Sosyal bir canlı olduğu ileri sürülen insan, modernleşme akımına kapılır kapılmaz korkunç bir yanılgıya düştü. Sözüm ona modern insanlardan biri, nice kalabalıkların arasından sıyrılarak kendini bir adım öne attı ve tüm inancıyla şöyle haykırdı:
“Hayat paylaşınca güzel!” Sonra ne mi oldu? Göndere kızıl bir bayrak çekildi, dünyanın tüm halkları birleşti, silah seslerinin yerini gökyüzünde süzülen güvercinlerin kanat çırpışları aldı. O günden sonra ne komşusu aç olan yatağa tok girebildi ne de hakkı yenecek bir yetimin tüyü bitebildi… Toprağa düşene sadece cemre dendi, kan değil. Toprağa verilense yalnız tohum oldu, bayrağa sarılı tabutlar değil. Artık kutsal olan uzun uzun yaşamaktı. Doğumlar refahtan, ölümler yaşlılıktan arttı. İnsanlık, iyiliğe nihayet bağışıklık kazanmıştı. Ağlamak, tedavülden kalkarken gülmekse resmi marş ilan edildi. O gün bugündür hayatını, el ele tutuşup her şeyi paylaşarak sürdüren insanlık, sonsuza dek mutlu yaşadı(!) Geriye kalanlara ise “mutsuzlar” dendi.
Dünyanın en ücra yerlerine gidip en tenha kuytularda yıllar boyu saklandılar. Büyük bir sessizlik içindelerdi. Tüm söyleyecekleri alınlarında yazılıymışçasına bir köşede durup anlaşılmayı beklediler.
Olmadı.
Dışlarını içlerine büktüler.
Kimse onları duymadı.
Kainatın en tatsız duygularını beşik gibi sallayarak yalnızlıklarını büyüttüler.
Kimse onları görmedi.
Çünkü tanıştırayım, gerçekten mutsuz insanlar böyledir. Onların varlığından haberdar bile olmazsınız. Zira onlar kimseye sızlanıp kimseden dert yanmazlar. Önlerinde dondurma kabı, ellerinde mendil, sırtlarında hırka olmaz. Onlara salaş bir barda, iki kadeh şarap kafasıyla dans ederken rastlamazsınız.
Zira kalabalıklar arzulayanlar sünnet düğünlerine katılıp bayram ziyaretlerine giderler.
Ve mutsuzlar bilir;
Mutsuzluk, tekildir.
“Hayat paylaşınca güzel!” Sonra ne mi oldu? Göndere kızıl bir bayrak çekildi, dünyanın tüm halkları birleşti, silah seslerinin yerini gökyüzünde süzülen güvercinlerin kanat çırpışları aldı. O günden sonra ne komşusu aç olan yatağa tok girebildi ne de hakkı yenecek bir yetimin tüyü bitebildi… Toprağa düşene sadece cemre dendi, kan değil. Toprağa verilense yalnız tohum oldu, bayrağa sarılı tabutlar değil. Artık kutsal olan uzun uzun yaşamaktı. Doğumlar refahtan, ölümler yaşlılıktan arttı. İnsanlık, iyiliğe nihayet bağışıklık kazanmıştı. Ağlamak, tedavülden kalkarken gülmekse resmi marş ilan edildi. O gün bugündür hayatını, el ele tutuşup her şeyi paylaşarak sürdüren insanlık, sonsuza dek mutlu yaşadı(!) Geriye kalanlara ise “mutsuzlar” dendi.
Dünyanın en ücra yerlerine gidip en tenha kuytularda yıllar boyu saklandılar. Büyük bir sessizlik içindelerdi. Tüm söyleyecekleri alınlarında yazılıymışçasına bir köşede durup anlaşılmayı beklediler.
Olmadı.
Dışlarını içlerine büktüler.
Kimse onları duymadı.
Kainatın en tatsız duygularını beşik gibi sallayarak yalnızlıklarını büyüttüler.
Kimse onları görmedi.
Çünkü tanıştırayım, gerçekten mutsuz insanlar böyledir. Onların varlığından haberdar bile olmazsınız. Zira onlar kimseye sızlanıp kimseden dert yanmazlar. Önlerinde dondurma kabı, ellerinde mendil, sırtlarında hırka olmaz. Onlara salaş bir barda, iki kadeh şarap kafasıyla dans ederken rastlamazsınız.
Zira kalabalıklar arzulayanlar sünnet düğünlerine katılıp bayram ziyaretlerine giderler.
Ve mutsuzlar bilir;
Mutsuzluk, tekildir.