Mart ayında bahara ‘’merhaba,’’ demeyi hayal eden nice yürekler var bu şehirde, var biliyorum. Güzel bir kahvaltıyla başlayıp güne, kordonda usul usul gezinmeyi özleyen, Özgürlük parkında güneşi batırmayı hayal eden nice yürekler var. Soğuk bir mart ayı yaşıyoruz bu sene, daha önce de dedim ‘’18 Mart muhakkak soğuk geçer,’’ diye ama bu kadarını ben de tahmin edemedim.
Soğuk olan sadece hava mı, yoksa kalpler de havayla aşık mı atıyor onu hiç anlayamadım. Nezaket, anlayış, hoşgörü, yardımlaşma, selamlaşma… O kadar güzel alışkanlıklarımız vardı ki bizim, türlü türlü bahanelerle bir bir uzaklaştığımız.
7 yaşımdayken Berber Orhan usta’nın yanında çıraklık serüvenim başlamıştı. Bir gün elimi kolumu sallaya sallaya girdim dükkâna, göz göze geldik ustaya ‘’çık dışarı tekrar gir,’’ dedi bana. Çıktım, tekrar girdim ‘’kolay gelsin usta,’’ dedim ‘’çık dışarı tekrar gir dedi bana,’’. Bu birkaç tekrar sürdü. Ben her seferinde farklı bir kombinasyon denedim. En sonunda ‘’ Selamünaleyküm, hayırlı işler, kolay gelsin usta,’’ deyince dükkâna girebildim. Ne zaman bu parolayı unutsam çıkıp tekrar girdim dükkâna ama nihayetinde güzel bir alışkanlık kazandım. Üniversitemizin turnikelerinde bekleyen güvenlik görevlisi ağabeylerimizle her sabah bu şekilde selamlaşırdık mesela, zincir mağazaların hangi şubesi olursa olsun fark etmez, ben kasiyere bu şekilde selam verdim.
Ben selam verdim ama ne yazık ki kimisi almadı, hurda toplayan bir emekçi ağabeye kolay gelsin dedim başını çevirdi, trafikte yol verip başımla selamladığım arkadaş bu yaptığıma anlam veremedi, ‘’Nasılsınız?’’ diye sorduğum velim ‘’İyiyim.’’ dedi. Ben mi farklı düşünüyorum, beklentiye giriyorum diye düşündüm, bu sorulara ne yazık ki cevap bulamadım. Dünya sanki parsel parsel satılmış da herkes ucundan kıyısından bir pay almış, köşesine çekilmiş gibi geldi bana. İhtiyaçlarını karşılamak için köşelerinden kısa süreliğine ayrılan insanlar alelacele geri dönmeye çalışıyorlarmış gibi. Karşılarına çıkanlara omuz ata ata, sağa sola çarpa çarpa köşelerine ulaşıp o köşelerde dünyadan uzak bir yaşantı sürüyor gibi. Herkes herkese mecburen katlanıyormuş gibi düşünüyorum zaman zaman. Umarım yanlış düşüyorumdur kıymetli okur.
Çocukların bu kıymetli değerlerden uzak, sadece bir köşe sahibi olmayı amaçlayan bireyler olarak yetişmesine müsaade etmeyelim. Çocukların yardımlaşmayı, selamlaşmayı, hoşgörüyü hayatlarının bir parçası haline getirmeleri akademik becerilerden, matematik netlerinden, üçüncü yabancı dilden çok daha önemli. Dilim döndükçe, gücüm yettikçe ben bu değerleri anlatmaya devam edeceğim.
Bu haftayı Molière ile noktalayalım kıymetli okur.
‘’Vermek öylesine zoruna gider ki, selam bile vermez kimseye, onu bile alır; yalnız alır.’’
Herkese sağlıklı, huzurlu, mutlu haftalar dilerim.
Kalın sağlıcakla.
7 yaşımdayken Berber Orhan usta’nın yanında çıraklık serüvenim başlamıştı. Bir gün elimi kolumu sallaya sallaya girdim dükkâna, göz göze geldik ustaya ‘’çık dışarı tekrar gir,’’ dedi bana. Çıktım, tekrar girdim ‘’kolay gelsin usta,’’ dedim ‘’çık dışarı tekrar gir dedi bana,’’. Bu birkaç tekrar sürdü. Ben her seferinde farklı bir kombinasyon denedim. En sonunda ‘’ Selamünaleyküm, hayırlı işler, kolay gelsin usta,’’ deyince dükkâna girebildim. Ne zaman bu parolayı unutsam çıkıp tekrar girdim dükkâna ama nihayetinde güzel bir alışkanlık kazandım. Üniversitemizin turnikelerinde bekleyen güvenlik görevlisi ağabeylerimizle her sabah bu şekilde selamlaşırdık mesela, zincir mağazaların hangi şubesi olursa olsun fark etmez, ben kasiyere bu şekilde selam verdim.
Ben selam verdim ama ne yazık ki kimisi almadı, hurda toplayan bir emekçi ağabeye kolay gelsin dedim başını çevirdi, trafikte yol verip başımla selamladığım arkadaş bu yaptığıma anlam veremedi, ‘’Nasılsınız?’’ diye sorduğum velim ‘’İyiyim.’’ dedi. Ben mi farklı düşünüyorum, beklentiye giriyorum diye düşündüm, bu sorulara ne yazık ki cevap bulamadım. Dünya sanki parsel parsel satılmış da herkes ucundan kıyısından bir pay almış, köşesine çekilmiş gibi geldi bana. İhtiyaçlarını karşılamak için köşelerinden kısa süreliğine ayrılan insanlar alelacele geri dönmeye çalışıyorlarmış gibi. Karşılarına çıkanlara omuz ata ata, sağa sola çarpa çarpa köşelerine ulaşıp o köşelerde dünyadan uzak bir yaşantı sürüyor gibi. Herkes herkese mecburen katlanıyormuş gibi düşünüyorum zaman zaman. Umarım yanlış düşüyorumdur kıymetli okur.
Çocukların bu kıymetli değerlerden uzak, sadece bir köşe sahibi olmayı amaçlayan bireyler olarak yetişmesine müsaade etmeyelim. Çocukların yardımlaşmayı, selamlaşmayı, hoşgörüyü hayatlarının bir parçası haline getirmeleri akademik becerilerden, matematik netlerinden, üçüncü yabancı dilden çok daha önemli. Dilim döndükçe, gücüm yettikçe ben bu değerleri anlatmaya devam edeceğim.
Bu haftayı Molière ile noktalayalım kıymetli okur.
‘’Vermek öylesine zoruna gider ki, selam bile vermez kimseye, onu bile alır; yalnız alır.’’
Herkese sağlıklı, huzurlu, mutlu haftalar dilerim.
Kalın sağlıcakla.