Poulo Coelho ile bir yaz akşamı köyde tanıştım. Kitabını okumak, o yazarla tanışmak değil midir? Bence fazlasıdır da. Onunla sohbet etmektir. Sohbet ederken; sıradan, gelişigüzel şeyler de söylenir ama bir yazarın kitabına yazdıkları öyle mi? Sohbetten farklı olarak yazarın sırf özlü sözlerini dinledim bile denilebilir. Gelelim tanıştığımız güne. Köyde koyun otlatıyordum. Kitabın konusunun da bir çobanın öyküsü olduğunu düşünecek olursak, beni gören biri, kitabı kendimden bahsettiği için okuduğumu düşünürdü. Bir şeyleri sorguladığım bir dönemde köydeydim, yalnızdım. Okuduğunuz bütün kitaplar sizden bahseder ya, bu defa gerçekten öyleydi. Geceleri kendime, buğdayları hasat eden biçerdöverin, mahsulü alıp arkada bıraktığı samanlardan yatak yapıp, koyunlarımı kaybetmeden uyanık kalmaya, boyunlarındaki çanların sesini takip etmeye çalışırdım. Koyunlar yaz aylarında gece, kış aylarında ise gündüz otlatılırken, yapılabilecek en güzel şeylerden biri ve zamanı değerlendirmenin en faydalı yolu kitap okumak olsa gerek. Aslına bakarsanız yapılacak bir şey yok. Simyacı, bir çok kişi gibi benim de en sevdiğim ve bir solukta içtiğim kitaplardan bir tanesi. Şimdiye kadar en çok dile çevrilmiş kitap olduğunu ve bununla guinness’e girdiğini biliyor muydunuz? Coelho, simyacıyı sadece iki haftada yazmış. Brezilyalı bir yazar Coelho. Komşu ülkede, Arjantin’de yetişmiş bir yazarın, Borges’in, yazılarına benzetildi. Her yazar ömründe bir kere mutlaka Borges yordamıyla yazmış mıdır? Ne dersiniz? O yazarın da bin bir gece masallarından etkilendiği söylenir. Oradan gidersek, Mevlana’nın hikayelerine kadar ulaşırız.
Poulo Coelho, simyacıyı 1987’de yazdı. Yazılalı 32 yıl olmuş. Bir nesil geçmiş neredeyse. Esin kaynağı olmalı mutlaka. Mirastan faydalanmamak olur mu? Miras faydalanılmak için, Coelho’nun da güzel kaynaklardan beslenmesi gayet doğal. Beslenmek ile kopyacılık farklı şeylerdir. Evrensel değerlerden dem vurarak, herkesin kendisini konunun kahramanı hissetmesini sağlamış. Şimdi söyleyeceğim şey önemli. Kitabı birkaç cümlede özetlemek zor olsa da, ilk kez dile getirilen bazı öz cümlelerin, şimdilerde çeşitlenerek sürüp gittiğini görürsünüz. Bununla ilgili farklı meslek alanları bile oluştu. Ve bunların bazı tekrarlarının, bir neslin içine düştüğü “boş”luğunu doldurmaya kaynak olarak değerlendirildiğini görürsünüz. Coelho’nun öteki kitapları da aynı doğrultuda ve tutarlılıkta devam etti. Coelho’yu taklit eden bir çok kitap çıktı piyasaya. Sırrı deşifre ettiğine inananlar, yegane gerçeğe sahip olduğunu düşünenler, her şeye çok kolay yoldan sahip olunabileceğine ve bunun için bütün evrenin kendisine yardım ettiğine inananlar oldu. Hemen dibindeki sorunla hesaplaşma cesaretini bulamayıp, sorunu evrene yollayanlar filan da cabası. Baştan beri kolay yoldan zengin olmak isteyenlere, tembellere istismar alanı doğdu.
Ne diyordu simyacı? Kişisel menkıbe diyordu. “Bir şey istediğin zaman evrenin ruhunda bir istek oluşur. Bu senin yeryüzündeki özel görevindir. Bir şey istediğin zaman bütün evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar.” Bir şeyin olması için ‘sadece istemek yeterli’ fikri tuttu. Ya da kimilerinin işine geldi. Binlerce kitap yazıldı, on binlerce söyleşi yapıldı. Bir çok fütürist, bir sürü de yaşam koçu türedi. Bu kişiler, sırrı bilmeyenlerin kulağına güya sırrı fısıldıyordu. Ve bulunan bu fikre pazar bulabilmek zor olmadı. “Boş”lukta olan, yetersiz, idealsiz, tutkusuz, ilhamsız, tembel bir kuşak bu sayede bütün isteklerine kavuşabilme vaadiyle pazar ağı oluşturdu. Kuşak dediğime bakılmasın. Her yaştan müridi olan bir dine dönüştü neredeyse. İlhamını sağlam yerden alan bir yapıtın istismarı ya da yan etkisi diye düşünüyorum. Daha önce de demiştim; sadece yaptıklarımızla değil, düşündüklerimizle bile ortak akla katkı sağlıyoruz diye (olumlu bir şeyse de etki ediyoruz demeli. Anlam bozukluğuna mahal vermeden). Kim bilir? Belki de belli bir dönemde bu da gereklidir. Yeni açmazlara bir baypas olur. Anlamsızlığın buhranına teselli olur belki. Ama ne demişti Nietzsche? “Teselli en son kötülüktür.” Hakikaten teselli böyledir. Böyle bitirmek istemem. Can Yücel’in bir mısrası daha yerinde olacak kanımca. “ Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.” Hoşçakalın.
YAZARLAR
Yayınlanma: 06 Nisan 2019 - 10:16
Neydi simyacının derdi?
Poulo Coelho ile bir yaz akşamı köyde tanıştım
YAZARLAR
06 Nisan 2019 - 10:16
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir