Bir gün güneşli ve güzel bir günün öğle saatlerinde kordonda yürüyüşe çıktınız. Yanınızda da birkaç yaşında çocuğunuz var. Dolaşırken bir de bakıyorsunuz denizin üzerinde yürüyen biri var. Birkaç kişi de hiçbir alet kullanmadan gökyüzünde uçuyor. Tabi ki de buna çok şaşırırsınız. Akıl ve mantığınız nasıl böyle bir şey olabildiğini sorgulamaya başlar. Gözlerinize inanamazsınız. Bu akıl dışı bir durumdur. Çünkü insanların deniz üzerinde yürüyüp ve gökyüzünde uçamayacağını herkes bilir. Ama bu duruma çocuğunuz hiç şaşırmaz ve hatta çok eğlenceli görür bu durumu. Çocuğunuza daha insanların uçamayacağını öğretmemişsinizdir.
Başka bir örnek verecek olursak, bir şekilde ormana bırakılmış ve büyümüş bir çocuğu ele alalım. Bu tür efsaneler çoktur hemen hemen herkes birkaçını hatırlar. Neyse konuyu saptırmadan devam edeyim. Bu çocuğun konuşmayı öğrenebilmesi imkansızdır. Din ve Tanrı inancı olmaz. Belki içgüdüsel olarak doğada göçlü gördüğü şeylerden korktuğu için onları yaratıcı ya da her şeye yön veren güçler olduğuna inanır. Bebek doğduğunda zihni bir “tabula rasa” dır. (boş levha) Bebek büyüdükçe içinde bulunduğu aile ve sosyal çevreden her şeyi öğrenir. Boş levha dolmaya başlar. Çocuk sobanın yanıp yanmadığına dikkat etmeden dokunabilir ve eli yanar. Bu tecrübeden sonra sobaya dokunulmayacağını öğrenir. Biraz daha büyüdüğünde içinde ateş yanan ve sıcak olan sobaya dokunmaması gerektiği tecrübesini edinir.
“Hiçbir insanın bilgisi, edindiği tecrübenin ötesine geçemez.” Bu cümlenin sahibi olan ve 1632 yılında İngiltere’de doğan John Locke, düşünce özgürlüğü ve insanların deneyimlerinden bilgi edinebilme becerisini ortaya koyarak felsefe tarihinin kırılma noktalarından birini yarattı ve böylece Avrupa’nın aydınlanması ve Akıl Çağı’nın gerçek kurucusu olarak kabul edildi. John Locke’un bilgi anlayışına göre, gerçek bilgi ancak ve ancak deneyim ile mümkün olabilir. Deneyim karanlık bir odada açılan ışık misali zihinde yeni ideler oluşmasını sağlayacak ve önceden oluşmuş idelerle birleşerek karmaşık yapıları zihinde inşa etmemizi sağlayacaktır. Deneyimleri edinmenin yegane kaynağı olarak duyuları işaret eden John Locke için, insanın doğmadan önce herhangi bir bilgiye sahip olması mümkün değildir. “İnsan zihni doğduğu an boş bir levha gibidir” diyerek zihinde doğuştan gelen hiçbir bilgi olmadığını öne sürmüştür. Böylece kendinden önceki filozofların savı olan “a priori” terimini ortadan kaldırmış ve zihni tertemiz bir sayfa olarak, teknik deyimle “tabula rasa” olarak nitelendirmiştir.
Tüm bilgileri deneyimlerimize göre edindiğimizi öne sürmesinden dolayı evrensel bir bilgi elde etmenin de Locke’un felsefesine göre imkansız olduğu görülmektedir. Bir kişinin beyaz rengin tanımını doğuştan bilmesi söz konusu değildir. Locke’a göre beyaz bir duvara bakıyorsanız, beyaz bir duvara bakıyorsunuzdur. Bu duvarı kaldırmak ya da duvarı siyah görmek deneyimsel açıdan mümkün değildir. Ancak duvarın beyaz olduğunu söyleten “beyaz renk” tanımı deneyimler yoluyla kazanılmıştır. Bir kişinin beyaz rengin tanımını doğuştan bilmesi söz konusu değildir. İnsan duyularıyla aldığı deneyimler sırasında edilgendir (pasif). Diğer bir deyişle beş duyumuzla aldığımız herhangi bir bilgiyi kontrol edebilme ya da algılamamayı seçme gibi bir imkanımız yoktur.
Edindiğimiz bilgiler iç duyum sürecinden geçer. İç duyum sırasında, duyu ile edinilen bilgiler işlenir, önceki girdiler ile karşılaştırılır, benzer ve farklı yönler bulunarak kaydedilir. İnsan zihni kompleks ideler olarak nitelendirilen bu süreç sonrasında asıl bilgiye ulaşmaktadır. “Hiçbir insanın bilgisi, edindiği tecrübenin ötesine geçemez” diyen John Locke insanın mutlak bilgiye erişiminin duyulardan edinilen girdilerin yorumlanmasıyla olduğunu savunmuştur. John Locke’un boş levha görüşü Aristokratlar tarafından hiç hoş karşılanmamış ve hatta tepki toplamıştır. Bunun sebebi eğer Locke’un iddiaları doğruysa, üst kesimin aristokrasiye doğuştan layık olmamaları gereğidir. Toplumsal sınıflandırmanın altını oyan teorileriyle liberalizmin (bireysel özgürlük) kuruculuğunu yapan John Locke için devlet sadece mülkiyeti korumak ve kollamak için vardır ve güçler ayrılığı ilkesi toplumun mutluluğu için mecburidir. Locke, insanın yaşamındaki tek yol göstericinin akıl olduğunu savunur. İnsanın, yol göstericisi olan aklını kullanıp, her türlü gelenek ve otorite baskısından kurtularak özgür düşünceyi seçmesi gerektiğini öne sürer. Ona göre insanı ve toplumu ileri götürecek şeylerin başından özgür düşünce gelir. Tabula rasa Locke'u her şeyin doğuştan belirli olduğunu savunan kaderci filozoflardan ayırır.
YAZARLAR
Yayınlanma: 02 Nisan 2021 - 09:30
Tabula rasa
Bir gün güneşli ve güzel bir günün öğle saatlerinde kordonda yürüyüşe çıktınız
YAZARLAR
02 Nisan 2021 - 09:30
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir