Kadın hakları hareketinde bir odak noktası olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle özel bir baskı yapıp gazetemizi tümüyle kadınlara ayırdık.
Kentimizde yaşayan ve farklı iş kollarında çalışan etkin, yetkin ve emekçi kadınlarımıza, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle sözü verdik. Kadınlarımız Türkiye’de ve Çanakkale’de kadın olmanın nasıl bir duygu olduğunu anlatıp, kız çocuklarına ve genç kızlara mücadeleci, çalışkan ve cesur olmaları yönünde tavsiyelerde bulundular. Yeni jenerasyona tahsillerini tamamlayıp, ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları noktasında önerilerini sıralayan kadınlar 8 Mart’la ilgili dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemlerini dile getirerek, haklarını kendilerine altın tepside sunan başta ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e şükranlarını da belirttiler.
Tarihsel gelişimde ve bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol üstlenen, tarihte iz bırakan kadın emekçilerimiz olmak üzere tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarız. Yazar Gökçe Çiçek Erol ise sorumuza şu şekilde yanıt verdi:
"Kadın gibi eşşiz, kadim şehrime Çok erken çıktım ana evimden. Bu şehrin en güzel ilçelerinin birinden. Güneş doğmak için nazlanırken, kargalar mamalarını daha yemeden, martılar uyanmadan, hızla hayata yetişmeye çalışanların sabah mahmurluğuna eşlik ederek.
Küçük balıkçı kasabamdan büyümeye geldiğim bu şehrin kollarına kendimi bırakmak için geçmem gereken bir boğaz varken daha. Yedi düvele kafa tutmuş deli bir boğaz hem de. Karayolu bitse de, yolun bitmediği, devranın döndüğü bu noktada durmak istiyorum ani bir kararla.
İstesem iki yakaya bir hançer gibi saplanmış kazıklarıyla köprü denen o canavardan da ulaşabilirim. Hayır! Kuğu gibi boynuma ‘’benimsin, ‘’ben seni geçerim’’ diyen bir zenginin takmak istediği bir gerdanlığa düşünmeden hayır diyen o dik başlı kadın gibi. ‘’Eksik olsun. O’nun malı olmayayım. Kendim olayım’’ diyen, emeğini her şeyin üstüne mis kokulu çiçeklerden taç yapıp başına koyan kendini bilen kadın olarak, beton bir yoldan değil de yaşadığım cenneti seyrederek gitmeyi seçiyorum. Karşıya geçmeden, şarap misali yaşlanan bir kadına benzettiğim, eskise de güzelleşen bu şehre dalıp gideyim diyorum. Direksiyonu dünyanın en güzel kalesine sahip olan Kilit Bahir’e kırıyorum. O’nu almaya çalışan bütün güçlere direnmiş, derslerini vermeye tarihini adamış şu kadim şehrin tam karşısındayım şimdi. Kim bilir kaçıncı vapuru kaçırıyorum bu yolcu kahvesinde. Dışarıda köhne bir masaya ilişip, bırakıyorum kendimi oracığa. Ayak tabanlarım zamkla yapıştırılmış gibi zemine. Acele bir hayata karnım artık tok artık. Gitmek yerine kalmayı seçiyor kışlık botlarım. Bir demli çay daha söylüyorum samimi garsona. Üstüne bir sade kahve. Meşhur şakacı lodos gelip yüzümü yalıyor. Kocaman dalgalar iskeleye çıkıyor. Hayatın git gelleri gibi. Normalde baş ağrıtır, sersem eder bu rüzgâr. Bugün rahatlatıyor beni. Güne pembe hayalleriyle uyanmış genç bir kız gibi görüyorum şehrimi.
Liseli kızlar geçiyor önümden. Etekler bir tık kıvrılmış belden. Gülüşerek tutuyorlar uçlarından. Gözlere belirgin siyah kalemler çekilmiş, kirpikler açıp kapanıyor koca dünyaya. Ağızları kulaklarında, telaşsız düşlerle dolu adımlar atılıyor gelecek zamana. Lodos ısıtmış, kollara düşmüş montlar, sırtlarında kitap dolu çantalar, başlarında esen kavak yelleri.
Topuklu çizmelerin acele seslerini duyuyorum o sıra. Fönlü saçları birbirine karışmış. Ojeli elinde kahverengi bir evrak çantası. Nefes nefese vapurun merdivenlerini çıkmaya çalışıyor genç bir kadın. Kafası karışık ama günü planlıyor, sonrasında o haftayı, sonra kendi hayatını. Şiddetle esen rüzgârda eteğini tutuyor boş kalan eliyle. Lodosun sağı solu belli değil. Kafasına geçiriverir birden. Temkinli, ama güvensiz. Bir taraftan çok hırslı. Hayatını kazanacak. Şehir ona kollarını açıyor ‘’gel’’ diyor. ‘’Benimle güvendesin.’’ Güverteye çıkıyor, derin bir oh çekiyor. İşe yetişecek, para kazanacak, Ona uzatılan her eli tutması gerek. Çalışmalı, hem de çok. Enerjisi var. Gençliği var. O’na bunu sağlayan kentinde binlerce onun gibi emekçi kadın var!
O’nu görünce yarım kalan kahvemi hızlıca yudumlayıp ben de park ettiğim arabama binip son dakikada yetişiyorum şehrimin iskelesine kapağını indirecek vapura. Yukarı çıkmayacağım. Biraz boğaz havası almalıyım.
Uzaktan farklı görünse de yakından da daha değişik değil bu şehir. Hep aynı güzellikte.
Her gelenine bağrını açan ‘’ana’’ gibi. ‘’Gel ben de dinlen, gel, ben de çalış, ben seni korurum’’ dercesine yumuşacık. Beni de korumuş yıllarca. Issız sokaklarında korkmadan yürütebilmiş cesurca.
Tam da kalbine sürüyorum tekerleklerini arabamın. Kapıyı kapatıp, iner inmez selam veren gülen yüzler. Bir kaç banka işi, alışveriş şu bu derken, kordonu adımlıyorum. Rüzgâr insanların başına poşet geçirirken, Güneş tepeye yavaşça yükselirken.
Bir evin oturma odası takılıyor gözlerime. Tülleri kenara çekilmiş.
Kahvaltıdan sonra köpüklü kahvesini zerafetle içen hayattan asla vazgeçmeyen yaşlı bir kadın oluyor şimdi şehir.
Özenle ortalığı toparlayıp, yatağına döpiyesini fularını ve ütülenmiş pantolonunu koyacak, çalıştığı yılların eskimeyen âdeti ile buruşmuş dudaklarına tozpembe rujunu sürecek, ne kadar yavaş yürüse de saatini ayarlayıp arkadaşlarıyla buluşmaya gidecek. Biliyorum.
Eskiler anlatılacak, tansiyon hapları konuşulacak, az porsiyon keklerden tadılacak, Gün kahkahalarla son bulacak. Baston yerine yaşadığı şehrin anılarına tutunacak.
Çocuklarına hayatı öğretecek, evini kale yapan, maaşı olmasa da her sabah onları doyurup okuluna bırakan o emekçi ev kadını oluyor Çanakkale.
Vardiya dediklerini hiçe sayıp, gecenin köründe balık kokusundan kusacak hale gelse de, çalışmaktan ’öf’ bile demeyen, babasının ilkokuldan sonra okutmadığı o abla.
Tarlasını kimseye bırakmayan, bambaşka ülkelerin tohumlarına rağmen kendi ata tohumunu yetiştiren köylü teyzem Çanakkale.
Sesini dünyaya duyuran, onca talana direnen milyonlarca yeşil ağaçlı eşsiz Kazdağları.
Yirmili yaşlarıma geri dönüyorum çarşıyı adımlarken, Önce hastanelerinde, eczanelerinde ilçelerinde, sağlık ocaklarında ekmeğimi kazandığım, sonra eğitim sektöründe onca öğretmen, öğrenci tanıyıp geliştiğim, yıllarca bu şehrin esnafı olup güçlükleri ile savaştığım geçmiş yıllarıma.
Bütün bunları yaparken yazma yeteneğimi görüp köşelerine adımı yazan yerel gazetenin eski binasına bakıyorum. Gülümsüyorum. Kelimelerim bile ilk olarak bu şehrin gazetelerinden yola başlamış.
Elimi eteğimi her şeyden çekip, kendimi tamamen yazmaya adadığım bu şehrin büyüttüğü orta yaşlı bir kadın olarak kordonun sonundaki çay bahçesinde yine bir tahta masaya ilişiyorum günün sonunda. Emsalsiz gruba bakarak gururlanıyorum. Cennet diyorum. Varsa bir cennet yeryüzünde orada ben yaşıyorum.
Akşam geceye dönerken ışıklarını açıyor şehrim. Işıl ışıl.
Kaldırımlarına topuklarını daha da sağlam basan, kendi özgürlüğünü, hayatını kimsenin eline veremeyecek kadar bilinçli, her türlü dayatmaya bir olup başkaldıran, her doğum gününde meşalesini daha da kocaman yakan, mutlu bir şehirde mutlu bir kadınım ben. O zaman diyorum ki çok şükür.
O zaman diyorum ki; ben ve benim gibilerini büyütüp verdiğin güvene, kazandırdığın özgürlüğe kadın gibi anaç şehrim. Kadim şehrim senin ölümsüzlüğüne.
Şerefine ÇANAKKALE!"
Kentimizde yaşayan ve farklı iş kollarında çalışan etkin, yetkin ve emekçi kadınlarımıza, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle sözü verdik. Kadınlarımız Türkiye’de ve Çanakkale’de kadın olmanın nasıl bir duygu olduğunu anlatıp, kız çocuklarına ve genç kızlara mücadeleci, çalışkan ve cesur olmaları yönünde tavsiyelerde bulundular. Yeni jenerasyona tahsillerini tamamlayıp, ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları noktasında önerilerini sıralayan kadınlar 8 Mart’la ilgili dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemlerini dile getirerek, haklarını kendilerine altın tepside sunan başta ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e şükranlarını da belirttiler.
Tarihsel gelişimde ve bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol üstlenen, tarihte iz bırakan kadın emekçilerimiz olmak üzere tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarız. Yazar Gökçe Çiçek Erol ise sorumuza şu şekilde yanıt verdi:
"Kadın gibi eşşiz, kadim şehrime Çok erken çıktım ana evimden. Bu şehrin en güzel ilçelerinin birinden. Güneş doğmak için nazlanırken, kargalar mamalarını daha yemeden, martılar uyanmadan, hızla hayata yetişmeye çalışanların sabah mahmurluğuna eşlik ederek.
Küçük balıkçı kasabamdan büyümeye geldiğim bu şehrin kollarına kendimi bırakmak için geçmem gereken bir boğaz varken daha. Yedi düvele kafa tutmuş deli bir boğaz hem de. Karayolu bitse de, yolun bitmediği, devranın döndüğü bu noktada durmak istiyorum ani bir kararla.
İstesem iki yakaya bir hançer gibi saplanmış kazıklarıyla köprü denen o canavardan da ulaşabilirim. Hayır! Kuğu gibi boynuma ‘’benimsin, ‘’ben seni geçerim’’ diyen bir zenginin takmak istediği bir gerdanlığa düşünmeden hayır diyen o dik başlı kadın gibi. ‘’Eksik olsun. O’nun malı olmayayım. Kendim olayım’’ diyen, emeğini her şeyin üstüne mis kokulu çiçeklerden taç yapıp başına koyan kendini bilen kadın olarak, beton bir yoldan değil de yaşadığım cenneti seyrederek gitmeyi seçiyorum. Karşıya geçmeden, şarap misali yaşlanan bir kadına benzettiğim, eskise de güzelleşen bu şehre dalıp gideyim diyorum. Direksiyonu dünyanın en güzel kalesine sahip olan Kilit Bahir’e kırıyorum. O’nu almaya çalışan bütün güçlere direnmiş, derslerini vermeye tarihini adamış şu kadim şehrin tam karşısındayım şimdi. Kim bilir kaçıncı vapuru kaçırıyorum bu yolcu kahvesinde. Dışarıda köhne bir masaya ilişip, bırakıyorum kendimi oracığa. Ayak tabanlarım zamkla yapıştırılmış gibi zemine. Acele bir hayata karnım artık tok artık. Gitmek yerine kalmayı seçiyor kışlık botlarım. Bir demli çay daha söylüyorum samimi garsona. Üstüne bir sade kahve. Meşhur şakacı lodos gelip yüzümü yalıyor. Kocaman dalgalar iskeleye çıkıyor. Hayatın git gelleri gibi. Normalde baş ağrıtır, sersem eder bu rüzgâr. Bugün rahatlatıyor beni. Güne pembe hayalleriyle uyanmış genç bir kız gibi görüyorum şehrimi.
Liseli kızlar geçiyor önümden. Etekler bir tık kıvrılmış belden. Gülüşerek tutuyorlar uçlarından. Gözlere belirgin siyah kalemler çekilmiş, kirpikler açıp kapanıyor koca dünyaya. Ağızları kulaklarında, telaşsız düşlerle dolu adımlar atılıyor gelecek zamana. Lodos ısıtmış, kollara düşmüş montlar, sırtlarında kitap dolu çantalar, başlarında esen kavak yelleri.
Topuklu çizmelerin acele seslerini duyuyorum o sıra. Fönlü saçları birbirine karışmış. Ojeli elinde kahverengi bir evrak çantası. Nefes nefese vapurun merdivenlerini çıkmaya çalışıyor genç bir kadın. Kafası karışık ama günü planlıyor, sonrasında o haftayı, sonra kendi hayatını. Şiddetle esen rüzgârda eteğini tutuyor boş kalan eliyle. Lodosun sağı solu belli değil. Kafasına geçiriverir birden. Temkinli, ama güvensiz. Bir taraftan çok hırslı. Hayatını kazanacak. Şehir ona kollarını açıyor ‘’gel’’ diyor. ‘’Benimle güvendesin.’’ Güverteye çıkıyor, derin bir oh çekiyor. İşe yetişecek, para kazanacak, Ona uzatılan her eli tutması gerek. Çalışmalı, hem de çok. Enerjisi var. Gençliği var. O’na bunu sağlayan kentinde binlerce onun gibi emekçi kadın var!
O’nu görünce yarım kalan kahvemi hızlıca yudumlayıp ben de park ettiğim arabama binip son dakikada yetişiyorum şehrimin iskelesine kapağını indirecek vapura. Yukarı çıkmayacağım. Biraz boğaz havası almalıyım.
Uzaktan farklı görünse de yakından da daha değişik değil bu şehir. Hep aynı güzellikte.
Her gelenine bağrını açan ‘’ana’’ gibi. ‘’Gel ben de dinlen, gel, ben de çalış, ben seni korurum’’ dercesine yumuşacık. Beni de korumuş yıllarca. Issız sokaklarında korkmadan yürütebilmiş cesurca.
Tam da kalbine sürüyorum tekerleklerini arabamın. Kapıyı kapatıp, iner inmez selam veren gülen yüzler. Bir kaç banka işi, alışveriş şu bu derken, kordonu adımlıyorum. Rüzgâr insanların başına poşet geçirirken, Güneş tepeye yavaşça yükselirken.
Bir evin oturma odası takılıyor gözlerime. Tülleri kenara çekilmiş.
Kahvaltıdan sonra köpüklü kahvesini zerafetle içen hayattan asla vazgeçmeyen yaşlı bir kadın oluyor şimdi şehir.
Özenle ortalığı toparlayıp, yatağına döpiyesini fularını ve ütülenmiş pantolonunu koyacak, çalıştığı yılların eskimeyen âdeti ile buruşmuş dudaklarına tozpembe rujunu sürecek, ne kadar yavaş yürüse de saatini ayarlayıp arkadaşlarıyla buluşmaya gidecek. Biliyorum.
Eskiler anlatılacak, tansiyon hapları konuşulacak, az porsiyon keklerden tadılacak, Gün kahkahalarla son bulacak. Baston yerine yaşadığı şehrin anılarına tutunacak.
Çocuklarına hayatı öğretecek, evini kale yapan, maaşı olmasa da her sabah onları doyurup okuluna bırakan o emekçi ev kadını oluyor Çanakkale.
Vardiya dediklerini hiçe sayıp, gecenin köründe balık kokusundan kusacak hale gelse de, çalışmaktan ’öf’ bile demeyen, babasının ilkokuldan sonra okutmadığı o abla.
Tarlasını kimseye bırakmayan, bambaşka ülkelerin tohumlarına rağmen kendi ata tohumunu yetiştiren köylü teyzem Çanakkale.
Sesini dünyaya duyuran, onca talana direnen milyonlarca yeşil ağaçlı eşsiz Kazdağları.
Yirmili yaşlarıma geri dönüyorum çarşıyı adımlarken, Önce hastanelerinde, eczanelerinde ilçelerinde, sağlık ocaklarında ekmeğimi kazandığım, sonra eğitim sektöründe onca öğretmen, öğrenci tanıyıp geliştiğim, yıllarca bu şehrin esnafı olup güçlükleri ile savaştığım geçmiş yıllarıma.
Bütün bunları yaparken yazma yeteneğimi görüp köşelerine adımı yazan yerel gazetenin eski binasına bakıyorum. Gülümsüyorum. Kelimelerim bile ilk olarak bu şehrin gazetelerinden yola başlamış.
Elimi eteğimi her şeyden çekip, kendimi tamamen yazmaya adadığım bu şehrin büyüttüğü orta yaşlı bir kadın olarak kordonun sonundaki çay bahçesinde yine bir tahta masaya ilişiyorum günün sonunda. Emsalsiz gruba bakarak gururlanıyorum. Cennet diyorum. Varsa bir cennet yeryüzünde orada ben yaşıyorum.
Akşam geceye dönerken ışıklarını açıyor şehrim. Işıl ışıl.
Kaldırımlarına topuklarını daha da sağlam basan, kendi özgürlüğünü, hayatını kimsenin eline veremeyecek kadar bilinçli, her türlü dayatmaya bir olup başkaldıran, her doğum gününde meşalesini daha da kocaman yakan, mutlu bir şehirde mutlu bir kadınım ben. O zaman diyorum ki çok şükür.
O zaman diyorum ki; ben ve benim gibilerini büyütüp verdiğin güvene, kazandırdığın özgürlüğe kadın gibi anaç şehrim. Kadim şehrim senin ölümsüzlüğüne.
Şerefine ÇANAKKALE!"