Parlak sabahyıldızı diye tanımlanırdı ilk çağlarda. Çolpan ve ya Çoban Yıldızı diye Anadolu’da adlandırılan ve gerçek adını eski Roma tanrıçasından alan yıldızdan bahsediyorum yani VENÜS’ten.
Büyüklüğü açısından Dünya ile benzerlik gösterdiğinden Dünya ile kardeş gezegen veya dünyanın ikizi olarak da bilinmektedir. Gökyüzünde güneşe yakın konumda bulunduğundan ve yörüngesi dünyanınkine göre güneşe daha yakın olduğundan yeryüzünden sadece güneş doğmadan önce veya battıktan sonra görülebilir. Bu yüzden Venüs; Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı veya Tan Yıldızı olarak da isimlendirilir. Bir diğer adı da Çoban Yıldızı’dır. Görülebildiği zamanlar, gökyüzündeki en parlak cisim olarak dikkat çeker.
Dünyada, bir tür tarih duygusu hissetmemenin olanaksız olduğu bazı yerler vardır. Düşünülür ki; bu durum geçmişte kendini bu işe adamış kişilerin, sonraki nesilleri oraya çekmek için bir anıt yaratma çabasının sonucudur. Mesela, İngiltere’nin güneyindeki ünlü STONEHENGE taş çemberi böyle bir yerdir. Çok daha kuzeyde ise az bilinen böyle bir yer daha vardır ki burası da İskoçya’nın kuzeyinde bir ada olan Orkney’deki BRODGAR’dır.
Güneş doğmadan önceki zayıf ışıkta Brodgar taş çemberinin ortasında bulunan her kes, bu müthiş yapı tarafından etkilenmekten ve hatta esinlenmekten kendini alamaz.
Çevre düzenlemelerinin insan üzerindeki etkisinin araştırılması çok eski zamanlardan günümüze dek süre gelmektedir. Tarih kitaplarında, eski yerleşim yerlerinin seçiminin su kaynaklarına, kışın güneş alıp savunmasız olmamasına, yağma, tecavüz ve talan etmeye hevesli barbarların saldırılarına karşı korunabilecek bir yer olmasına bağlı olduğu söylenmektedir. Peki bu doğru mudur? Bir dağı doruğu olsun, bir şelale olsun, doğada bulunan bir cisim seçtik diyelim. Onun hakkında bir şiir yazmaktan, onun manzarasına bakarak bir pikniğin tadını çıkartmaktan ve ya dijital fotoğraf makinemiz ile onun resmini çekmekten başka ne yapabiliriz. O objenin bize ve ya orada yaşayanlara etkisi tamamen belirsizdir.
Görünüşe göre atalarımız, böyle şeyleri bizden çok daha iyi anlıyorlardı. Verdiğim iki örnekte ki yapıların düzenlemelerinde günümüze dek gelmelerini ve yapıldıkları anda insana verdikleri etki ve esinti ile şimdi bile aynı duyguları verebilmelerini sağlayan GEOMANSİ sanatı vardır.
İnsanlar çağlar boyunca büyük zahmetlere girerek yeryüzündeki yapıları parlak gök cisimlerinin doğuş ve batış noktalarına hizalamak istemişlerdir. Bunu da GEOMANSİ ile sağlamak toplumları yapılar ile elde tutmanın bir yoluydu ve bu yöntem günümüze dek ulaşmış bir yöntemdir. Peki ama nedir bu GEOMANSİ?
Geomansi, kasıtlı olarak gökbilimi ile gökyüzünün, gezegenlerin ve evrenin enerjisinin kutsal yerler ile orada yaşayan insanlara yöneltmek için kullanılan yöntemdir.
Okuduğum bir kitapta on dokuzuncu yüzyılda yaşamış Cumhuriyetçi eylem adamı ve bir tarihçi olan Mason Richard Carlile’nin Hür Masonluğun amacına dair kısa bir paragrafına denk gelmiştim;
“Bir Masonun asıl işi gökbilim, kimya, jeoloji ve ahlak bilimi ile ilgilidir. Daha ayrıntıda ise haklarında öykülerin ve gizemlerin olduğu antik bilimlerle ilgilidir. İyi bir mason, mecazi anlamda Süleyman’ın Tapınağı’nı inşa edebilmelidir.”
Artık her kesin bildiği gibi çırak, kalfa ve usta dereceleri ile taçlandırılan tüm dünyaya yayılmış bir yapıdır Masonluk. Faal bir Mason için en önemli şey mimaridir. Doğanın müthiş dengesini bile tanımlarken Tanrı’dan büyük mimar diyerek bahsederler ve “Büyük Mimarın bize verdiği bir planı ve amacı var” derler. Ustalık seviyesine gelmiş bir Mason artık batıdan doğuya doğru adım atmaktadır, yani Parlak Sabah Yıldızının ışığına giden hayat yolunda ilerlemektedir.
Kentler ve içindeki yapılar eğer insanları etkileyecekse ve tarih boyu nesilden nesile aktarılacaksa Geomansi sanatı hep mimarların yardımcısı olmuştur. Tabi ki bununla uğraşan mimarların da.
Mihrimah Sultan, Osmanlı’nın “Muhteşem” lakaplı büyük cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’la olan efsane aşkının meyvesidir. Topkapı Sarayı’nda 1522 yılında doğan Mihrimah’a, Farsça’da Güneş ile Ay anlamına gelen adını, babası Sultan Süleyman koyar.
Zaman geçip, Mihrimah Sultan 17 yaşına geldiğinde evlilik için iki aday gündeme gelir. Biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeri ise Baş mimar Koca Sinan. Mimar Sinan o yıllarda evlidir ve ellili yaşlarındadır. Mihrimah, Hürrem Sultan’ın da girişimleriyle kayıtlara rüşvetçi ve entrikacı kimliğiyle geçen Rüstem Paşa’yla evlendirilir. Aradan yıllar geçer Mihrimah Sultan, Koca Sinan’ı bir gün huzuruna çağırarak İstanbul’da güzel bir yerde kendi adına bir külliye yapmasını ister. Mihrimah, Sinan’ın “Nereye yapılmasını arzu edersiniz” sorusuna “Yerini sen seç” diye cevap verir. Bunun üzerine Mimar Sinan, 1540 yılında Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Külliyesi’nin temelini atar. Külliye, 1548 yılında tamamlanır.
O günden sonra Mihrimah Sultan ile Mimar Sinan’ın bir araya gelmesi için aradan tam 14 yıl geçmesi gerekecektir. Mihrimah Sultan 1562 yılında Mimar Sinan’ı bir kez daha huzuruna çağırır ve İstanbul’da kendi adına bir külliye daha yapmasını ister. Bu külliyenin yerini de tıpkı ilkinde olduğu gibi yine Koca Sinan seçecektir. Sinan da ikinci külliye için İstanbul’un en yüksek tepesini seçer. Yeni külliye Edirnekapı surlarının dibine inşa edilecektir. Rivayete göre Koca Sinan derin bir tutkuyla âşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamıştır ama ona olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Kimi sanat tarihçilerinin iddialarına göre, Mihrimah Sultan adına yapılan külliyelerin duru, gösterişsiz ve asil duruşuna rağmen içinin alabildiğine aydınlık olmasında da Sinan’ın duygularının izleri sürülebilir. Acaba Sinan Mihrimah Sultan’ın iç güzelliğini bu şekilde mi anlatmaya çalışmıştır? Yine iddialara göre Sinan’ın Mihrimah Sultan’ın eşi Rüstem Paşa için yaptığı caminin çinileri ve süslemelerinin tüm ihtişamına rağmen diğer bütün yapılarının aksine daha karanlık olmasının altında da bu aşkın izleri mi vardır?
Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır da gizlemiştir. Mihrimah Sultan’ın Güneş’le Ay anlamına gelen ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde (Nisan ve Mayıs aylarında) bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğmaktadır.
Burada bir sanat yok da ne var? Geomansi yok da ne var?
Evet bu mimari sanat günümüzde de kullanılan ve toplumları etkileyerek yönetimi ele geçirmek adına uygulanan bir propaganda yöntemidir. Şehir planlamalarında, bina planlamalarında kullanılan simgeler, yönler ve özellikle seçilen Venüs ile insanları etkileme hep bir amaç içindir ve bu amaç da YENİ DÜNYA DÜZENİ’dir. Yeni dünya düzeninin merkezi olan Amerika’nın başkenti Washington, bu ülke kurulurken var mıydı? Hiç merak ettiniz mi? Niçin ABD’nin başkenti kurucu başkan ile aynı adı taşıyor? Cevabı bir Google kadar yakınınızda. Sormanız gereken şu, “Washington Street Layout” yani şehrin cadde krokisi. Sonuçlarına inanamayacaksınız.
Günümüzde savaşların hep Müslüman coğrafyasında olması sizce bir tesadüf mü? Niçin Vatikan’da hiç facia olmaz da Mekke’de de facia eksik olmaz? Tesadüf mü sizce? Tabi ki değil. Her gün televizyon ile evimize girip toplumsal değerlerimizi yıkan Hollywood düzmecesinden sonra şimdi de son on yıldır bir yerli dizi saçmalığı ile boğuşmaktayız. Toplumumuzu paramparça edip ahlaki yapımızı sıfıra indiren yerli dizi sektörüne bir dur demek Türk toplumunun geleceği neredeyse kaçınılmaz olmuştur.
Dil, din, örf, adet, gelenek ve göreneklerin içinde bulundukları coğrafyada yaşayan toplulukça sindirilip bir arada yaşanmasına milli kültür denir. Milli kültürümüzün neresinde vardır kocasını yeğeni ile aldatan bir kadının intiharına ağlamak. Çarpık ilişkilerle dolu olmayan, insanların silahlarla öldürülmediği, kadınların aşağılanmadığı, ev kadınlığının bayağı olduğunun anlatılmadığı bir dizi hatırlıyor musunuz? Bir de bunları subliminal mesajlarla da süslediklerini düşünün ki aslında gerçekten süslüyorlar ve bizler de bunu yaşıyoruz. Nasıl bir dünyadır bu?
YAZARLAR
Yayınlanma: 11 Aralık 2018 - 11:52
Ufuk Cankaya yazdı... Geomansi
Parlak sabahyıldızı diye tanımlanırdı ilk çağlarda
YAZARLAR
11 Aralık 2018 - 11:52
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir