Akıp giden zamana yetişemediğinizi hissettiğiniz oldu mu hiç? Ben bu sıralar çok sıklıkla hissediyorum bunu. Hayatı doyamadan yaşayarak zamanı harcamanın verdiği arabesk duygular harcıyor benliğimi. Hiçliğin içerisinden bakıyorum zamana bu sıralar.
Bir marketteydim bu sabah. Yaşı on yoktur, bir erkek çocuk reyonların arasında garip sesler çıkartarak kendince oyun oynuyor. Yüksek sesle ve hoplayıp zıplayarak, neşe içerisinde, doyasıya… Elinde bir paket cips, halay başının mendil sallaması gibi, sallayıp duruyor cips paketini. Bir taraftan da gözlerini aça kapaya, hoplaya zıplaya, avaz avaza; “hop cips trakkkk, vaaakktrakkkk, trakkk, com cispipsss…” anlamsızca ortalığı ayağa kaldırıyor. Bizler, o anki market müşterileri çocuğa bakıp gülümsüyoruz, rahatsız olanımız yok aramızda, niye olalım ki, insan mutluluktan rahatsız olur mu hiç? Bir market görevlisi gülerek soruyor kendisine; “git evine bilgisayarla oyna, ne işin var burada?”… Çocuk elinde ki cips paketiyle kasaya doğru sekerek ve naralar atarak giderken; “benim bilgisayarım yok ki, benim kardeşim de yok ki” diye bağırmalarının arasına ekleme yapmayı da es geçmiyor. Aldığı cipsin ücretini ödeyip marketten çıktığı halde, arkasında halen bıraktığı neşesi ve neşe dolu sesi bizleri sarmalıyor.
Hiçlik ile çokluk arasıdır mutluluk. Çok olursa da mutlu olamaz insan. Bu kez de doyumsuzluk mutsuz eder insanı. Hep, bir fazlası vardır çünkü ve insan, elde ettikçe daha çoğunu ister. Oysa mutluluk istemenin değil, kanaat etmenin ardında gizlidir ve mutluluğa uzanıp erişmek ancak kanaat etmeyle mümkün hale gelebilir.
Ülkemiz, Cumhuriyet döneminin en zor anlarını yaşamakta. Elbette bu zor anları yaşamamızda bu gün iktidarda bulunanların payı büyük ama unutulmamalı ki; dünyada da büyük plan ortaya konmuş durumda. Bu plana göre “güçlü ülke, mutlu insan” denklemi asla gerçekleşmemeli. Elbette ki bu yaşamsal saldırıdan bizler de nasibimizi alıyoruz. Semavi dinlerin arkasına sığınmış şeytani yaratıkların bizleri cendere içerisine sokan politikaları ile sorunlarla boğuşamayacak hale gelen yapısal bozukluğumuzun sebebi işte budur. Global bir sorun olan insanın mutsuzluk hali, hiçlik ile çokluk arasında ki uçurumun iyice açılması ve açılan arada da çok küçük bir insan diliminin kalmasından kaynaklanmakta yani. Dünya nüfusunun büyük kısmı hiçlik içerisindeyken yine dünya nüfusunun çok küçük bir bölümü çokluk doygunluğunda. Eşit bir “varlık” dağılımı olmadığı için de hiçlik sevisinde kilerin ruhlarını dinlendirip kişiliklerini sindirebilmek için başvurulan ilk yol subliminal mesajlardır. Filmler, diziler, afişler, broşürler… Tümü, toplumu yönetmek amacıyla subliminal mesajlar içerir. Düşünsenize, böyle olmasa, toplumsal algı yönetimi yapılmasa, bu gün bilgi çağını yaşamakta olan toplum bireyleri savaşlarda yer alır mı? Filmlerde şiddet olmasa, öldürme sahneleri özendirmese insanları, günlük hayatımızda bireyler arasında şiddet içerikli temas olabilir mi?
Bir dünya arzuluyorum; silahların olmadığı, çocukların tacizcilerden korunma ihtiyacının olmadığı, kitapların okunduğu, paranın yok olduğu, ülke sınırlarının yok olduğu, yönetenlere ihtiyaç duyulmadığı bir dünya arzuluyorum.
Ülkemiz, Cumhuriyet döneminin en zor anlarını yaşamakta. Elbette bu zor anları yaşamamızda bu gün iktidarda bulunanların payı büyük ama unutulmamalı ki; dünyada da büyük plan ortaya konmuş durumda. Bu plana göre “güçlü ülke, mutlu insan” denklemi asla gerçekleşmemeli. Elbette ki bu yaşamsal saldırıdan bizler de nasibimizi alıyoruz. Semavi dinlerin arkasına sığınmış şeytani yaratıkların bizleri cendere içerisine sokan politikaları ile sorunlarla boğuşamayacak hale gelen yapısal bozukluğumuzun sebebi işte budur. Global bir sorun olan insanın mutsuzluk hali, hiçlik ile çokluk arasında ki uçurumun iyice açılması ve açılan arada da çok küçük bir insan diliminin kalmasından kaynaklanmakta yani. Dünya nüfusunun büyük kısmı hiçlik içerisindeyken yine dünya nüfusunun çok küçük bir bölümü çokluk doygunluğunda. Eşit bir “varlık” dağılımı olmadığı için de hiçlik sevisinde kilerin ruhlarını dinlendirip kişiliklerini sindirebilmek için başvurulan ilk yol subliminal mesajlardır. Filmler, diziler, afişler, broşürler… Tümü, toplumu yönetmek amacıyla subliminal mesajlar içerir. Düşünsenize, böyle olmasa, toplumsal algı yönetimi yapılmasa, bu gün bilgi çağını yaşamakta olan toplum bireyleri savaşlarda yer alır mı? Filmlerde şiddet olmasa, öldürme sahneleri özendirmese insanları, günlük hayatımızda bireyler arasında şiddet içerikli temas olabilir mi?
Bir dünya arzuluyorum; silahların olmadığı, çocukların tacizcilerden korunma ihtiyacının olmadığı, kitapların okunduğu, paranın yok olduğu, ülke sınırlarının yok olduğu, yönetenlere ihtiyaç duyulmadığı bir dünya arzuluyorum.