Çanakkale kordon boyunda bir kafede; içeriden dışarıya doğru, kapıdan belediyenin ışıklandırma direklerinin üstünde yetiştirdiği mor petunyalara iyice bakmak için başımı şöyle bir eğince garsonla göz göze geldik. Cana yakın garson Atilla: ‘abi çok güzel değil mi' dedi. Çok güzeller yahu ben de evde balkonda yetiştirmeye çalışıyorum ama böyle keyifli olmuyorlar dedim. Onun da aynı şeyi düşündüğüne şaşarak. Meğer az ötedeki marinada duran yeni yattan söz ettiğimi sanıyormuş. ‘Boş versene, onu insanlar yapıyor bunu yapsınlar da görelim' deyince hiç öyle düşünmemiştim dedi. Yerini sevmek diye bir şey var ya işte o petunyalar yerlerini sevmişler. Veya çevre düzenlemesi yapanlar işlerini iyi biliyorlar. Şu an bulunduğunuz yeri seviyor musunuz? Seviyorsanız filizlenir çiçeklenirsiniz. İstemediğiniz bir yerde toprağa kök salmak zorunda kaldıysanız çiçeklenmezsiniz. Çocuğuyla aynı yaştaymış gibi, aynı enerjide olan insanları görüp benim gibi imrendiğiniz olur mu? Bazen görüyorum da keşke... diyorum. Ama bir de bir hevesle tüm hayat gayesi oymuş gibi gencecik yaşta evlenip çoluk çocuğa karışmış yüzü şişmiş, hareketleri ağırlaşmış, yemek için yaşayan, sosis parmaklı, aklı karışmış, anılarını anımsamaktan aciz, mizahi yeteneğini kaybetmiş, kutuya girmiş, iş, prestij arsızı olmuş, hayatını akranlarıyla yarış yapmaya adamış, en yakınını bile tanımayan insanlar görüyorum ki onlar adına üzülüyorum. Bunu neden tercih ediyorlar bilemiyorum ama yerini sevmeyen çiçekler gibiler. Çiçek açmak için yaratılmış bitkinin başa dönüp humus olması, toprak olması gibi... Eee ne yaparsın o da lazım. Neye mi lazım? Yeni filizleneceklere gübre olurlar. Belki onların önemi de budur. Önemlilerdir yani. Coelho'nun ‘simyacı’da dediği gibi “onların kişisel menkıbesi budur" belki de. Bu durumda yerini sevmemek bile önemli gibi oldu. Her şeyin bir görevi vardır diye söylenen bu basit doğa felsefesini herkes bilir. Biz insanoğulları da anlam ve misyon yüklemeyi pek severiz. O zaman en sıradan işe yaramaz tembelliğimiz bile önemli oluyor. Bir de nerede olursa olsun ortama uyan oryantasyon şampiyonu çiçekler var. “Benim çiçeğimi herkes görmeli" der gibiler. Böyleleri iklimi bile kendilerine benzetmek için uğraşır. Ben belli bir yere aitlenmiş, en çok orada var olan nadide endemik çiçekleri seviyorum. Ankara gelin çiçeği, Ege’yi seven begonvil, Troya kardeleni gibi. Yabani meşe ağaçlarının yanından denize giden patikaların kenarında yetişen kır çiçeklerini seviyorum. İlk baharın ilk günlerinde el ayak uğramayan, gen yerlerde sabah saatlerinde açmış, yaprağı çiğ damlalı anemonları (dağ lalesi) seviyorum. Bir de sivri kahverengi kiremit renkli yapraklarını hasır gibi yere sermiş çam ağaçları altından dik inilen patikaların sonunda önüme çıkıveren turkuazdan laciverte geçen denizleri...
Şimdi sana neyi sevdiğini mi sorduk? Demeyin. Kimi zaman sevdiğimiz şeyleri kendimize hatırlatmamız iyi oluyor. Monotonlaşmış, hemen yanı başımızdan akıp giden yaşamımızda ıskaladığımız öyle güzel şeyler oluyor ki... Bir gün bunu şıp diye, birde fark ediveririz mutlaka. Ne zaman mı? Kaybedince.
Bir şeylerin kıymetini kaybetmeden de anlayabilmemiz umuduyla. Hoşça kalın.
YAZARLAR
Yayınlanma: 08 Ağustos 2020 - 10:10
YERİNİ SEVEN ÇİÇEKLER
Çanakkale kordon boyunda bir kafede; içeriden dışarıya doğru, kapıdan belediyenin ışıklandırma direklerinin üstünde yetiştirdiği mor petunyalara iyice bakmak için başımı şöyle bir eğince garsonla göz
YAZARLAR
08 Ağustos 2020 - 10:10
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir