Yeni nesil rüyalar ya da kabuslar, “akıllı” telefonlarımızı kaybedip yakınlarımıza ulaşamamakla alakalı. Rüya işçisi bize filmlerini çocukluk, zorunlu Ataerkil diskurları ve dikta okul anılarıyla harmanlayarak çekiyor.
Harman ne güzeldir. Arkada kalan başakları toplayarak aile besleyen kişiler tanırım. Başak toplamayı ve mantar bulmayı hep onlardan öğrendim.
-Ferahımdan uçtum dedi annem. Sevinç yerine ferah...Ferahlamasında hem sevinci, hem umudu hem de mutluluğu var. Çocuklarında gördüğü güzel hasletler, hele ötekilere kıyasen üstün meziyetlerse ferahlıyor, Ferahından uçuyor.
Evler, yapraklar, çiçekler, özellikle gecikmiş sardunyalar, tezgahlarda bol turuncu. Ne çok umut ve mutluluk var her yerde.
Baharda her şeyin dirildiğinde değil de. Güzün her şeyin dirilmek için öldüğünde, yenilenmeye teşne doğanın kılcal damarlarındaki hüzünlü sevinci görünce sevinirim ben
-Hep Kadastrof senaryoları oluyor kuzeyli ülkelerin refahtan, gönençten sıkılmalı. Kar gökten düşerken altı köşeli kristaller oradaki insanları da şanstan altı köşemi yapmış diye güldü ve aslında kuzeyli olmayanlara hayıflandı.
Birileri tarafından kabul ediliyorsa benden yana da kabul olur. Ama bilmiyordum. Anlamında. “Öyle oluyor mu yaa”
Derken gözleri fal taşı gibi açılmış, yüzünün orta yerinde de budalaca ve şaşkın bir aptallık vardı. Bilgeliğinden ve usluluğundan değil de Kelime dağarcığının kıtlığından az konuşuyordu sonra başka bir kelimenin yanına “derken” ekleyerek soru yaptı. Bu defa da dediklerime anlam verecek kabilde olmadığından açıklama ister gibi yapışı onu totaliter bir bencil olmasının yanın da toplumunu tanımayan bedavacı bir turist yapmıştı.
- Şiir diyor sever misin?
- Severim de ben severim hani. Sadece kendim için. Onları paylaşmam. İmbikten süzülmüş, özlü, uslu, konsantre, bir lafla onlarca şey ifade edebilen o şahane sözlerden birini ettiğiniz için. Duraksayıp, silkinip kendine gelecek, arınıp akıllanacak, Shakespeare veya Dostoyevski’nin kahramanları gibi ram olup kendine gelecek anlayışlı insanlardan gerçek hayatta hiç görmedim çünkü.
- Özür dilerken kifayetsiz kaldığı için duyup duymadığından emin olmadığı yabancı bir laftan medet umup yalvar yakar oluşunu anlatan “ sen eli sürencil, öyle bir laf varsa işte o” diyen şairi bilir misin?
- Hayır ama. Defterimin sağ yüzüne yazmayı sevmem. Alakasız gelecek size. Sol taraf hem yıpranmış hem de tok olur. Öğrenciyken de bir önceki yazıların arkadan göründüğü yazılı sayfanın arkasına yazmaya bayılırdım. Bence bu bile şiir gibi. Bazı şeyler kendiliğinden şiir gibi. Yazmaya gerek yok bence. Yazı icat edilmeden olan onca güzel şeyden kimin haberi var ki. O zaman yapı söküm de yoktu. Sökecek bir yapı yoktu çünkü. Homeros’un Odisiyasındaki üslüp farklılıklarından bir çok söylenceden derlendiği biliniyor. Hangi yapıyı neye ve kime göre sökebiliriz ki?. Dün güz yapraklarıyla aynı renkte giyinmiş, hafif rüzgarla saçları savrulan, ardından yaprakların koşuştuğu elindeki siyah çantayı sallayarak yürüyen kadın tablo gibiydi. Bir fanus içine tüm bunları koyup sallarsak ara da en güzel haline pitoresk şekline gelebilir. İnsan da zamanla sevdiği şeylerden vaz geçip daha sıradan olanı, daha soyutu, yanlış okuması fazla olan şeyleri sevmeye meyilli.
Ünlü bir fotoğrafçının kar leoparının fotoğrafını çekebilmek için kilometrelerce yol kat edip gecelerce karda beklediği bir film seyretmiştim. O ünlü fotoğrafçıyı arayıp bulan başka bir adamda “arayıp tarayıp sonunda buldun hadi çeksene şu hayvanın fotoğrafını ne duruyordun” dedi. Fotoğrafçı kar leoparının fotoğrafını çekmedi. Sonra dönüm adama şöyle dedi. “Bazen çekmem” o gün bu gündür bazı şeyleri kendi haline bırakırım. Ve doğal büyüsünü bozmam...
Harman ne güzeldir. Arkada kalan başakları toplayarak aile besleyen kişiler tanırım. Başak toplamayı ve mantar bulmayı hep onlardan öğrendim.
-Ferahımdan uçtum dedi annem. Sevinç yerine ferah...Ferahlamasında hem sevinci, hem umudu hem de mutluluğu var. Çocuklarında gördüğü güzel hasletler, hele ötekilere kıyasen üstün meziyetlerse ferahlıyor, Ferahından uçuyor.
Evler, yapraklar, çiçekler, özellikle gecikmiş sardunyalar, tezgahlarda bol turuncu. Ne çok umut ve mutluluk var her yerde.
Baharda her şeyin dirildiğinde değil de. Güzün her şeyin dirilmek için öldüğünde, yenilenmeye teşne doğanın kılcal damarlarındaki hüzünlü sevinci görünce sevinirim ben
-Hep Kadastrof senaryoları oluyor kuzeyli ülkelerin refahtan, gönençten sıkılmalı. Kar gökten düşerken altı köşeli kristaller oradaki insanları da şanstan altı köşemi yapmış diye güldü ve aslında kuzeyli olmayanlara hayıflandı.
Birileri tarafından kabul ediliyorsa benden yana da kabul olur. Ama bilmiyordum. Anlamında. “Öyle oluyor mu yaa”
Derken gözleri fal taşı gibi açılmış, yüzünün orta yerinde de budalaca ve şaşkın bir aptallık vardı. Bilgeliğinden ve usluluğundan değil de Kelime dağarcığının kıtlığından az konuşuyordu sonra başka bir kelimenin yanına “derken” ekleyerek soru yaptı. Bu defa da dediklerime anlam verecek kabilde olmadığından açıklama ister gibi yapışı onu totaliter bir bencil olmasının yanın da toplumunu tanımayan bedavacı bir turist yapmıştı.
- Şiir diyor sever misin?
- Severim de ben severim hani. Sadece kendim için. Onları paylaşmam. İmbikten süzülmüş, özlü, uslu, konsantre, bir lafla onlarca şey ifade edebilen o şahane sözlerden birini ettiğiniz için. Duraksayıp, silkinip kendine gelecek, arınıp akıllanacak, Shakespeare veya Dostoyevski’nin kahramanları gibi ram olup kendine gelecek anlayışlı insanlardan gerçek hayatta hiç görmedim çünkü.
- Özür dilerken kifayetsiz kaldığı için duyup duymadığından emin olmadığı yabancı bir laftan medet umup yalvar yakar oluşunu anlatan “ sen eli sürencil, öyle bir laf varsa işte o” diyen şairi bilir misin?
- Hayır ama. Defterimin sağ yüzüne yazmayı sevmem. Alakasız gelecek size. Sol taraf hem yıpranmış hem de tok olur. Öğrenciyken de bir önceki yazıların arkadan göründüğü yazılı sayfanın arkasına yazmaya bayılırdım. Bence bu bile şiir gibi. Bazı şeyler kendiliğinden şiir gibi. Yazmaya gerek yok bence. Yazı icat edilmeden olan onca güzel şeyden kimin haberi var ki. O zaman yapı söküm de yoktu. Sökecek bir yapı yoktu çünkü. Homeros’un Odisiyasındaki üslüp farklılıklarından bir çok söylenceden derlendiği biliniyor. Hangi yapıyı neye ve kime göre sökebiliriz ki?. Dün güz yapraklarıyla aynı renkte giyinmiş, hafif rüzgarla saçları savrulan, ardından yaprakların koşuştuğu elindeki siyah çantayı sallayarak yürüyen kadın tablo gibiydi. Bir fanus içine tüm bunları koyup sallarsak ara da en güzel haline pitoresk şekline gelebilir. İnsan da zamanla sevdiği şeylerden vaz geçip daha sıradan olanı, daha soyutu, yanlış okuması fazla olan şeyleri sevmeye meyilli.
Ünlü bir fotoğrafçının kar leoparının fotoğrafını çekebilmek için kilometrelerce yol kat edip gecelerce karda beklediği bir film seyretmiştim. O ünlü fotoğrafçıyı arayıp bulan başka bir adamda “arayıp tarayıp sonunda buldun hadi çeksene şu hayvanın fotoğrafını ne duruyordun” dedi. Fotoğrafçı kar leoparının fotoğrafını çekmedi. Sonra dönüm adama şöyle dedi. “Bazen çekmem” o gün bu gündür bazı şeyleri kendi haline bırakırım. Ve doğal büyüsünü bozmam...