Köyde büyüdüğüm için hayrına çırpındığım halde anlamayan insanlara alışkınım. Nedense o dili inkar edip bir türlü kabul etmez bir güruh vardır. Avam kelimelerle, mahalle tavrıyla, kahve jargonuna biraz da hamaset kattın mıydı oldu bitti. Arkadan, alttan, derinden neler yaptığınızın hiç mi hiç önemi yoktur. Daha evvel demiştim; köylü, kasabalı oportünist (çıkarcı) olur diye. İyi de şehirli, entelektüel, okumuşlar çok mu farklı? Tabi ki farklı değil. Bu başlı başına bir erdem meselesi.
Bir yandaşlık, bir kadrolaşma, bir kayırmacılık (dolayısı ile yerini garantileyip, kendini kayırma) her alanda mevcut. Bir doğa kanunu gibi... Anne çocuk ilişkilerinde bile gördüm. İyi ki bazı iç niyetler alnımızın ortasından bir monitör yazısı gibi geçmiyor da, bazı olumlu onaylamalarla kendimizi kandırıp hayatı çekilir kılabiliyoruz. Yoksa buralarda işin ne. Al başını git bir yerlere münzevi bir hayat yaşa. İyi de öyle bir yer mi kaldı? Ademin oğlu her yere bıraktı yediği haram buğdayın artıklarını. Rahmetli duayen yazar, Çetin Altan'dan öğrenmiştim enseyi karartmamayı. Ama ne çare. İçe dönüp yüreğimizin sesini dinlemeyi salık verenler de vardı, sırça köşke sığın diyen ölmüş yazarlar da. Hele biri vardı ki, nobel konuşmasında, bütün bir sistemi deşifre etmiş, bütün iyi insanları uyarmış, duruma iyilikleri ve yürekleriyle müdahale etmeye çağırmıştı. Kim anladı dersiniz? Tahmin edeceğiniz gibi çok kişi değil. Hatta çoğu kendini entelektüel sayanların bile haberi yok bu denilenlerden. Duyanların da marjinal bir çıkış deyip geçiştirdiklerine eminim. Denilebilecek her şeyin büyük bir içtenlikle, yalın bir biçimde, söylense de, dolap beygiri gibi olduğu yerde tepinmekten başka işe yaramayacağını ilk o zaman anlamıştım. İltifat edip yücelttiklerim, bu durumu gün gelip istismar ettiklerinde onlardaki değerimi, eşeği dost sanıp da yüzüme kuyruğu çarptığında sınır çizmeyi öğrendim. Dönüşümsüz gemiler yakmayı da öğrendim. Sonunda kendime yabancılaşsam da dişimi sıkıp namerde minnet eylememeyi öğrendiğimde de epey gençtim. Sistem dışı işlere kalkışıp, yalnız kalabilmeyi göze alabilmem de bundandır muhtemelen. İçimin zehrini akıtabilmek için Midas'ın berberininkine benzeyen yöntemler geliştirmeye kalkıştım. Halen içimdekileri bağırabileceğim mecralar arar dururum. Sizlerle bu yazılar vesilesiyle konuşmaya kalkışman bu mecralardandı baştan beri. “Kralın kulaklarının eşek kulakları olduğunu” bıkıp usanmadan söyleyip duracağım sizlere. Bir tek siz bileceksiniz. Kimi zaman da bulduğum yüzeye çizmeye boyamaya çalışacağım. Bir de şu neyi üflemeyi bir halletsem, zehir tümüyle aktı gitti demektir. Bu iç muhasebe gibi akan yazımın sebebi doğduğum günün yaklaştığından olmalı. Kendiliğinden gelişti. Dinlediğiniz ve paylaştığınız için müteşekkirim. Kalın sağlıcakla.
YAZARLAR
Yayınlanma: 16 Ocak 2021 - 10:00
Midas'ın berberinden
Köyde büyüdüğüm için hayrına çırpındığım halde anlamayan insanlara alışkınım
YAZARLAR
16 Ocak 2021 - 10:00
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir