Macunları kuruyup düşmüş pencereler rüzgarla sarsılıp ıslık çaldı. Yağmur yağacak gibiydi. Su içmek için yağmurun yağmasını bekleyebileceğini fark etti. Beklemeye koyuldu. İsa’nın doğduğu ilk günden beri yetinmeyi bilen, edilgen sinik yapısı da zaten buna uygundu. Bir yere uzanıp tahta kaplı tavanı izlemeye koyuldu. Susuzluğunu unutmaya çalıştı. Tahta parçalarının ağaç oldukları zamandan kalma gözleri ve akıp giden çizgileri vardı. Çizgiler dümdüz ilerliyor, gözlerin yanına gelip bir kavis çizerek budak yerinin etrafından dolaşıp gene yollarına devam ediyorlardı. Kimileri koyu bazıları da açık renkliydi. Tahta gözlerinde bademe benzeyenler, yaprağa benzeyenler, hatta kelebeğe benzeyenler bile vardı. Bu tahtalar ağaç olduklarını biliyorlar mı acaba? Derken gene yanlış bir şey söylediğini fark edip sustu. Bir keresinde tıpkı buna benzer, normal herkesin yadırgayacağı, dahası kolaylıkla “deli" diye yaftalayacağı bir şeyi daha önce aile içinde dediği için psikolojik şiddete uğramış, haftalarca kendisiyle ilişki kesilmiş, kimsenin giymeyeceği koyu kurbağa yeşili kıyafetler giydirilip bir dağ kulübesine kapatılmıştı. İşin tuhaf yanı da geçirdiği en özgür, en güzel günler onlardı. Hiç karışanı girişeni olmadan yalnız başına istediği gibi özgürce yaşamıştı. Önceden, ta yıllar öncesinden onun için tasarlanmış hazır edilmiş eşyaları ve kelimeleri kullanmak zorunda olmadığı, bir kulübeye kapatılsa da özgürce yaşadığı haftalar.. Elbette özgürlük gibisi yoktu. Aklına hince bir plan geldi. Ceza alarak kendisini gene o kulübeye kapattırabilirdi.
İsa sağa sola sıçrayıp yüksekçe sesler çıkarmaya başladı. Yan odadan duyacak olan biri, bunu hızla koşan bir farenin ayak sesleri sanabilirdi. Tekrar koştu tepindi. Birileri kapıya gelse, mesela annesi o tehlikeli cümlelerden birini söylemeye hazırdı. Gelen giden yoktu. Toparlanıp, hep birlikte bir yere mi gittiler? İsa bir anlam veremedi. Sokaktan insan kalabalıklarının gürültüleri geliyor, marşa benzer bir ritimde sesler duyuluyordu. İnsanlar hep bir ağızdan bir şeyler söylerken, söylemekten çok birbirlerine ne kadar uyumlu olduklarını gösteriyorlar, bir nevi mutabakat şiiri okuyorlardı. Belli zamanlarda bu uyum pekiştirilip, bir rutin haline gelmezse, tıpkı kullanılmayan bir eşya gibi pas tutabilirdi. En fenası da... Söylemesi bile yasak. Başa gelebilecekleri kestirmek bile imkansız. Bu yüzden bu mutabakat şiirleri sürüp gitmeliydi. Gene de tüm bu güruhun kendine has dili, armonisi, ve ritmiyle karşısına çıkabilecek hiç bir şeyi umursamadan kendi inandıkları etrafında toplanıp bunun şarkısını söyleyerek taraf olarak tatmin olmak, ne müthiş bir buluştu.
