlü fenomen, kendinde şey olarak istemenin vücut bulmuş şekline karşılık gelir. Schopenhauer, nesneleşmenin üst basamaklarında yer alan organik dünyada, ortaya çıkan her türlü ıstırabı ve acıyı, sonsuz – doyumsuz kendinde şey olan istemeyle ilişkilendirerek Leibniz’in aksine ‘dünyayı olası bütün dünyalar arasında en kötüsü’ ilân eder. Geleneksel özcü anlayıştan, öze atfedilen kutsallığı reddetmesi bakımından farklılaşan düşünür, Varlık’ı tanımladıktan sonra, onun insanla olan ilişkisine yönelir. Schopenhauer felsefesinde, istemenin nesneleşmesinin zirvesinde yer alan insan sayısız ihtiyaca sahiptir. Yokluktan beliren ihtiyaç ya da arzu, bu anlamda hoş olmayan bir duygudur ve kökensel olarak acıya karşılık gelir. Nitekim düşünüre göre, giderilemeyen her istek acıya yol açtığı gibi, tatmin edilen her istek de, kısa bir doygunluğun ardından yerini derhal yeni bir isteğe bırakacaktır. Schopenhauer felsefesinde beden, kişinin bilen özneden önce isteyen özne olduğunu anladığı yere işaret eder. Bu bakımdan beden, bir yönüyle Schopenhauer’ın tasarım olarak tanımladığı nesneler arasında bir nesne, diğer yandan istemenin kendini doğrudan duyurduğu bir ikili bir yapıdır. Schopenhauer’un ifadesiyle ‘istemenin nesneleşmesi’, var olma arzusudur. Bu noktadan hareketle kişinin, içsel deneyim aracılığıyla ‘kendi bedeninde var olan içsel istenç gerçekliğinden yola çıkarak var olan her şeyin doğasına hükmeden kendinde şeyi, yani istemeyi, dolaysız bir şekilde bilmesi olanaklıdır’. İnsanın öncelikle isteyen özne olduğu düşüncesiyle Schopenhauer, tanrısal ya da düşünsel bir öz yanılsamasını kırarak, her türlü yıkıma sebep olan bencil bir istemeden ibaret olduğunu anlayan insanın, özgürlük adına ne yapması gerektiğine odaklanır. Özgürlüğü varlık boyutunda ele alan Schopenhauerci anlayışın çözüm önerisi, tahmin edileceği üzere istemeyi inkâr etmeye dayanır ki, söz konusu inkâr hiçliğe geçişi, bir anlamda Schopenhauer nihilizmini ifade eder.