İmparatorluk, Antonio Negri ve Michael Hardt'ın ortaklaşa kaleme aldıkları ve muhalif politik çevrelerde çok ses getirmiş olan ve 2001 yılında dilimize çevrilen kitaptır. Negri bu kitap üzerine çalıştıkları sırada Roma'daki Rebbia Hapishanesinde bulunuyordu. Burada ikili ortak çalışmalarının en verimli örneğini sergilerler ve yeni bir siyaset kuramıyla dünyanın değişen sosyal ve politik koşullarına karşılık gelen bir muhalif girişimin öncülüğünü yaparlar. İmparatorluk, postmodern durum içinden bu durumu değiştirip dönüştürecek sol politikanın yeni bir yol arayışının ürünü olarak değerlendirilmiştir.
Kitap birçok teorik ve politik alandaki konular arasında geçişkenlik sağlayarak ilerlemekte, tarihsel bir perspektif içinde modernitenin hemen öncesinden başlayarak bilgi, iktidar, yönetim, çokluk, egemenlik, politika, yerellik, evrensellik, küreselleşme gibi temaların izini sürmekte ve sonuç olarak küreselleşme çağı denilen sürecin analizine ve bu sürecin çatışmalı dinamiklerini tespit etmeye yönelmekte. Başka bir nokta da, bu kitapta Negri ve Hardt'ın yalnızca sosyolojik ya da siyaset kuramcıları olarak verileri ortaya koymakla sınırlı kalmadıkları, aksine küreselleşme denilen çağın niteliğini tespit ettikten sona açık bir şekilde bu çağ içinde küreselleşmenin vahşetine maruz kalanlardan yana politik tavır takınmakta oluşlarıdır. İMPARATORLUĞA KARŞI ÇOKLUK
Çokluk, günümüz siyaset felsefesinde siyasetin "yeni" öznesi olarak tartışılmaktadır. Özellikle Hardt ve Negri’nin İmparatorluk ve Çokluk kitaplarında iktidara karşı yeni bir model olarak öne sürülmüştür. Ancak kavramın kullanımı çok eskilere dayanır. 17. yüzyılda Hobbes ve Spinoza'nın eserlerinde çokluğun farklı kullanım şekilleri görülür. Bu çerçevede "çokluk" kavramı o tarihten, bugüne geçirdiği evrim ve bağlantıları ile birlikte incelendiğinde anlamı daha net anlaşılmaktadır. Söz konusu düşünürlerde çokluk ortak ve farklı anlamlarda kendisine yer bulmuştur. Hobbes çokluğu kontrolsüz, başıboş bir kitle olarak siyasal halkın karşısına yerleştirir. Spinoza ile Hardt ve Negri ise çokluğu yeni bir oluşa kapı aralayan indirgenemez bir potansiyele ve kurucu edime sahip siyasetin faili olarak tanımlar. Aslında imparatorluk kontrolsüz ‘çokluk’tan korkmaktadır. Çünkü kontrolsüz çokluk, işsizler, dar gelirliler, evsizler, sisteme başkaldıranlar, küçük anarşist gruplar, her türlü toplumsal soruna başkaldıranlardan oluşur. Bir kere olaylar çıkmaya görsün kısa sürede kontrolden çıkıp büyür. Kitaptan bir alıntı; “Dünyanın jandarması Amerika, emperyalizmin çıkarları için değil İmparatorluğun çıkarları için hareket ediyor. ABD, İmparatorluğun başı değil sadece çok özel bir parçasıdır, bu nedenle o ne zaman hareket etse, ister askeri olarak isterse ekonomik olarak, varsayıldığı gibi İmparatorluğun çıkarları için hareket eder.” Son aylarda ABD’de çıkan olayları göz önüne alırsak, en güçlü ülkeler bile çokluk karşısında bazen çaresiz kalabiliyor. Daha başka örnek olarak da erecek olursak, Libya’da büyük bir patlamanın ardından çıkan olaylar hala tam olarak kontrol altına alınabilmiş değil. Belerus’ta seçimlerin sonucuna itiraz edenlerin gösterileri hala yer yer devam ediyor. Dünya halkları arasında gelir dağılımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor. Sınıflara arasındaki uçurum daha da derinleşmiş durumda. Pandemi süreci sınıflar arasındaki ayrımın daha da net ortaya çıkmasına neden oldu. Bu süreçte İngiltere’de bile yoksul kesim ile üst tabaka arasındaki gelir dağılımı yüzde 40 arttığına ilişkin haberler dünya basının da yer aldı. Korona virüsünün ekonomik etkilerini henüz daha az hissediyoruz. Önümüzdeki kış aylarının gelmesiyle birlikte bu daha derin hissedilecek. Birçok büyük şirket üretimlerini durdurdular. Bazı işletmeler kapandı. Küresel güçler bile artık büyümenin adını ağızlarına almıyorlar. Önümüzdeki yıllarda en büyük sorun ise gıdaya ulaşımda yaşanabilir. Şimdiden bunun önlemini alan ülkelerin kaos ortamına sürüklenmesi daha zor olacaktır. Ülkemizde ise hala en yetkili kişiler televizyon ekranlarına çıkıp ekonominin yolunda gittiğini söylese de, ötv zammından sonra bunun hiç de öyle olmadığını herkes anladı. İnsanlar artık televizyon ekranlarından çok evdeki tencerenin içinde ne piştiğine bakıyor. Cebinde parası olmayan, karnı aç ve geleceği ile ilgili endişe duymaya başlayan halkların nasıl davrandığı geçmiş tarihlerde yaşanan olaylardan çok iyi biliniyor.
Kitap birçok teorik ve politik alandaki konular arasında geçişkenlik sağlayarak ilerlemekte, tarihsel bir perspektif içinde modernitenin hemen öncesinden başlayarak bilgi, iktidar, yönetim, çokluk, egemenlik, politika, yerellik, evrensellik, küreselleşme gibi temaların izini sürmekte ve sonuç olarak küreselleşme çağı denilen sürecin analizine ve bu sürecin çatışmalı dinamiklerini tespit etmeye yönelmekte. Başka bir nokta da, bu kitapta Negri ve Hardt'ın yalnızca sosyolojik ya da siyaset kuramcıları olarak verileri ortaya koymakla sınırlı kalmadıkları, aksine küreselleşme denilen çağın niteliğini tespit ettikten sona açık bir şekilde bu çağ içinde küreselleşmenin vahşetine maruz kalanlardan yana politik tavır takınmakta oluşlarıdır. İMPARATORLUĞA KARŞI ÇOKLUK
Çokluk, günümüz siyaset felsefesinde siyasetin "yeni" öznesi olarak tartışılmaktadır. Özellikle Hardt ve Negri’nin İmparatorluk ve Çokluk kitaplarında iktidara karşı yeni bir model olarak öne sürülmüştür. Ancak kavramın kullanımı çok eskilere dayanır. 17. yüzyılda Hobbes ve Spinoza'nın eserlerinde çokluğun farklı kullanım şekilleri görülür. Bu çerçevede "çokluk" kavramı o tarihten, bugüne geçirdiği evrim ve bağlantıları ile birlikte incelendiğinde anlamı daha net anlaşılmaktadır. Söz konusu düşünürlerde çokluk ortak ve farklı anlamlarda kendisine yer bulmuştur. Hobbes çokluğu kontrolsüz, başıboş bir kitle olarak siyasal halkın karşısına yerleştirir. Spinoza ile Hardt ve Negri ise çokluğu yeni bir oluşa kapı aralayan indirgenemez bir potansiyele ve kurucu edime sahip siyasetin faili olarak tanımlar. Aslında imparatorluk kontrolsüz ‘çokluk’tan korkmaktadır. Çünkü kontrolsüz çokluk, işsizler, dar gelirliler, evsizler, sisteme başkaldıranlar, küçük anarşist gruplar, her türlü toplumsal soruna başkaldıranlardan oluşur. Bir kere olaylar çıkmaya görsün kısa sürede kontrolden çıkıp büyür. Kitaptan bir alıntı; “Dünyanın jandarması Amerika, emperyalizmin çıkarları için değil İmparatorluğun çıkarları için hareket ediyor. ABD, İmparatorluğun başı değil sadece çok özel bir parçasıdır, bu nedenle o ne zaman hareket etse, ister askeri olarak isterse ekonomik olarak, varsayıldığı gibi İmparatorluğun çıkarları için hareket eder.” Son aylarda ABD’de çıkan olayları göz önüne alırsak, en güçlü ülkeler bile çokluk karşısında bazen çaresiz kalabiliyor. Daha başka örnek olarak da erecek olursak, Libya’da büyük bir patlamanın ardından çıkan olaylar hala tam olarak kontrol altına alınabilmiş değil. Belerus’ta seçimlerin sonucuna itiraz edenlerin gösterileri hala yer yer devam ediyor. Dünya halkları arasında gelir dağılımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor. Sınıflara arasındaki uçurum daha da derinleşmiş durumda. Pandemi süreci sınıflar arasındaki ayrımın daha da net ortaya çıkmasına neden oldu. Bu süreçte İngiltere’de bile yoksul kesim ile üst tabaka arasındaki gelir dağılımı yüzde 40 arttığına ilişkin haberler dünya basının da yer aldı. Korona virüsünün ekonomik etkilerini henüz daha az hissediyoruz. Önümüzdeki kış aylarının gelmesiyle birlikte bu daha derin hissedilecek. Birçok büyük şirket üretimlerini durdurdular. Bazı işletmeler kapandı. Küresel güçler bile artık büyümenin adını ağızlarına almıyorlar. Önümüzdeki yıllarda en büyük sorun ise gıdaya ulaşımda yaşanabilir. Şimdiden bunun önlemini alan ülkelerin kaos ortamına sürüklenmesi daha zor olacaktır. Ülkemizde ise hala en yetkili kişiler televizyon ekranlarına çıkıp ekonominin yolunda gittiğini söylese de, ötv zammından sonra bunun hiç de öyle olmadığını herkes anladı. İnsanlar artık televizyon ekranlarından çok evdeki tencerenin içinde ne piştiğine bakıyor. Cebinde parası olmayan, karnı aç ve geleceği ile ilgili endişe duymaya başlayan halkların nasıl davrandığı geçmiş tarihlerde yaşanan olaylardan çok iyi biliniyor.