İsa’nın anne tarafı neredeyse hepsi sokakça bilirdi. En ayrıntısına kadar güzel bir aksanla akıcı bir sokakça konuşurlardı. Kendine has edasını takınıp sokakça konuşurken aynı anda iyi araba kullanan bir teyzesi bile vardı. Hiç teyzeme çekmemişim, hem çeksem ne olacak ki? Ellerim küçük, boyum da... Arabanın koltuğuna otursam önümü göremem. Birinin benim için arabanın kapısını her defasında açıp koltuğa oturtması gerekecek. Teyzeme çekseydim, her şeyim ona benzerdi ve tüm bunlarla başa çıkmam da gerekmezdi zaten deyip gülümseyerek kendi yanlışını düzeltti. Gamzesi yanaklarından dudaklarının kenarına kadar yayıldı. İsa: “Ne faturaca öğrenebildim ne de sokakça... Hiç hayırlı bir evlat değilim. Hiç bir zaman anneme ve babama layık bir evlat olamadım, onları gururlandıramadım. Bu yüzden hep benden utanmak zorunda kaldılar. Hiç bir şeye yetişemiyorum. Ne yol biliyorum ne de yordam. Şu azametli guruplara katılıp mutabakat şiirleri bile okuyamıyorum” diye kendini suçlayıp sitem ederken bir anda durup sakinleşti. Durakladı. İçi çekilip yüreği soğur gibi oldu. Dağınık odasına kalın kaşlarının altından soğuk kanlılıkla baktı. Sokaktan gelen anlamsız sesleri unuttu. Geriye sadece rüzgarın sarstığı pencere tıkırtısı ve kulağındaki durmak bilmeyen anlamsız uğultu kaldı.
Tüm bunlar... Tüm bunlar, benim suçum değil ki dedi. Suçlamaları beni suçlu yapmaz, dahası verdikleri cezalar da ödül gibi. Hele bir de beni burada böylece terk edip gittilerse önceden “deli" diye ceza için kapatıldığım kulübe burası demektir.
İsa: “Sanıyorum burada kalmam gerekecek. Erzak ve stoklara baksam iyi olacak. Onun dışında her şey yolunda sayılır” deyip etrafı gözden geçirmeye koyuldu. Boyunun erdiği yetişebildiği eşyaları karıştırırken önüne kocaman bir gazete sayfası düştü. İsa'ya göre “kocaman" olan gazete başkalarına göre oldukça normal ve sıradandı. Gazeteyi incelemeye başladı. Gazete baştan sona insancaydı. İnsanca çok zor bir dildi. Sokakçadan bile ağır... nasıl okuyabilirim ki bunu deyip buruşturup fırlatacakken gözüne bazı karikatürler ilişti. İsa karikatürleri incelemeye koyuldu. Sonunda anlayabileceği bir şeyler bulduğu için mutlu ve keyifli bir halde çizimlere göz gezdirmeye başladı. “İnsanca”nın etkisiyle çizilmiş karikatürlerdi bunlar. Bazılarında küçük hicivler olsa da topluca söylenen mutabakat sözlerini, sorgulamanın yasak olduğu büyük uyumu destekliyorlardı. Karikatürlerin kimileri tek çizgiyle telden yapılmış gibi, kimileri de kargacık burgacık karalanmış ve boyanmıştı. Çizimlerdeki insanlar değişik tiplerden de oluşsalar genelde birbirlerine benzeyen normal insanlardı. Aralarında hiç mi hiç İsa’ya benzeyen tuhaf ve uyumsuz biri yoktu. Komik anlatımlar, yermeler kimi gerçekleri şakalaştırıp bir sürü tuhaflığı normal hale getiriyordu. Başka bir gezegenden akıllı canlılar gelse ve bu çizimleri görse herkesin hemen hiç sorgulamadan olağan olarak algıladığı tüm bu anlatımlara hiç bir anlam veremeyip kelimenin tam ve gerçek anlamıyla olaya “uzaylı" kalabilirlerdi. İsa teker teker çizimleri incelerken odada daha bir sürü gazete olduğunu düşününce içlerinde daha bir sürü anlayabileceği karikatür de olabileceğini düşünüp sevindi. İsa odada ileri geri yürüyüp karikatürlere bakarken saatler geçti. Etrafta ses seda duyulmuyordu. Anlaşılan gene yalnız bırakılıp tecrit edilmişti. Yıllar evvel kapatıldığı dağ kulübesi gibi şimdi de bu odaya kapatılmıştı. “Ne iyi, ceza almak için boşu boşuna çabalamam gerekmeyecek” diye düşündü.
YAZARLAR
Yayınlanma: 13 Şubat 2021 - 10:00
Anormal (Bölüm 2)
Macunları kuruyup düşmüş pencereler rüzgarla sarsılıp ıslık çaldı
YAZARLAR
13 Şubat 2021 - 10:00
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir