Gün geçmiyor ki, dört yanı denizlerle çevrili, içi bombe dolgulu, akışkan lağım kıvamındaki coğrafyamızda, eli çatal tutmayı bilmeyen zevatların beline tabanca verilmesin…
Cebine 5 bin TL sıkıştırıp kulağına mehteran marşı çalarken bir de sırtlarını iki sıvazlayınca…
Tutmayın küçük enişteleri!
Çanakkale sokaklarına, özellikle de, pandemiyle birlikte aba altından gösteren devlet sopasının da tesiriyle “kahverengi” bulut gibi çöktü bu arkadaşlar.
Grup halinde geziyorlar. Genelde kendilerini, bir kafeterya bahçesinde limonlu soda içerek vatan kurtarırken görebilirsiniz. Ekşi ekşi kurtarıyorlar vatanı, böyle en asitlisinden!
Sodaları bitince de sefere çıkıyorlar. BENİ KÖPÜKLÜ LATTE ÜNİFORMALILARA EMANET EDİNİZ…
Mesela Yeni Kordon?
Gece 22’den sonra 20 yaşındaki üniversiteliye yasak. E çünkü malum o çağdaki insan limonlu soda değil köpüklü bira içer. Geçiniz. Sonra… Günde 250 saat çalışıp günün sonunda bir deniz havası alayım diyen işçiye de yasak. 75 yaşındaki Fatma Teyze’ye, sonra 82’sindeki Osman Amca’ya zaten kordonu bırakın, yaşamak dahi yasak.
Ama bu “bekçi” arkadaşlara, ki kendilerine “bekçi” denmesinden hoşlanmadıkları için ben onlara “back”çi demek istiyorum. (Back’imizi kolluyorlar ya o kadar.) KAHVEYİ TELVELİ KAHVERENGİYİ BACK’ÇİLİ SEVERİM…
Geçenlerde bu arkadaşlardan biri, gece geç bir vakitte dikildi karşıma. Grubu ise tabii ki hemen arkasında bir kafeteryada soda, çay falan içerek vatan savunması yapıyor!
Dedi ki, “Yasah var, sen dışarda gezemen.”
“Hey şerif” dedim, o an. “Come on, ben vergilerimi ödüyorum.” Sonra çıkarıp kartımı gösterdim. “Üstelik gazeteciyim, Sayın Dedektif” dedim. “Ve o yasahtan muafım.”
Bir an yüzüme haklarımı okuyacak sandım ki, “Gidip o karttan kırtasiyede 5 liraya bastırıp ben de gezerim o zaman sokakta” dedi. “Nereden bileceğim çalıştığını?”
“Dostum, hapishanede olmadığıma göre hala çalışıyorumdur belki de ha, ne dersin?” dedim. CIA ajanı öfkelenmişti fakat ben de öfkelenmiştim.
“Belge göstreee, belgee!” dedi o an, sayın semt şövalyesi.
Halbuki çalışma izin belgesi gerekiyormuş, tutuklu olmayan gazetecilerden istenen bir şeymiş bu pandemi koşullarında. Hala tutuklanmadığına, öldürülmediğine yahut hedef gösterilip bir yerlerde dövülmediğine delil olarak isteniyormuş.
O an anladım ki, yahu bu mahalle muhafızları haklıymış.
Bir ara, “basın sektörü çalışanları için izin belgesi gerekmiyor” denmişti oysa bize. Haberin, haberciliğin yeri, zamanı olmadığı için çok da önem vermedik o yüzden bu meseleye.
Fakat hamdolsun, dün gece nöbetçileri tarafından aydınlatıldım. Aldıkları yetkiyle etkilerini gösterdi kahverengi pelerinsizler… Hemen polis çağırıp durumu üstlerine rapor ettiler de neyse ki, çok geçmeden kimliğim doğrulandı.
Yoksa kadın/kız başıma, üstelik altımda kot şortla gecenin bir vakti orada ne işim olduğunu açıklamak çok zor olacaktı benim için.
İyi ki varsınız gecenin yargıçları!
“Back”imiz size emanet!
Cebine 5 bin TL sıkıştırıp kulağına mehteran marşı çalarken bir de sırtlarını iki sıvazlayınca…
Tutmayın küçük enişteleri!
Çanakkale sokaklarına, özellikle de, pandemiyle birlikte aba altından gösteren devlet sopasının da tesiriyle “kahverengi” bulut gibi çöktü bu arkadaşlar.
Grup halinde geziyorlar. Genelde kendilerini, bir kafeterya bahçesinde limonlu soda içerek vatan kurtarırken görebilirsiniz. Ekşi ekşi kurtarıyorlar vatanı, böyle en asitlisinden!
Sodaları bitince de sefere çıkıyorlar. BENİ KÖPÜKLÜ LATTE ÜNİFORMALILARA EMANET EDİNİZ…
Mesela Yeni Kordon?
Gece 22’den sonra 20 yaşındaki üniversiteliye yasak. E çünkü malum o çağdaki insan limonlu soda değil köpüklü bira içer. Geçiniz. Sonra… Günde 250 saat çalışıp günün sonunda bir deniz havası alayım diyen işçiye de yasak. 75 yaşındaki Fatma Teyze’ye, sonra 82’sindeki Osman Amca’ya zaten kordonu bırakın, yaşamak dahi yasak.
Ama bu “bekçi” arkadaşlara, ki kendilerine “bekçi” denmesinden hoşlanmadıkları için ben onlara “back”çi demek istiyorum. (Back’imizi kolluyorlar ya o kadar.) KAHVEYİ TELVELİ KAHVERENGİYİ BACK’ÇİLİ SEVERİM…
Geçenlerde bu arkadaşlardan biri, gece geç bir vakitte dikildi karşıma. Grubu ise tabii ki hemen arkasında bir kafeteryada soda, çay falan içerek vatan savunması yapıyor!
Dedi ki, “Yasah var, sen dışarda gezemen.”
“Hey şerif” dedim, o an. “Come on, ben vergilerimi ödüyorum.” Sonra çıkarıp kartımı gösterdim. “Üstelik gazeteciyim, Sayın Dedektif” dedim. “Ve o yasahtan muafım.”
Bir an yüzüme haklarımı okuyacak sandım ki, “Gidip o karttan kırtasiyede 5 liraya bastırıp ben de gezerim o zaman sokakta” dedi. “Nereden bileceğim çalıştığını?”
“Dostum, hapishanede olmadığıma göre hala çalışıyorumdur belki de ha, ne dersin?” dedim. CIA ajanı öfkelenmişti fakat ben de öfkelenmiştim.
“Belge göstreee, belgee!” dedi o an, sayın semt şövalyesi.
Halbuki çalışma izin belgesi gerekiyormuş, tutuklu olmayan gazetecilerden istenen bir şeymiş bu pandemi koşullarında. Hala tutuklanmadığına, öldürülmediğine yahut hedef gösterilip bir yerlerde dövülmediğine delil olarak isteniyormuş.
O an anladım ki, yahu bu mahalle muhafızları haklıymış.
Bir ara, “basın sektörü çalışanları için izin belgesi gerekmiyor” denmişti oysa bize. Haberin, haberciliğin yeri, zamanı olmadığı için çok da önem vermedik o yüzden bu meseleye.
Fakat hamdolsun, dün gece nöbetçileri tarafından aydınlatıldım. Aldıkları yetkiyle etkilerini gösterdi kahverengi pelerinsizler… Hemen polis çağırıp durumu üstlerine rapor ettiler de neyse ki, çok geçmeden kimliğim doğrulandı.
Yoksa kadın/kız başıma, üstelik altımda kot şortla gecenin bir vakti orada ne işim olduğunu açıklamak çok zor olacaktı benim için.
İyi ki varsınız gecenin yargıçları!
“Back”imiz size emanet!