Bunaltıcı Ağustos sıcağında incir ve tezek kokularını eşek anırmaları arasında yaşamaktır EGE aslında. Yani yetmişli yıllarda öyleydi. Kendine özgü kokulu dar sokaklarında çocukluğumu yaşadığım Çeşme’de en çok özlediğim şey bunlar sanırım. Sinek iğneye taktığım ekmek içiyle karagöz avlamak, dedemin eşeğine binip tarlaya gitmek, sulama yapmak, salatalığı, domatesi, fasulyeyi, biberleri, patlıcanı toplayıp küfelere doldurmak. Kuyudan çektiğim buz gibi suyu içmek, az önce kırarak ortasına yumulduğum karpuza bulanmış ellerimi yıkamak ve o soğuk suyu yüzüme çarpmak. Nasıl masum günlerdi. Küfeleri eşeğin her iki yanına yükledikten sonra dedem izin vermezdi dönüşte eşeğe binmeme. Yürürdük beraber Dalyan köyden Çeşme’ye beş kilometreyi eşeğin yanında. Elimde tarlanın kenarında ki keçiboynuzu ağacından aldığım birkaç keçiboynuzunu kemire kemire kekik ve ada çayı kokuları arasında o günlerde ıpıssız yolda yürürdük. Kış gelip de İstanbul’a döndüğümde okul hayatı başlardı. Hiç unutmam, ilkokul ikinci sınıfın ilk gününde öğretmenimiz yazı nasıl geçirdiğimizi yazmamızı istedi. Ben de yazdım her kes gibi. Sonra da sırayla okuduk. Benim Çeşme’de yazı geçirdiğimi duyan tüm arkadaşlarım bana gülmeye ve benimle alay etmeye başladılar. Öğretmenimiz dahil hiç birisi Çeşme diye bir yerin varlığından haberdar değillerdi. Ne tuhaf ki şimdi o gülenler bir kış boyu para biriktiriyorlar Çeşme’de bir hafta geçirebilmek için. İşte o günlerden bu günlere değişerek geldi tıpkı Çeşme gibi ülkemizin tamamı hatta tüm dünya. Haberleşmenin cebe girecek kadar yaygınlaşması ile küçülen dünya, insanın var olan her şeye erişebilmesini sağladı. Bu erişim tabi ki insanı bilgilendirip eğlendirirken var olanları da o derece yıprattı ve tahrip etti. Çünkü insan için korumak, muhafaza etmek son derece gereksiz kavramlar ne yazık ki. İnsan sahip olup tüketmek üzerine kodlanmış durumda. İşte insanın bu sahiplenme ve tüketme koduna karşı dünyanın var olan tüm güzellikleri savunmasız. Çünkü insan dünyayı yaşayacağı bir alan olarak değil, yaşamak için kullanacağı bir alan olarak görüyor. İnsan için hayat her yerde sürebilir, inanç bu yönde. Hatta dünya dışında hayata devam etmek insan için hiç de uzak bir fikir değil. Uzaya açılmak, yeni gezegenler keşfetmek her çağda insan için en büyük ilgi alanı olmuş. İnsanın başı hep yukarda. Allah’a yakarırken bile insan hep yukarıya, gökyüzüne bakıyor. Yaratanın orada, yukarda olduğundan emin insanoğlu. Bu yüzden de doğduğu dünyayı hoyratça harcamaktan çekinmiyor insan çünkü biliyor ki kendisi bu dünyaya ait değil. Toprağın altını üstüne getirip kullanıyor, mamuller meydana getiriyor. Geldiği yere, evrenin derinliklerine ulaşabilmek için tüm GİZ’leri bulmaya çalışıyor. İşte bu insan artık dünyanın hiçbir yerinde tezek kokusu ile incirin burun deliklerinden genze ulaşan yolculuğuna tanıklık edemeyecek. Çünkü insan korumayı değil, tüketmeyi seçti. Çünkü insan var olanın mucizesini yaşamaktansa kendisi de yaratıcı olma hevesine kapıldı. GDO’lu gıdalar bunun en somut örneği. Yeniyi bulma, olmayanı yaratma sevdası ile yarınlara koşuyor geçmişini hiçe sayarak insanoğlu. İçinde bulunduğumuz coğrafya insan için hep başlangıç olmuştur. Bundan dört yüz elli bin yıl önce Urfa’ya NİBİRU’dan gelen Alalu ve onun soyu olan ANUNAKİLER sayesinde insan başını gökyüzüne çevirmiştir aslında. Sümerlerin astroloji bilgileri, takvimi oluşturmaları, dünyanın yuvarlak olduğunu Galile’den üç bin beş yüz yıl önce kesin olarak bilmeleri de ENLİL ve ENKİ sayesindedir. Urfa’da bulunan Göbeklitepe, her ne kadar şu anda bu bilgi açıklanmamış olsa da dünyada ki ilk uzay istasyonudur. İnsanoğlu dört yüz elli bin yıl önce yukarısını keşfetti. Aranılan kayıp kıta MU’nun kayıp bir kıta değil, bir uzay aracı olduğunu kutsal sandığı bulan Tapınak Şövalyeleri keşfedince de dünya artık geri dönülemez bir değişime uğradı. Bu değişim ilk haçlı seferinden beri yaşanıyor kutsal sandığın kilise eline geçmesinden beri. Çözülemeyen formül tabletleri özellikle Almanların Sümerolojiye önem vermeleri sonrası -ki 18.yüzyıla denk gelir- çözülmeye başlandı. Aralarında bir başka galaksiden dünyaya ulaşılmasını tarif eden uzay koordinatlarının da bulunduğu disk de dahil olmak üzere yaklaşık altı yüz bin tablet çözülerek dünyanın hiçbir zaman dün kavramı ile yaşayamayacağı bir zaman sürecini başlattı. Elbette sandıktan altı yüz bin kil tablet çıkmadı. Sandıktan sadece fiziksel formüller çıktı. Diğer tabletler dört yüz elli bin yıl ve daha öncesinden başlayarak Aztek’lere kadar olan süreci anlatan dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda ortaya çıkan tabletlerdi. Özellikle Irak’ta ki Sümer kentlerinde ortaya çıkan yirmi binin üzerinde ki bir seri kil tablet tüm tarihi aydınlattı çözümlendikçe. ENKİ’nin tarihe düştüğü notlardı bunlar ve bu gün mitoloji olarak adlandırdığımız bir çok geçmiş anektodu doğruluyordu. Yetmişlerde ki o incir-tezek kokusunu özledim. Eşeklerin anırmalarını, sinek oltama takılan karagöz yavrularını özledim. Kumru yiyip üzerine adaçayı içmeyi özledim. Sakin Çeşme sokaklarında yürümeyi özledim. Ne yazık ki artık bunları hiç kimse gibi ben de yaşayamayacağım. Çünkü insanoğlu gözünü yukarıya dikmiş durumda, yaşanabilir bir gezegen daha olduğunu artık gayet iyi biliyor bilim insanları bulunan bu tabletlerle. Artık dünya eskisi gibi olmayacak, insanlar için geriye dönüş yok artık, dünya yok olurken insanın bu acımasızlığı karşısında, insan yeniden varlık arayışında ve aradığını bulacak yakında. Formüller, koordinatlar elinde bilim insanlarının. Ben incir-tezek kokusunu ararken onlar NİBİRU’yu buldular aslında.
YAZARLAR
Yayınlanma: 04 Ocak 2020 - 10:36
İncir-Tezek Kokusu
Bunaltıcı Ağustos sıcağında incir ve tezek kokularını eşek anırmaları arasında yaşamaktır EGE aslında
YAZARLAR
04 Ocak 2020 - 10:36
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir