Aslına bakarsanız alışmak büyük bir nimet. Sevince, hüzüne, heyecana, korkuya hepsine alışmak gerek. Evet evet sevince bile alışmak gerek. Sevindiğimiz bir duruma da alışmak gerek düşünsenize 6 ay aynı konuya sevinip ağzınız kulaklarınızda gezdiğinizi… Ama en risklisi tehlikeye alışmak. Yaşadığımız süreçte görmediğimiz ama bildiğimiz bir tehlike var, salgın. Endişelenerek gözlemliyorum süreci. Hem iş hayatım nedeniyle bulunduğum Ankara’da hem çok sevdiğim memleketim Çanakkalem’de bu salgın tehlikesine alışmışız gibi bir intiba var. İlk günlerde gece saat 00:00 civarlarında günlük yeni vaka sayılarını, iyileşen hasta sayılarını korku, merak, endişe içinde takip eden insanlar şimdilerde durumu çok umursamaz olmuş. İlk vefatın ardından ne yapacağını şaşıranlar günde 20’ye yakın kişinin vefat etmesine kayıtsız kalıyor. Bu alışmışlık rehaveti getiriyor. Rehavet tedbirleri gevşetiyor. Panik kötü bir şeydir ama korku bazen gereklidir.
Ali’ye
Yaklaşık 5 yıl önce tanışmıştık Ali ile. O zamanlar 9 yaşlarındaydı. Yaşının da gereği tatlı yaramazlıkları olmuyor değildi. Yaşadığı öğrenme güçlüğü nedeniyle okuma-yazmayı henüz öğrenememişti. Pırıl pırıl tertemiz bir çocuk. Ailesi, devam ettiği okul, destek eğitimlerinde bizler hem yaramazlıklarını dizginlemeye hem de akademik olarak neler yapabiliriz diye istişare içinde kalarak çabaladık. Okuma yazmayı geçen yıl öğrendi Ali. Kuş sahibi olmayı çok istiyordu ailesi kuş da aldı. Kuşları yavruladı bir sürü hem de. Bayram tatiline girmeden önce son dersimizde tatilde pikniğe gideceklerini anlatmıştı. Ali’nin gittikleri piknikte akarsu kenarında bayılarak düştüğünü ve bir süre oksijensiz kaldığını öğrendik. Şu an Şehir Hastanesinde yoğun bakımda. Ailesinin ve Ali’nin şu an tek ihtiyacı dua. Sizlerden de Ali için iyi dilek ve dualarınızı temenni ediyorum.
Herkese sağlıklı, mutlu, huzurlu günler dilerim.