“Türkçe’nin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur. Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur. Bırakılır mı dil bu çıkmazda? Biz daha önce kurtarmaya bakalım.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkçe ve Türk toplumunda yazı inkılabı yapılması gerektiğini vurgulayan bu sözü, dönemin şartlarında dilin, içinde bulunduğu vahameti gözler önüne sermektedir.
Osmanlı’da kullanılan dilin çeşitliliği, saray ve halk dilinin farklılığı, Arap alfabesinin Türkçe kelimelerinin telaffuzuna uygun olmayışı, ihtiyaç duyulan ifadelerin Arapça ve Farsça dillerinde karşılığının bulunmaması ve en önemlisi “Türk demek Türkçe demektir. Ne mutlu, Türküm diyene!” gerçekliğinin sonucu olarak inkılap çalışmalarına başlanmıştır. Latin harflerine geçiş ve Türk alfabesinin kabulü ile Türkçe’nin yabancı diller boyunduruğundan kurtarılması çalışmaları hız kazandı. Eski adı ile Türk Dilini Tetkik Cemiyeti, bugünkü adı ile Türk Dil Kurumu resmen kuruldu. İlk kurultayın toplantısında inkılabın gerçekleşmesi ve toplum tarafından bir önce kullanılması ve geliştirilmesi adına bir takım öncü maddeler hazırlandı. Türk dilinin yabancı diller ile karşılaştırılması, dilin tarihinin araştırılması, Osmanlıca kelimelerin Türkçe karşılığının bulunması, sözlük hazırlanması, cemiyete ait bir dergi yayınlanması gibi ana maddelere öncelik verilerek çalışmalar hız kazandı. Lakin masada konuşulanların uygulamaya dönüşümü çok da kolay olmadı. Cemiyet içinde yeterli ve donanımlı bilim insanlarının olmayışı sebebi ile gönüllü aydınlar kolları sıvadı. Uzun süren çalışma ve araştırmalar ile gerekli dokümanlar hazırlandı. Velhasıl zor oldu bugün kullandığımız dilin mevcut halini alması. Yahut mevcut olması gerektiği hali demeliyim. Demeliyim çünkü dilde katliam artmış durumda. Üniversite yıllarımda Üstün Dökmen okulumuza gelmişti. On beş yıl önceden bahsediyorum! “Bir mekân gördüm: ‘Simit Center’ adında. Yahu arkadaş, ben simidi anlıyorum, centerı anlamıyorum. Ecnebi de centerı anlıyor simidi anlamıyor. Bu nasıl bir çıkmazdır!” demişti. Ticari aç gözlülük, çok tutulan kişi ya da topluluk olma gayesi, sözde farklı olma çabası gibi birçok safsata ile kültürel benlik ve birliğimiz temel taşı olan Türkçe yok oluyor.
Ecdadın da dediği gibi “Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmalıyız.” Geleceğimize en büyük mirasımız olacak kültürümüz, töremiz, tarihimiz ancak Türkçe’nin muhafazası ile mümkündür. Geleneklerinden yoksun büyüyen bireyin yozlaşması kaçınılmazdır. Tarihini harici dillerden öğrenmeye çalışanın ders alması mümkün değildir. Bugününü yabancı dillere teslim edenlerin yarını yoktur.
Osmanlı’da kullanılan dilin çeşitliliği, saray ve halk dilinin farklılığı, Arap alfabesinin Türkçe kelimelerinin telaffuzuna uygun olmayışı, ihtiyaç duyulan ifadelerin Arapça ve Farsça dillerinde karşılığının bulunmaması ve en önemlisi “Türk demek Türkçe demektir. Ne mutlu, Türküm diyene!” gerçekliğinin sonucu olarak inkılap çalışmalarına başlanmıştır. Latin harflerine geçiş ve Türk alfabesinin kabulü ile Türkçe’nin yabancı diller boyunduruğundan kurtarılması çalışmaları hız kazandı. Eski adı ile Türk Dilini Tetkik Cemiyeti, bugünkü adı ile Türk Dil Kurumu resmen kuruldu. İlk kurultayın toplantısında inkılabın gerçekleşmesi ve toplum tarafından bir önce kullanılması ve geliştirilmesi adına bir takım öncü maddeler hazırlandı. Türk dilinin yabancı diller ile karşılaştırılması, dilin tarihinin araştırılması, Osmanlıca kelimelerin Türkçe karşılığının bulunması, sözlük hazırlanması, cemiyete ait bir dergi yayınlanması gibi ana maddelere öncelik verilerek çalışmalar hız kazandı. Lakin masada konuşulanların uygulamaya dönüşümü çok da kolay olmadı. Cemiyet içinde yeterli ve donanımlı bilim insanlarının olmayışı sebebi ile gönüllü aydınlar kolları sıvadı. Uzun süren çalışma ve araştırmalar ile gerekli dokümanlar hazırlandı. Velhasıl zor oldu bugün kullandığımız dilin mevcut halini alması. Yahut mevcut olması gerektiği hali demeliyim. Demeliyim çünkü dilde katliam artmış durumda. Üniversite yıllarımda Üstün Dökmen okulumuza gelmişti. On beş yıl önceden bahsediyorum! “Bir mekân gördüm: ‘Simit Center’ adında. Yahu arkadaş, ben simidi anlıyorum, centerı anlamıyorum. Ecnebi de centerı anlıyor simidi anlamıyor. Bu nasıl bir çıkmazdır!” demişti. Ticari aç gözlülük, çok tutulan kişi ya da topluluk olma gayesi, sözde farklı olma çabası gibi birçok safsata ile kültürel benlik ve birliğimiz temel taşı olan Türkçe yok oluyor.
Ecdadın da dediği gibi “Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmalıyız.” Geleceğimize en büyük mirasımız olacak kültürümüz, töremiz, tarihimiz ancak Türkçe’nin muhafazası ile mümkündür. Geleneklerinden yoksun büyüyen bireyin yozlaşması kaçınılmazdır. Tarihini harici dillerden öğrenmeye çalışanın ders alması mümkün değildir. Bugününü yabancı dillere teslim edenlerin yarını yoktur.