Düşün karşında biri ‘samimiyetini yitirdin’ diyor birine. Kastettiği bir anlam var ve onun canını yakıyor. Ama anlamıyorsun ne demek istiyor. Onun anlam dünyasında ne oldu, anlamıyorsun. Bir şeyler yaşandı, bir sonuçlara vardı. Ama herkeste olanın anlamı başka oldu. Kara komik.
“Peki samimiyet gerçekten ne demek?”
“Çok aşikar değil mi?” dedi. Acaba onun için o kadar aşikar olan neydi, ben bilmiyordum. “Bilmiyorum, ne ki senin için, benim için aşikar değil.” İletişimdeki anlaşmazlıklarda, bağlantı kurmakta engel oluşturan temel şeylerden biri, anlam dünyalarımızı birbirimize doğru ifade etmediğimizin farkında olmamamız.
Şöyle söyledi: Birbirinin hayatına dokunmak.
Çok şaşırdım, hiç böyle bir tanım duymamıştım, ne demek istediğimi bilmiyordum.
“Yani?”
“Yani diğerinin yaşamını önemsemek, diğerinin de sorumluluğunu kendininkini aldığın gibi almak. Niye yüzeysel biliyor musun ilişkiler, niye samimi değil, çünkü önemsemiyoruz. Dertleriyle uğraşmak istemediğimiz için, dertlerimizi açmıyoruz. Anlatıyorsak bile o kadarcık, bir anlatmak sadece. …. Samimiyet bu değil. Diğerinin derdiyle dertlenmek, diğerinin sana dokunmasına izin vermek. Bu olmadıktan sonra sadece yüzeysel bağlar kurarız. Düşünsene 40 yıllık görüşen insanlar bir olay oluyor, görüşmemeye başlıyorlar. Çünkü o kadardı sadece, ‘görüşüyorlardı’.
Bu çok ilginç geldi. Sormaya devam ettim. Anlam ‘herkes kendi hayatından sorumlu’ temelinden ilerleyen bireyselliğe ters düşmeye başlayınca sordum, “ama o zaman samimiyet karışmak, müdahale etmekten nerede ayrılıyor?” Cevap bireyselciliğin norm olmasını sorgulamamız gerektiğini içeriyordu. “Çağın en yaygın kronik duygusu yalnızlık; delicesine samimiyeti özlüyoruz.” Ama, içinde yaşadığımız normlar samimiyete imkan tanımıyor. Ve tabi ki samimiyetin gelişmesi, güven ilişkileri, ‘bir’leşmek, zaman içinde oluşacak, herkesle paylaşılamayacak bir nitelik.
Tüm bu kavramlar arasındaki denge, düşündürücüydü. Bu anlamı tanımıyordum ama devasını bilmediğim derdime parmak basıyordu. Anlamın bu denli farklı gelmesi üzerine merak ettim ve sosyal medyada ortaya açtım bu soruyu. Gelen cevaplardan bazıları şöyleydi:
“Bana göre samimiyet insanın kendisine davranış biçimidir. Kendi içsel yolculuğunda hakikati örtmeye çalışmadan, egosunun arkasına sığınmadan, duygu ve düşünce akışı içerisinde kişiyi birliğe ve bütünlüğe, yani sonuca götürecek olan merdivenin ilk basamaklarından birisidir samimiyet.”
Buradan sevgi dillerine bir geçiş yapmak istiyorum. ‘Beş Sevgi Dili’ kitabı detaylı bir şekilde sevgiyi algıladığımız ve ifade ettiğimiz dillerden söz ediyor: ‘Hizmet etmek’, ‘hediyeler vermek’, ‘takdir ve onay sözleri söylemek’, ‘nitelikli zaman geçirmek’ ve ‘dokunmak’. Birimiz sevdiği için diğerine bölünmemiş dikkatini, vaktini ayırırken, diğeri sevildiğini anlamak için kendisine bir yemek yapılmasını bekliyor. Biri dokunarak ilgisini sevgisini yeterince ifade ettiğini düşünürken, diğeri yeterince güzel söz duymadığı için sevilmediğini düşünebiliyor. Sevgi, çeviride kayboluyor. Peki sendeki anlamı ne? Ve sevdiklerinde? Çeviride kaybolan anlamı arayıp bulmak için, sorumluluk almaya gönüllü müsün? Bu konuda samimi misin? Hayatında her anlamıyla samimiyet artsa, yaşamın nasıl dönüşür?
YAZARLAR
Yayınlanma: 11 Ocak 2021 - 09:30
Sevgi dili ve samimiyet
Düşün karşında biri ‘samimiyetini yitirdin’ diyor birine
YAZARLAR
11 Ocak 2021 - 09:30
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir