Bir koku sonra bir şarkı, ardından bir dağ lalesi fotoğrafı... Bir de bakmışsın bambaşka bir yerdesin. İlk kez birlikte bir yerlere gittiğiniz arkadaşlarınıza bir kez daha ve iyice bakın. Çünkü bundan sonra ne zaman aynı yere yolunuz düşse onları hatırlayacaksınız. Radyoda birden çıkan bir şarkıyla ansızın kendinizi Ankara bulvarlarından birinde bulmanız da mümkün. Ama İstanbul'da gece ise, yağmur da varsa, neden kendimi uykusuz bir de annesiz hissederim henüz ben de bilemiyorum. Eşlik ettikleri şarkıdan müzik aletlerini çekip çıkarıyorum bazen daha da yakından dokunmak için seslerine. Balabanın burun sızlatan sesi mesela... Hırıltılı, acıklı, burun sızlatan nağmelerle ansızın Anadolu'da bir köy çıkar karşınıza. Bir saksafonun çıkarken zorlanan yaşlı adam sesi; kaygan bir bar zemininde parlar ve Amerika’da bir ‘avenue’da olursunuz.
Küçüklüğümün uzak köyleri koyu kahverengiydi. Sonra bunu bir akrabamıza anlatmıştım ve bana gülmüştü. Ben de neden beni anlamadığına pek şaşırmıştım. Eski köy camilerinin haziresinde gördüğüm mezar taşlarının üzerindeki değişik şekilli Arapça yazıları çok ilginç bulurdum. Sonra bir ressamın resimlerine konu olduğunu gördüm. Üstelik uzak köy kahverengisi tonunda. Ressam Yüksel Arslan'a saygılarımla...
Enstrümanlardan söz ediyordum. Sahi ney sesine ne demeli? Dem tonda üflenen kamıştan, yer altından geliyormuş gibi çıkan buğulu iniltinin tarifini yapmak çok zor. Mesnevi’de Hz. Celalettin-i Rumi ayrılığın sesi der kamış sesine. Bir de kimine neşeli gelen kimine de dertli, hüzünlü gelir. Mesela bülbülün ötüşüne neden dertli der Yunus. Duygu dünyası da fizik dünyası gibi “dolanıklılık” ilkesine tabidir belki de. Herkesin gönlünde yatan bir aslan var derler ya; onun yanında bir de enstrüman yatıyor. “Falanca aleti çalmayı çok isterim. Sesi beni mest ediyor” denildiğini duyar ya da söylersiniz. Çok geç olmadan, ölmeden yapılacaklar listenize ekleseniz iyi olur. Çünkü bir de bakmışsınız zaman geçivermiş. Piyanonun durup durup es veren sesi; bir sonrakini duymadan bir önceki sesin anlamsız oluşu anti madde kuramının metaforu gibi. Mat çakıllara çarpan berrak dere suyunun sert sesi gibi. Aynı suyun sesi mat olmayan saydam renkli çakıl taşlarına çarpınca arp sesi oluyor. Kendi kaynaklarını unutmadan duruma adapte olmanın sonucu jazz oluyor ya, buna bir de ülkemizde küçük ölçekte bakarsak o da Erkan Oğur yani perdesiz gitar olur. Batı enstrümanı ile kendi istediği ara nağmeleri çalarken çıkmış ortaya bu gitar. Ut gibi ara nağmelerle sızlayan gitar biraz acıklı biraz da isyankar gelir bana. Bukovski'nin noel ağaçlarını hüzünlü bulması gibi. Amma ve lakin sanat her ne olursa olsun, nerede icra edilirse edilsin özgünlük, kendi gibi olmak, kendine benzemek ister. Jazz gibi... Nereye dikilirse dikilsin kendi renginde açan arsız çiçekler gibi...
YAZARLAR
Yayınlanma: 05 Eylül 2020 - 10:15
Arsız çiçekler
Bir koku sonra bir şarkı, ardından bir dağ lalesi fotoğrafı
YAZARLAR
05 Eylül 2020 - 10:15
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir