Havalar ısındı, ağaçlar çiçeklendi artık..
Yaşanan şehre baharın gelmesinden çok bünyeye geliyor bahar..
Dün Kepez'i gezdim biraz..
Seviyorum ben burayı, yeşili bile farklı..
Evden çıktım.. Bu kez sahile doğru değil, yeşile doğru yürümek istiyorum..
içimden kuş olup dallara konmak.. Kedi olup yerlerde yuvarlanmak.. Çimlerin üzerinde yatıp anlanmak (toprağa yatıp yuvarlanmak) isteği geçiyor..
Mutluyum, mutlusun, mutlu.. hali yani..
Fotoğraf makinemi de unutmuyorum tabi ki..
Geziye başlamak için evden çıktım..
Evimin karşısındaki kaldırım da, (Evet yanlış okumadınız düpedüz 'kaldırım') genç bir oğlan ve kız erik topluyor.. Tebessüm ediyorum gençlere..
İçime de umut akıyor nedense.. 'Kolay gelsin çocuklar' deyip geçiyorum..
Kaldırımdaki ağaçtan erik toplamak.. Aklıma İlker Yurtaş'ın 'Buralardan dutluktu' yazısı ve Çanakkale Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nün verdiği yanıt geliyor..
Meyve döken ağaçların 'kabaklanması'..
Şimdi durduk yerde tartışmayı alevlendirmek değil niyetim ama..
Bizim Kepez Belediyesi, bırakın ağaç kesmeyi, meyve veren ağaç çeşitliliğini arttırma çabasında..
Kaldırımdaki ağaçların büyük bir çoğu meyve veren türden..
Ve en önemlisi beş ya da bilemedin altı yıllık..
Yeni dikilmişler yani..
Eriğin hemen yanında şeftali var.. Şeftalinin yanı başında incir..
Onun yanında iğde.. Yanında harnup..
İşte o an.. Kepez'de yaşadığıma şükrediyorum..
Yaa. O Park Bahçeler Müdürü burada görev yapsaydı? Hani. "Kepez, Çanakkale'ye bağlanmalı" diyenler var ya..
Bırakın arkadaşlar, bağlanmasın!. Bu haliyle, Kepez daha güzel..
Çocuklarımız meyve ağaçlarını belgesellerde görerek büyüyecekse, böyle kalsın..
O müdür, burada da yetkili oldu olsaydı.. Allah korusun!
Kafamdan bu türlü düşünceleri atıp, devam ediyorum gezime..
Kimi sokaklarında, ortaklaşa kullanılan toprak 'mahalle fırınlar!' bile var
Evlere bakıyorum.. Müstakil evlerin bahçelerindeki otomobillere..
Genellikle sade, iddiasız yerli otomobiller..
Ara arada en az beş-altı yıllık Uzakdoğu markaları..
Müstakil ev derken, kendi yağında kavrulan muhtemelen Kepez'li ailelerin oturduğu iki ya da üç katlı evleri kasdediyorum.
Bir de yeni yapılan sitelere bakıyorum..
Önlerindeki otomobiller dairelerden daha pahalı.. Pahalı değilse bile ona yakın..
Jeep'ler, Mercedes'ler, Bmw'ler..
Bu arada, gazete sayfalarında fotoğraflarını gördüğüm..
Daha doğrusu, yeğenimin 'Ben bundan alacağım' diye gözümü soktuğu Hammer jipi de, ilk kez burada gördüm..
Gezerken.. Hamza hocanın yanına da uğradım.. Durumu anlattım..
Meyve veren ağaç.. Evler, otomobiller ve insanlar Hamza hoca; "Doyumsuzluk ve sonradan görmelik" dedi..
Sonradan gören adam, 'Niye otomobiline evinden fazla para harcasın ki?'
Hamza hoca, şöyle bir açıklama getirdi; 'Otomobilini her gittiği yere götürebilir, herkese gösterebilir. Evini herkese gösterme şansı yok..'
Hamza hoca, görmüş geçirmiş adam..
Deneyimlerinden yararlanmak, öğütlerinden faydalanmak lazım..
-'Ne o.. Sen de arabayı mı niyetlendin yoksa' dedi..
-'Seninki daha şimdilik iyi, birkaç yıl daha idare eder seni. Hem tasarruflu bir araba..
Ama yaza girerken bir bakım yaptır.. Eksozun da çok ötmeye başladı' diye da ekledi..
-'Bu araba yetiyor bana.. Kimsenin de arabasından gözüm yok..
Benimkisi, otomobiller ile insan arasındaki ilişkisi sorgulamak..' diye yanıtladım..
Çay esliğinde biraz sohbet, biraz gırgır, biraz da hayat bilgisi dersi..
Hamza hoca'ya da 'Kolay gelsin" deyip ayrıldım.. İşi var adamın.. Oyalamak olmazdı..
Demek ki neymiş? Biz de uzaktan da olsa bakarak; bir adamın 'sonradan görme' olup olmadığını anlaya bilirmişiz! Otomobil, işaretlerden sadece biriymiş...
Bu konuda görenlere söyleyecek söz bırakmayanlar da var biliyorsunuz..
500 Mercedes'inin arkasına, "Kıroyum ama param var" yazdıran vatandaşımızın fotoğrafı. sosyal medyada hala duruyor..
Kepez gezisinin sonunda, öğrendim ki..
Zenginlikten fakirliğe düşenin üzerinden, kırk yıl zenginlik kokusu çıkmıyor..
Ya da fakirken zengin olan da kırk yıl fakir kokuyormuş..
Bu konuda hafızamda Kepez'den tanıdığım üç-bes isim var..
Ekonomik durumları değişmiş ama 20- 30 yıl önceki gibi yaşıyorlar hala..
Ve en önemlisi de.. Üç nesil geçmeden; ne zengin olunabiliyormuş, ne de kentli..
Yaşanan şehre baharın gelmesinden çok bünyeye geliyor bahar..
Dün Kepez'i gezdim biraz..
Seviyorum ben burayı, yeşili bile farklı..
Evden çıktım.. Bu kez sahile doğru değil, yeşile doğru yürümek istiyorum..
içimden kuş olup dallara konmak.. Kedi olup yerlerde yuvarlanmak.. Çimlerin üzerinde yatıp anlanmak (toprağa yatıp yuvarlanmak) isteği geçiyor..
Mutluyum, mutlusun, mutlu.. hali yani..
Fotoğraf makinemi de unutmuyorum tabi ki..
Geziye başlamak için evden çıktım..
Evimin karşısındaki kaldırım da, (Evet yanlış okumadınız düpedüz 'kaldırım') genç bir oğlan ve kız erik topluyor.. Tebessüm ediyorum gençlere..
İçime de umut akıyor nedense.. 'Kolay gelsin çocuklar' deyip geçiyorum..
Kaldırımdaki ağaçtan erik toplamak.. Aklıma İlker Yurtaş'ın 'Buralardan dutluktu' yazısı ve Çanakkale Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nün verdiği yanıt geliyor..
Meyve döken ağaçların 'kabaklanması'..
Şimdi durduk yerde tartışmayı alevlendirmek değil niyetim ama..
Bizim Kepez Belediyesi, bırakın ağaç kesmeyi, meyve veren ağaç çeşitliliğini arttırma çabasında..
Kaldırımdaki ağaçların büyük bir çoğu meyve veren türden..
Ve en önemlisi beş ya da bilemedin altı yıllık..
Yeni dikilmişler yani..
Eriğin hemen yanında şeftali var.. Şeftalinin yanı başında incir..
Onun yanında iğde.. Yanında harnup..
İşte o an.. Kepez'de yaşadığıma şükrediyorum..
Yaa. O Park Bahçeler Müdürü burada görev yapsaydı? Hani. "Kepez, Çanakkale'ye bağlanmalı" diyenler var ya..
Bırakın arkadaşlar, bağlanmasın!. Bu haliyle, Kepez daha güzel..
Çocuklarımız meyve ağaçlarını belgesellerde görerek büyüyecekse, böyle kalsın..
O müdür, burada da yetkili oldu olsaydı.. Allah korusun!
Kafamdan bu türlü düşünceleri atıp, devam ediyorum gezime..
Kimi sokaklarında, ortaklaşa kullanılan toprak 'mahalle fırınlar!' bile var
Evlere bakıyorum.. Müstakil evlerin bahçelerindeki otomobillere..
Genellikle sade, iddiasız yerli otomobiller..
Ara arada en az beş-altı yıllık Uzakdoğu markaları..
Müstakil ev derken, kendi yağında kavrulan muhtemelen Kepez'li ailelerin oturduğu iki ya da üç katlı evleri kasdediyorum.
Bir de yeni yapılan sitelere bakıyorum..
Önlerindeki otomobiller dairelerden daha pahalı.. Pahalı değilse bile ona yakın..
Jeep'ler, Mercedes'ler, Bmw'ler..
Bu arada, gazete sayfalarında fotoğraflarını gördüğüm..
Daha doğrusu, yeğenimin 'Ben bundan alacağım' diye gözümü soktuğu Hammer jipi de, ilk kez burada gördüm..
Gezerken.. Hamza hocanın yanına da uğradım.. Durumu anlattım..
Meyve veren ağaç.. Evler, otomobiller ve insanlar Hamza hoca; "Doyumsuzluk ve sonradan görmelik" dedi..
Sonradan gören adam, 'Niye otomobiline evinden fazla para harcasın ki?'
Hamza hoca, şöyle bir açıklama getirdi; 'Otomobilini her gittiği yere götürebilir, herkese gösterebilir. Evini herkese gösterme şansı yok..'
Hamza hoca, görmüş geçirmiş adam..
Deneyimlerinden yararlanmak, öğütlerinden faydalanmak lazım..
-'Ne o.. Sen de arabayı mı niyetlendin yoksa' dedi..
-'Seninki daha şimdilik iyi, birkaç yıl daha idare eder seni. Hem tasarruflu bir araba..
Ama yaza girerken bir bakım yaptır.. Eksozun da çok ötmeye başladı' diye da ekledi..
-'Bu araba yetiyor bana.. Kimsenin de arabasından gözüm yok..
Benimkisi, otomobiller ile insan arasındaki ilişkisi sorgulamak..' diye yanıtladım..
Çay esliğinde biraz sohbet, biraz gırgır, biraz da hayat bilgisi dersi..
Hamza hoca'ya da 'Kolay gelsin" deyip ayrıldım.. İşi var adamın.. Oyalamak olmazdı..
Demek ki neymiş? Biz de uzaktan da olsa bakarak; bir adamın 'sonradan görme' olup olmadığını anlaya bilirmişiz! Otomobil, işaretlerden sadece biriymiş...
Bu konuda görenlere söyleyecek söz bırakmayanlar da var biliyorsunuz..
500 Mercedes'inin arkasına, "Kıroyum ama param var" yazdıran vatandaşımızın fotoğrafı. sosyal medyada hala duruyor..
Kepez gezisinin sonunda, öğrendim ki..
Zenginlikten fakirliğe düşenin üzerinden, kırk yıl zenginlik kokusu çıkmıyor..
Ya da fakirken zengin olan da kırk yıl fakir kokuyormuş..
Bu konuda hafızamda Kepez'den tanıdığım üç-bes isim var..
Ekonomik durumları değişmiş ama 20- 30 yıl önceki gibi yaşıyorlar hala..
Ve en önemlisi de.. Üç nesil geçmeden; ne zengin olunabiliyormuş, ne de kentli..