Hiç unutmam zamanın başbakanı Ahmet Davutoğlu’na sesi kısıldığı için Ispartalılar gül yağı ile gargara yaptırmıştı. Bazıları ballı ıhlamur kullanıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ses kısıklığı için doktor tavsiyesiyle kullandığı özel bir iksiri olduğu da biliniyor. Erdoğan’a doktorları, bal, karabiber ve zencefilden oluşan bir karışım öneriyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da benzer bir formül uyguluyor. Bununla birlikte ılık limonlu ıhlamur içerek ses tellerini korumaya çalışıyor. Kılıçdaroğlu’nun sunucusu Barış Bozkurt cebinde taşıdığı kaya tuzunu andıran şekerleri kullanıyor. Ki ben bu şekerleri Bozkurt’u ziyaret ettiğimde bizzat gördüm. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ise bol su içmekten başka özel bir formülü bulunmuyor. Gün boyunca sürekli çay ve su içen Bahçeli’nin sese gereken özeni göstermediği söylenebilir.
ÇOCUKTA BU PROBLEME DİKKAT
Sevgili Çanakkaleliler, çocuklarda gizli kalan işitme kayıpları dil gelişiminin olumsuz etkilenmesine, okul başarısızlığına ve anlamlandırılamayan öfke nöbetlerine neden olabiliyor. Konuşmayı yaşıtları gibi öğrenemeyen ve doğru sözcükleri bulamayan çocuklar kendini toplumdan soyutlayarak yalnızlaşabiliyor. Çocuklarda büyüme ve gelişme geriliğine yol açabilen işitme bozukluklarının erken dönemde tedavi edilmesi gerekiyor. ECEVİT VE HİTABET
Bülent Ecevit, şüphesiz 1970’li yılların hitabet yıldızıydı. “Ne ezen ne ezilen, Hakça bir düzen”, “Toprak işleyenin su kullananın”, “Köykent’ler,” gibi ifadeleri zihnimize kazıdı. Bülent Ecevit nezaketinden, kibarlığından asla taviz vermezdi. Rakiplerine asla hakaret etmezdi. En baş rakibi Süleyman Demirel’e bile “Sayın Demirel” diye hitap etmeye devam etti. O bir nezaket abidesiydi. Duru bir Türkçe, anlaşılırlık, miting meydanlarında coşku ve hitabete dair nice güzellikler onda buluşmuştu. Bu anlamda bugün Çanakkale’deki ve ülkemizdeki birçok siyasetçiye dilerim örnek olsun. MÜTHİŞ BİR KONUŞMA
Behçet Kemal Çağlar, bugünkü Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert Kolej olduğu zamanlarda, Kolej’i bitiren gençlere şöyle konuşmuştu:
“Çocuklar, artık hayata atılacaksınız. Başarılı olmanız için kendinize iyi örnekler seçmeye mecbursunuz. Sizlere teklifim, yokuştan inerken göreceğiniz aşı boyalı bir evin önünde durup düşünmenizdir. Vaktiyle orada sadece kalemi ile istibdada, zulme, cesaretle kafa tutan Tevfik Fikret adlı biri yaşamıştı. Ona benzemeye çalışın. Eğer kendinizde o kudreti bulamıyorsanız, yokuştan biraz daha aşağı inin, solunuzda, Rumelihisarı’nın burçlarını göreceksiniz. O kaleyi, aşağı yukarı sizin yaşınızda bir genç, Fatih Sultan Mehmet yaptırdı ve ülkesine İstanbul’u kazandırdı. Ona benzemeye çalışın. Şayet bunu da göze alamazsanız, daha aşağılara inince bir mezarlığa rastlayacaksınız; içinde dünyanın bütün güzelliklerini şahane bir şekilde dile getirmiş şair Yahya Kemal yatıyor. Onun gibi olmaya bakın.
Yok, bunu da yapamam derseniz, yolunuza devam edin, karşınıza deniz gelecek; kendinizi hemen oraya atın.” ONDAN UZAK TUTUN
Amerikan Pediatri Akademisi “2 yaşından küçük çocukların televizyon izlememesi gerektiğini” belirtiyor. Çünkü bu dönem çocuğun beyin gelişiminin en hızlı olduğu evre ve çocuğun öğrenebilmesi için ekran karşısında oturması değil, insanlarla etkileşimde olması gerekiyor. Yapılan araştırmalar bu dönemde TV izleyen çocuklarda gecikmiş konuşma riskinin arttığına dikkat çekiyor. 2 ila 5 yaşındaki çocuklarda ise günde en fazla bir saate izin verilmesi tavsiye ediliyor. Çünkü televizyon, çocuklardaki dil ve konuşma gelişimini sekteye uğratıyor ve dil konuşma bozukluklarına neden olabiliyor. Ayrıca, beynin yorumlama ve düşünmeyle ilgili kısımlarının yeterince gelişmesini engelliyor. HAZIR CEVAPLILIK
Hazır cevaplılık ne eşsiz bir meziyet. Şüphesiz düşünen, okuyan ve üreten kafaların mahsulüdür bu özellik. Son zamanlarda pek gördüğümü söyleyememem. Ama geçmişten sayısız örnekler var. İşte sizler için üç örnek. Talebelerden biri Sokrat’a sormuş:
-Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin ve onlara hitabet sanatını öğrettiğin halde, niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?
-Evlat, demiş Sokrat. Bileytaşı keskin değildir amma, en sert demiri bile keskin eder…
***
Amerikalı iş adamı, bir Çinliye alay ederek sormuş:
-Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?
Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş:
– Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.
***
Hristiyan din adamlarından biri, Ülkemize gelerek küçük bir çocuktan kendisine o şehirdeki kiliseyi göstermesini ister. Kiliseye ulaştıklarında, papaz:
-Aferin çocuğum, der. Yarın buraya gel de, sana cennetin yolunu göstereyim.
Çocuk, papazın niyetini sezerek:
– Siz, kilisenin yolunu dahi bilmiyorsunuz, diye cevap verir. Cennetin yolunu nasıl bileceksiniz ki? BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
İnsanın vücudundaki en güçlü kaslardan birinin dil kası olduğunu, herkesin dil izinin de tıpkı parmak izi gibi ayrı ve kişiye özel olduğunu biliyor muydunuz?
Sevgili Çanakkaleliler, çocuklarda gizli kalan işitme kayıpları dil gelişiminin olumsuz etkilenmesine, okul başarısızlığına ve anlamlandırılamayan öfke nöbetlerine neden olabiliyor. Konuşmayı yaşıtları gibi öğrenemeyen ve doğru sözcükleri bulamayan çocuklar kendini toplumdan soyutlayarak yalnızlaşabiliyor. Çocuklarda büyüme ve gelişme geriliğine yol açabilen işitme bozukluklarının erken dönemde tedavi edilmesi gerekiyor. ECEVİT VE HİTABET
Bülent Ecevit, şüphesiz 1970’li yılların hitabet yıldızıydı. “Ne ezen ne ezilen, Hakça bir düzen”, “Toprak işleyenin su kullananın”, “Köykent’ler,” gibi ifadeleri zihnimize kazıdı. Bülent Ecevit nezaketinden, kibarlığından asla taviz vermezdi. Rakiplerine asla hakaret etmezdi. En baş rakibi Süleyman Demirel’e bile “Sayın Demirel” diye hitap etmeye devam etti. O bir nezaket abidesiydi. Duru bir Türkçe, anlaşılırlık, miting meydanlarında coşku ve hitabete dair nice güzellikler onda buluşmuştu. Bu anlamda bugün Çanakkale’deki ve ülkemizdeki birçok siyasetçiye dilerim örnek olsun. MÜTHİŞ BİR KONUŞMA
Behçet Kemal Çağlar, bugünkü Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert Kolej olduğu zamanlarda, Kolej’i bitiren gençlere şöyle konuşmuştu:
“Çocuklar, artık hayata atılacaksınız. Başarılı olmanız için kendinize iyi örnekler seçmeye mecbursunuz. Sizlere teklifim, yokuştan inerken göreceğiniz aşı boyalı bir evin önünde durup düşünmenizdir. Vaktiyle orada sadece kalemi ile istibdada, zulme, cesaretle kafa tutan Tevfik Fikret adlı biri yaşamıştı. Ona benzemeye çalışın. Eğer kendinizde o kudreti bulamıyorsanız, yokuştan biraz daha aşağı inin, solunuzda, Rumelihisarı’nın burçlarını göreceksiniz. O kaleyi, aşağı yukarı sizin yaşınızda bir genç, Fatih Sultan Mehmet yaptırdı ve ülkesine İstanbul’u kazandırdı. Ona benzemeye çalışın. Şayet bunu da göze alamazsanız, daha aşağılara inince bir mezarlığa rastlayacaksınız; içinde dünyanın bütün güzelliklerini şahane bir şekilde dile getirmiş şair Yahya Kemal yatıyor. Onun gibi olmaya bakın.
Yok, bunu da yapamam derseniz, yolunuza devam edin, karşınıza deniz gelecek; kendinizi hemen oraya atın.” ONDAN UZAK TUTUN
Amerikan Pediatri Akademisi “2 yaşından küçük çocukların televizyon izlememesi gerektiğini” belirtiyor. Çünkü bu dönem çocuğun beyin gelişiminin en hızlı olduğu evre ve çocuğun öğrenebilmesi için ekran karşısında oturması değil, insanlarla etkileşimde olması gerekiyor. Yapılan araştırmalar bu dönemde TV izleyen çocuklarda gecikmiş konuşma riskinin arttığına dikkat çekiyor. 2 ila 5 yaşındaki çocuklarda ise günde en fazla bir saate izin verilmesi tavsiye ediliyor. Çünkü televizyon, çocuklardaki dil ve konuşma gelişimini sekteye uğratıyor ve dil konuşma bozukluklarına neden olabiliyor. Ayrıca, beynin yorumlama ve düşünmeyle ilgili kısımlarının yeterince gelişmesini engelliyor. HAZIR CEVAPLILIK
Hazır cevaplılık ne eşsiz bir meziyet. Şüphesiz düşünen, okuyan ve üreten kafaların mahsulüdür bu özellik. Son zamanlarda pek gördüğümü söyleyememem. Ama geçmişten sayısız örnekler var. İşte sizler için üç örnek. Talebelerden biri Sokrat’a sormuş:
-Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin ve onlara hitabet sanatını öğrettiğin halde, niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?
-Evlat, demiş Sokrat. Bileytaşı keskin değildir amma, en sert demiri bile keskin eder…
***
Amerikalı iş adamı, bir Çinliye alay ederek sormuş:
-Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?
Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş:
– Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.
***
Hristiyan din adamlarından biri, Ülkemize gelerek küçük bir çocuktan kendisine o şehirdeki kiliseyi göstermesini ister. Kiliseye ulaştıklarında, papaz:
-Aferin çocuğum, der. Yarın buraya gel de, sana cennetin yolunu göstereyim.
Çocuk, papazın niyetini sezerek:
– Siz, kilisenin yolunu dahi bilmiyorsunuz, diye cevap verir. Cennetin yolunu nasıl bileceksiniz ki? BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
İnsanın vücudundaki en güçlü kaslardan birinin dil kası olduğunu, herkesin dil izinin de tıpkı parmak izi gibi ayrı ve kişiye özel olduğunu biliyor muydunuz?