Akşam eve gelirken(akşam dediysem saat altı gibi her şey bitiyor, malum hem ramazan hem de sokağa çıkmak yasak) başka bir yerden gitmek, mahalle aralarından, bilmediğim yerlerden geçmek istedim. Tabi ki bisikletimle. Ara sokaklarda çiçeklerini yeni dökmüş, kendini göstermeye başlamış küçük yeşil misketler misali meyveleriyle erik ağaçları vardı. Kimi küçük müstakil evlerin önlerini süslüyorlardı nisan ayına karşı. O evlerin hikayelerini hayal ederken bana doğru gelen üç çocuk gördüm. Biri beş altı yaşlarındaydı. Üstüne bol gelen kıyafetlerini abisinden yada annesinden almış olmalıydı. Diğer iki çocuğa ayak uydurmaya ve bir an önce büyümeye çalışıyordu. Sanki büyümek çok matah bir şeymiş gibi... Maskesizdiler. Hem endişeli hem de onlar adına temkinli baktım. Sonra “şişt” diye sesleniverdim onlara kendi çocukluğuma seslenir gibi. Üçü birden dönüp baktı. Baktıkları anda her zaman görüştükleri arkadaşıymışım gibi el salladım onlara. Onlar da bana karşılık verdiler. Nazarlarında itici, tuhaf görünmediğime hatta beni sempatik bile bulduklarına kanaat getirip mutlu oldum. Farklı ara sokaklardan evime vardım. Sonra düşündüm. Kim bilir kimlerin çocuklarıydılar. Hangi esnafın, hangi memurun veya işçinin... Vaziyetlerinden nasıl bir aileleri olduğunu hayal ediyordum halen.
Sonra özellikle şehrimize yeni göçenlerden “Çanakkale esnafı" hakkında şikayetçi olanlar vardı. Çanakkale esnafı tersmiş. Sevimsizmiş. Müşteriye iyi davranmazmış. Dükkanını da vaktinde açmazmış. Sebebi nedir acaba?
Dün her zaman peynir aldığım esnafa “sert olsun az yağlı ve lüks olsun" dedim “hepsi birden olmaz birader öyle bir şey olur mu” diye kabaca ‘ayar’ verdi bana. Oysa hem bana hem de diğer müşterilere kibarca söyleyebilirdi. Sonuçta hiç birimiz peynirci veya mandıra sahibi değildik. O esnaf o çocuklardan birinin babasıydı. Sabit müşterileri vardı. Ürünlerini de döve döve satardı. Şu hassas dönemler de steril olmayan bir çaycıyı uyarınca, “beğenmiyorsan içmeyeceksin” cevabını da duyunca, durumu gözden geçirmek şart oldu. Tabiri caizse “tok memleket bol para"(bunu yaşlıca bir esnaftan duydum) usulü iş yapan tok satıcılar müşteri kıymeti bilmiyorlar çünkü yeterince var zaten demişti. Büyük şehirde, ekmeğin aslanın midesinde olduğu yerlerde kimse müşteriye böyle davranmıyor, bilakis nasıl rağbet edeceğini bilemiyordu. Ya o çocuklar ne yapacaklardı. Hepsi de okuyup büyük adam olma yarışını kazanamayacaklarına göre bir sonraki neslin peynirini, çayını, ekmeğini satacaklardı. Tam da bu aşamada bir şeyler yapmak, duruma el koymak gerektiğini fark ettim. Durumu bir kez daha eğitime havale ederek evimin kapısının anahtarını çevirdim. İçeri girip koltuğuma hep aynı yere oturup defterimi elime aldım. Sonra eşime seslendim. Canım yemekte ne var?
YAZARLAR
Yayınlanma: 24 Nisan 2021 - 10:20
Yarınki esnaf
Akşam eve gelirken(akşam dediysem saat altı gibi her şey bitiyor, malum hem ramazan hem de sokağa çıkmak yasak) başka bir yerden gitmek, mahalle aralarından, bilmediğim yerlerden geçmek istedim
YAZARLAR
24 Nisan 2021 - 10:20
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir