Sabah yürüyüşüme çıkmadan önce, bu günkü yazımı düşündüm. “Nasıl bir yazı yazsam acaba” diye baktım her yere. Konudan, içerikten ziyade biçim daha çok ilgilendiriyordu beni. Gezi gözlem yazıları, Çanakkale’yi anlatan, herkesin, hemen her zaman tanık olabileceği ve kendisini hemencecik içinde bulabileceği bir yazı yazabilirdim. Veyahut ters köşe bir hikaye... Sahile vurmuş pembe minik deniz yıldızları gördüm. Her yerdeydiler. O kadar çoklardı ki hem endişelendim hem korktum. Sonra deniz de epey ileriye çekilmişti. Şiir gibi bir şeyler geldi aklıma.
Sonra yalnızlıktan, boşluktan, mutsuzluktan bunalmış, hayatına bir anlam arayan, her sabah bıkmadan usanmadan başkalarının kapılarının veya iş yerlerinin önlerine mama bırakıp, kendini rahatlatarak kedileri başkalarının başına musallat eden, zavallı hayvanları avlanmaktan, doğadan uzaklaştırıp, doğadan koparan işgüzar teyzeleri düşündüm. Bir hikaye olurdu bundan. Hem de kedinin gözünden ve onun ağzından. Fabl gibi. Şeyhi'nin Harname'si gibi bir şey olurdu. Tiyatro oyunu bile yazılabilirdi bundan. Kostümleri hayal ederken çok eğlendim. Sonra bu hikayeyi okurken yalnızlığı, anlamsızlığı daha da artacak olan o “teyze"yi düşündüm de vazgeçtim. Her gün etrafımda gördüğüm, çıkarcılığı, istismarları, gidişatı, karamsarlığı, umutsuzluğu düşündüm. Yazmasına yazardım da... umutsuzluğu daha da arttıracağı gibi, beni de mutsuz edip, tüm sinir sistemimi etkileyecek, ardından uykularımı kaçıracaktı. Cervantesler, Hemingwayler, Dostoevskyler, yazmışlar zaten her şeyi. Ne kral çıplağı kalmış ne de yalnız ütopya savaşcısı... “Dünle gitti cancağızım, ne varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyen düşünürü düşündüm de vaz geçtim.
Sahi, ne yazacaktım ben? Erkenden gelen yazı mı? Bu yıl ağaçlar daha şubatta çiçeklenmeye başladılar. Erken gelen yazı, sabah erkenden gelen bir yazıyla birleştirirsem şahane olur. Hem metafor hem de kelime oyunu...Hem her yanı bahara çeviren sümbüllerden, nergislerden de söz edebilirdim. Mahalle yanarken saçını tarayan çingene kızına benzememek için o konuya da pek yüz vermedim. Kendine verilen görevleri, kamuyu şirketmiş gibi yöneten, kötü huylu ev sahibi gibi davranan, tam da zamanı geldiğinde vatandaşını düşünmeyen kamu görevlilerinden de çok sıkıldım artık. Üstelik yazarken hayalimde canlandırmam da gerekiyor. Neden aklımın karanlık odasında onların resmini görmek durumundayım ki ben? Üstelik bir de yazdıklarımın yüzlercesini içimden konuşuyorum. Zihnimi meşgul edeceğim daha güzide şeyler var. Durmadan dönüp duran, tekerrür eden aynı şeyleri, değil yazmak, bağırsam da dinletemeyeceğim nasıl olsa. Yazacağım da ne olacak. En iyisi yazmamak. Evet bu hafta yazmayayım en iyisi. Böylece bu hafta yazmamaya karar veriyorum. Ne yapayım ben de haftaya yazarım. O zaman haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.
YAZARLAR
Yayınlanma: 27 Şubat 2021 - 09:20
Yazmasına yazardım da...
Sabah yürüyüşüme çıkmadan önce, bu günkü yazımı düşündüm
YAZARLAR
27 Şubat 2021 - 09:20
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir