Çanakkale onu koronavirüs süreci ile birlikte tanıdı. Sosyal medya hesabından yaptığı bilgilendirmeler ile ÇOMÜ Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Alper Şener kamuoyunun takdirini topladı. Sık sık uyarılarda bulunarak hastalık ile nasıl mücadele edileceği konusunda, Covid-19 Günlükleri isimli yazı dizisine yazdığı yazılarda yer verdi. Peki Alper Şener Çanakkale’nin salgın sürecini nasıl değerlendirdi? Kendisi koronavirüse yakalandı mı? Önlemini nasıl alıyor? Virüs kuluçka dönemindeyken bulaşıyor mu? Salgında Çanakkale ne durumda? İşte cevapları…
Salgının laboratuvar ortamında mı yaratıldığını düşünüyorsunuz? Yoksa yarasa çorbasından mı çıktı bu virüs?
İnsanların doğal yaşam alanları genişledikçe, hayvanlarla iç içe kaldıkça doğal olarak hayvanlarda görülen virüsleri viral hastalıkları sık görüyor. Bunun aynısını dünya genelinde kuduzda da gördük. Ne kadar hayvanlarla iç içe olursanız bir sürü virüs ile karşı karşıya kalma ihtimaliniz var. Mers Akdeniz koronasında gördük, sarsta gördük. Bunun diğerlerinden farkı ne? Yani soru işareti yaratan, ‘Laboratuar virüsü müdür?’ dedirten şey yüzen proteinlerinden bir tanesinin S proteini dediğimiz proteinin HIV virüsü ile çok benzerlik göstermesi. Dolayısıyla HIV virüsünün doğada çok yaygın olmayan, görünmeyen bir virüs olduğu bilindiği için ‘Acaba bu laboratuar virüsü müdür?’ diye spekülasyona sebep oldu. Biliyorsunuz aynı zamanda bu tip virüsler biyolojik silah olarak da kullanılıyor. Bugünkü anlamda baktığımız konvansiyonel silahlar dışında standart füzeler dahil olmak üzere ilgili coğrafyaya zarar vermeden karşı rakiplerin savaş gücünü yok etmeleri için oldukça etkili ajanları bunlar. Bunlar kullanılabilir mi? Kullanılabilir. Hatta, ‘Yanlışlıkla laboratuardan kaçmış’ da denildi. Bu da olabilir mi? Bu da olabilir. Hepsini 5-10 yıl sonra anlayabileceğiz. Kişisel olarak ben de merak ediyorum. Bildiğimiz kadarıyla biraz gariplikler var tabii. Tablo tam oturmuyor, ama her zaman da tablo tam oturmaz, bilinmeyen bir şey birden ortaya çıkar. Bu çok kontrol etmeye yönelik bir virüs değil. Virüsün öldürücülüğü yüzde 18’lerle başladı. Şu anda yüzde 3,7 gibi. Türkiye’de de 2,75. Nüfus dinamiğini kontrol etmeye yönelik bir hareket olsa kızamık gibi, suçiçeği gibi daha yaygın ve öldürücü bir hastalık kullanılırdı açıkçası. Çanakkale’de şu an hasta sayısı nedir? Hastaneler ne kadar dolu?
Rakam yasak olduğu için veremiyoruz. Neden yasak olduğunu da çok anlamış değilim, çünkü bir şeyi sakladıkça sürekli merak uyandırıyor. İnsanlar da yaramaz çocuklar gibi, babaannenin, anneannenin evine gitmiş de sandıkları, çeyizleri karıştırır gibi bir karıştırma periyodu oluyor. Çanakkale Marmara Bölgesi içerisinde en düşük orana sahip. Türkiye ortalamasına göre ölüm oranımız yüksek. Beklenen bir şey, çünkü bizim hasta yaş ortalamamız çok yüksek. Yoğun bakım ve yatak doluluk oranımız çok çok aşağılarda kaldı. Oran vermek gerekirse, 60 yataklı yoğun bakımın hiçbir zaman 20’sinden fazlası dolmadı. 600 yataklı hastanemizde yatakların hiçbirisinde aynı anda 100’den fazla hasta takibi yapmadı. Neredeyse yüzde 10-12 doluluk oranda yaşandı. Yoğun bakımda yüzde 30 doluluk oranı yaşandı. Hiçbir zaman tam doluluk oranı yaşanmadı.
Yaş aralığı neydi peki?
Yaş aralığı çok değişken. Salgındaki periyot yaşlı hasta popülasyonunu vurdu. O yüzden ölüm oranımız yüksek oldu. 1 Haziran’dan sonraki periyotta 40 ila 60 yaş arasında bu grupta daha çok görülüyor. Bu grupta ölümcül seyretme oranı düşük oluyor. Çanakkale’nin de genel mortalitesi (ölüm oranı) düşmeye başladı. Bu bir nevi iyi bir şey. 40 ila 60 yaş arasında bir yoğunlaşma var. Bu da göreceli bir yoğunlaşma. Yaşlı hasta grubunu evde tutup bu grup nüfus dışarıda olunca bunlarda çok göreceksiniz. Çocuklar okullara başlayacak çocuklarda da çok görmeye başlayacağız. ÖNÜMÜZDEKİ 3 HAFTA İÇERİSİNDE CİDDİ SORUNLAR YAŞANABİLİR
Okullarda yüz yüze eğitim 21 Eylül’de başladı. Bu durum salgını nasıl etkileyecek?
Türkiye genelinde vaka sayısının artacağını düşünüyorum. Çanakkale özelinde vaka sayısının çok etkilenmeyeceğini düşünüyorum. Çocuk hasta grubunda şimdiye kadar çok problem yaşamadık. Çocuk hastamız da var mı?
Var. Hatta şu anda yoğun bakımda bir hastamız var.
Genelde oran vermek gerekirse 10’a 1’in altında kaldı. 10 erişkine bir çocuğun altında kaldı. Bu çok çok iyi bir oran Türkiye ve dünya ortalamasına baktığımızda okulların açılmış olmasının vaka oranı yüksek olmayan illerde fazla bir anlam ifade etmeyeceğini düşünüyorum. Çanakkale’de de öyle. Türkiye için baktığınız da İstanbul gibi Ankara gibi insan hareketinin fazla olduğu toplu taşıtlarla insanların okullara ulaştığı, taşınım probleminin olduğu illerde önümüzdeki 3 hafta içerisinde ciddi sorunlar yaşanabilir. Çanakkale’ye baktığımızda üniversite öğrencilerinin gelmeme durumu salgın kontrolünde işimizi çok kolaylaştırdı. Eğer 36 bin kişi civarında öğrenci gelecek olsaydı. Biz şu an daha farklı şeyler konuşuyor olacaktık. Dışarıdan buraya virüsün taşınma periyodu olacaktı. Salgınlarda da temel mücadele metodu şudur; ne kadar az kişiyi dışarıda tutarsanız o kadar başınız az ağrır. 3 hafta içerisinde okulların açılmasının olumsuz etkilerini görebileceğimizi düşünüyorum Türkiye genelinde. İnsanlar bu süreçte nasıl beslenmeliler?
Bağışıklık sistemi çok önemli bu süreçte, çünkü bir virüs var o virüs vücuda girdikten sonra eğer bağışıklık sisteminiz sağlamsa, iyi çalışıyorsa hastalık tablosu daha hafif geçiyor. Eğer savunma hücreleriniz zayıfsa hastalık ağır geçiyor, ağır geçtiği için akciğere iniyor, akciğere indiği zaman yoğun bakım, yoğum bakım sonrası ölüm riskiniz var. Bağışıklık sistemi için annenizden babanızdan aldığınız genler de çok önemli. Sadece genler de yetmiyor. Uykusuzluk, stres, sigara ve alkol bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor. Onun dışında sürekli hareketsiz kalma, kilo alma gibi tablolar bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor. Bunların tersi de bağışıklık sistemini dengede tutacak demektir. Ne gibi? Sigara, alkol tüketmezseniz, kendi fiziki kapasitenizin dışında bir egzersiz yaparsanız, çünkü bazen ‘Egzersiz yapın’ diyoruz insanlara 50’li yaşlarda bisiklete binmeye başlıyorlar. Sonra kol bacak hasarlanıp geliyorlar. Bu da sağlıklı bir şey değil. Hayatı boyunca koşmamış birisi 50 yaşında koşmaya başlaması kalp krizi için, eklem hastalıkları için bir risktir. Fizyolojik limitlerinizi zorlamadan örneğin yürüyüş yapmak. Olabildiğince açık alanda yürüyüş yapmak. Korona sürecinde de çok önemli. Aldığımız gıdalarda mineral ve vitaminlere dikkat etmek gerekiyor. Özellikle D vitamini. Güneşten çok fazla alıyoruz biz bunu, balıktan çok alıyoruz. K vitamini, kırmızı et ve sakatattan alıyoruz. E vitamini beraberinde antioksidan vitaminler beraberinde. Artı selenyum, çinko gibi mineraller. C vitamini de destekler ve kullanılabilir. Çinko anlamında baktığınızda günlük 200-250 gram badem ve cevizde alabilirsiniz. Aşı çalışmaları ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Rusya, Çin bulduk dedi. ABD açıklayacağız dedi. Bunların içerisinde sizin en çok güvendiğiniz hangisi?
Dünya üzerinde 170 civarında farklı aşı çalışması var. Odaklanılan noktalar iki temel üzerinde yer alıyor. Birincisi en çok ümit vaat edeni; virüsün zayıflatarak verilmesi. Bu çok eski bir teknoloji. Çin ve Rusya’nın kullandığı teknoloji bu. Burada bir dezavantajımız var. Özellikle alüminyum ile inaktivasyon yapılan aşı komponentlerinde zayıflatılmış virüs verildiği için enfeksiyon yani covid-19 geçirme riskiniz de var. Dolayısıyla dünya genelinde bu tip aşı teknolojileri çok fazla kullanılmaz gruba geldi. İnfluenza aşısı, grip aşısı çok tipiktir bunun örneği. Rusya’daki aşı çalışmaları netincesinde makale formatına baktığımızda makaleden iki araştırmacının geri çekildiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu aşı çalışmalarında bir soru işareti bırakıyor. Çin’de devam eden iki farklı aşı çalışması var. Bir tanesi zayıflatılarak devam eden aşı çalışması, bir diğeri de virüsün bir kısmının, MRNA kısmının taşıyıcı bir virüs kullanılarak yapılması. Dünyanın genelinde odaklanılan aşı komponenti bu. Adena virüs taşıyıcı vektör üzerinden yani virüsümüz bir RNA virüsü. RNA virüslerinde antikor oluşturma ile ilgili bir potansiyel sıkıntı var. Dolayısıyla hem virüsün vücutta taşınımını hızlandıracak hem de antikor arttıracak ve uzun dönem devam ettirecek taşıyıcı bir virüs kullanıyoruz. İnsan için daha az zararlı. Bu aşı teknolojisi biraz yeni. Yeni olduğu için ve hızlı gündeme geldiği için bununla ilgili de soru işaretleri var. Uygulanan iki denekte sinirsel hasar meydana geldi. Bu yüzden önce askıya alındı, sonra tekrar devam edildi. İkinci olgu ile birlikte yeniden vaka olması durdurulacaktır. Dolayısıyla bu ana kadar ortaya çıkmış aşı teknolojilere baktığımızda halihazırda gündemde olan aşılar ile ilgili kafamızda soru işaretleri var. Başka gelmekte olan başka aşı sistemi var. Cilde elektrik simülasyon uyararak, yüksek doz antikor oluşturma potansiyeline sahip teknolojiler biraz daha uzun vadede gelecek gibi görünüyor. ANTİKOR YANITI PROBLEMİ VAR
Bu kadar araştırmaya rağmen aşı neden bulunamıyor?
Bulunamıyor demeyelim. Virüsün doğasından kaynaklanan bir antikor yanıtı problemi var. İnfluenza virüsü de bir RNA virüsüdür, bu virüsümüz de bir RNA virüsü. RNA virüsüne ait genel bir problemdir bu. Buraya has değil. HIV virüsü de RNA virüsüdür onda da aşı ile ilgili problem yaşadık. Hepatit C virüsü de bir RNA virüsüdür yine aynı problem yaşanıyor. Aşı geliştirmeleri RNA virüsünde hep problemlidir. Korona üzerinde değil bu. Yapılan yatırımda ortaya çıkan yeni bir teknoloji olduğu için belli kesimler tarafından kafa soru işareti olacak. Türkiye’nin şu an üzerinde çalıştığı derseniz yine bu teknolojide. MRNA, taşıyıcı vektör üzerinde devam eden birkaç aşı çalışması var. Türkiye’nin de bu alanda çok ciddi sonuçlar elde edebilecek ekipler var, ancak ABD şu anda ipi göğüsleyecek ülke gibi duruyor. İnsanlar aşı bulununca hemen burada yapılacak gibi düşünüyor. ABD aşıyı kasım ayı gibi açıklayacağını söylemişti. Türkiye’ye gelmesi ise 2021’in sonunu bulur. Artı aşı bulunsa dahi şu anda önlemlerden uzaklaşacağız demek değil. Çünkü aşı sizin hastalığı hafif geçirmenizi sağlar, ama virüsü tekrar almanızı engelleyecek tek şey maske. Her halükarda salgın dünya genelinde 3’te 2’lik bir popülasyona yayılıp hızını kaybetmediği sürece biz bu şekilde bir süre daha yaşamaya alışacağız gibi görünüyor. ÇOMÜ’de aşı bulunması ile ilgili bir çalışma var mı?
Aşı çalışmaları çok ciddi yatırımlar gerekiyor. Çok ciddi de alt yapı gerekiyor. Ondan da öte bu bir ekip işi. Bu konuda deneyimli bilim insanı ekibi lazım. ÇOMÜ’de içerisinde aşı çalışmasını yürütebilecek, benim bildiğim kadarıyla en azından bir deneyim sahibi bir ekip yok. Bu tip çalışmalar genelde ulusal ve yüksek ölçekli konsorsiyumlarla oluyor. Tek bir merkezin değil de birden fazla merkezin bir araya getirilmesi ile oluyor. Türkiye’de devam eden çalışmalar da o şekilde. Bütçeler büyük. Bütçe büyük olduğu için araştırmacıların da dağınık olması lazım. Biliyorsunuz Türkiye’de kurumun adını söylemeyeyim ama 23 Nisan’da aşı bulanlar da vardı. Bunlar çok iddialı argümanlar. İddiaları olmak tabii güzeldir, ama altını doldurabilirseniz. Siz aşı yaptıracak mısınız?
Yaptıracağız. Gelir gelmez yaptıracağız. Şu anda Türkiye’de ABD’nin öncülüğünde aşı fazı devam ediyor. Galiba 9 merkez seçildi. O ilgili merkezlerde hasta alımları var. Biz de geldiği zaman Türkiye’de yaptıracağız aşımızı. Koronavirüse yakalandınız mı peki?
Yakalanmadım, ama öyle bir şüphemiz oldu. Testlerimiz negatif çıktı. Hastane içerisinde teması olan arkadaşlarımız oldu, ama hiçbirisinde Covid-19 çıkmadı, bizim hastanemizde gelişmedi öyle söyleyeyim. Korunma önlemlerine dikkat ediyoruz. Nasıl koruyorsunuz kendinizi?
Bir kere bunun çok temel kuralları var. Özellikle hasta yanına girerken maske, mesafe ve el hijyenine dikkat ediyoruz. Hasta odasına girdiğimizde 15 dakikadan daha uzun süre kalmıyoruz hiçbir şekilde maskeli bile olsak. Hastane içerisinde dolaşırken cerrahi maske takıyoruz. Hastaya 1 metreden daha yakın işlem yapacaksak N95 dediğimiz maskeyi takıyoruz. Bir kere mineral ve gıda takviyelerinden kullanıyoruz, çinko özellikle. Propolis kullanıyorum her ne kadar tartışılan bir ürün de olsa. Kişisel olarak yaptığım en önemli iki şey bu, ancak bunu sadece korona özelinde yapmıyorum. Yıllardır yapıyordum. Her grip sezonunda, sezon başlamadan önce çinko takviyesi artı beraberinde de propolis özellikle kış sezonunda kullanıyorum. Röportajın devamı yarın...
Salgının laboratuvar ortamında mı yaratıldığını düşünüyorsunuz? Yoksa yarasa çorbasından mı çıktı bu virüs?
İnsanların doğal yaşam alanları genişledikçe, hayvanlarla iç içe kaldıkça doğal olarak hayvanlarda görülen virüsleri viral hastalıkları sık görüyor. Bunun aynısını dünya genelinde kuduzda da gördük. Ne kadar hayvanlarla iç içe olursanız bir sürü virüs ile karşı karşıya kalma ihtimaliniz var. Mers Akdeniz koronasında gördük, sarsta gördük. Bunun diğerlerinden farkı ne? Yani soru işareti yaratan, ‘Laboratuar virüsü müdür?’ dedirten şey yüzen proteinlerinden bir tanesinin S proteini dediğimiz proteinin HIV virüsü ile çok benzerlik göstermesi. Dolayısıyla HIV virüsünün doğada çok yaygın olmayan, görünmeyen bir virüs olduğu bilindiği için ‘Acaba bu laboratuar virüsü müdür?’ diye spekülasyona sebep oldu. Biliyorsunuz aynı zamanda bu tip virüsler biyolojik silah olarak da kullanılıyor. Bugünkü anlamda baktığımız konvansiyonel silahlar dışında standart füzeler dahil olmak üzere ilgili coğrafyaya zarar vermeden karşı rakiplerin savaş gücünü yok etmeleri için oldukça etkili ajanları bunlar. Bunlar kullanılabilir mi? Kullanılabilir. Hatta, ‘Yanlışlıkla laboratuardan kaçmış’ da denildi. Bu da olabilir mi? Bu da olabilir. Hepsini 5-10 yıl sonra anlayabileceğiz. Kişisel olarak ben de merak ediyorum. Bildiğimiz kadarıyla biraz gariplikler var tabii. Tablo tam oturmuyor, ama her zaman da tablo tam oturmaz, bilinmeyen bir şey birden ortaya çıkar. Bu çok kontrol etmeye yönelik bir virüs değil. Virüsün öldürücülüğü yüzde 18’lerle başladı. Şu anda yüzde 3,7 gibi. Türkiye’de de 2,75. Nüfus dinamiğini kontrol etmeye yönelik bir hareket olsa kızamık gibi, suçiçeği gibi daha yaygın ve öldürücü bir hastalık kullanılırdı açıkçası. Çanakkale’de şu an hasta sayısı nedir? Hastaneler ne kadar dolu?
Rakam yasak olduğu için veremiyoruz. Neden yasak olduğunu da çok anlamış değilim, çünkü bir şeyi sakladıkça sürekli merak uyandırıyor. İnsanlar da yaramaz çocuklar gibi, babaannenin, anneannenin evine gitmiş de sandıkları, çeyizleri karıştırır gibi bir karıştırma periyodu oluyor. Çanakkale Marmara Bölgesi içerisinde en düşük orana sahip. Türkiye ortalamasına göre ölüm oranımız yüksek. Beklenen bir şey, çünkü bizim hasta yaş ortalamamız çok yüksek. Yoğun bakım ve yatak doluluk oranımız çok çok aşağılarda kaldı. Oran vermek gerekirse, 60 yataklı yoğun bakımın hiçbir zaman 20’sinden fazlası dolmadı. 600 yataklı hastanemizde yatakların hiçbirisinde aynı anda 100’den fazla hasta takibi yapmadı. Neredeyse yüzde 10-12 doluluk oranda yaşandı. Yoğun bakımda yüzde 30 doluluk oranı yaşandı. Hiçbir zaman tam doluluk oranı yaşanmadı.
Yaş aralığı neydi peki?
Yaş aralığı çok değişken. Salgındaki periyot yaşlı hasta popülasyonunu vurdu. O yüzden ölüm oranımız yüksek oldu. 1 Haziran’dan sonraki periyotta 40 ila 60 yaş arasında bu grupta daha çok görülüyor. Bu grupta ölümcül seyretme oranı düşük oluyor. Çanakkale’nin de genel mortalitesi (ölüm oranı) düşmeye başladı. Bu bir nevi iyi bir şey. 40 ila 60 yaş arasında bir yoğunlaşma var. Bu da göreceli bir yoğunlaşma. Yaşlı hasta grubunu evde tutup bu grup nüfus dışarıda olunca bunlarda çok göreceksiniz. Çocuklar okullara başlayacak çocuklarda da çok görmeye başlayacağız. ÖNÜMÜZDEKİ 3 HAFTA İÇERİSİNDE CİDDİ SORUNLAR YAŞANABİLİR
Okullarda yüz yüze eğitim 21 Eylül’de başladı. Bu durum salgını nasıl etkileyecek?
Türkiye genelinde vaka sayısının artacağını düşünüyorum. Çanakkale özelinde vaka sayısının çok etkilenmeyeceğini düşünüyorum. Çocuk hasta grubunda şimdiye kadar çok problem yaşamadık. Çocuk hastamız da var mı?
Var. Hatta şu anda yoğun bakımda bir hastamız var.
Genelde oran vermek gerekirse 10’a 1’in altında kaldı. 10 erişkine bir çocuğun altında kaldı. Bu çok çok iyi bir oran Türkiye ve dünya ortalamasına baktığımızda okulların açılmış olmasının vaka oranı yüksek olmayan illerde fazla bir anlam ifade etmeyeceğini düşünüyorum. Çanakkale’de de öyle. Türkiye için baktığınız da İstanbul gibi Ankara gibi insan hareketinin fazla olduğu toplu taşıtlarla insanların okullara ulaştığı, taşınım probleminin olduğu illerde önümüzdeki 3 hafta içerisinde ciddi sorunlar yaşanabilir. Çanakkale’ye baktığımızda üniversite öğrencilerinin gelmeme durumu salgın kontrolünde işimizi çok kolaylaştırdı. Eğer 36 bin kişi civarında öğrenci gelecek olsaydı. Biz şu an daha farklı şeyler konuşuyor olacaktık. Dışarıdan buraya virüsün taşınma periyodu olacaktı. Salgınlarda da temel mücadele metodu şudur; ne kadar az kişiyi dışarıda tutarsanız o kadar başınız az ağrır. 3 hafta içerisinde okulların açılmasının olumsuz etkilerini görebileceğimizi düşünüyorum Türkiye genelinde. İnsanlar bu süreçte nasıl beslenmeliler?
Bağışıklık sistemi çok önemli bu süreçte, çünkü bir virüs var o virüs vücuda girdikten sonra eğer bağışıklık sisteminiz sağlamsa, iyi çalışıyorsa hastalık tablosu daha hafif geçiyor. Eğer savunma hücreleriniz zayıfsa hastalık ağır geçiyor, ağır geçtiği için akciğere iniyor, akciğere indiği zaman yoğun bakım, yoğum bakım sonrası ölüm riskiniz var. Bağışıklık sistemi için annenizden babanızdan aldığınız genler de çok önemli. Sadece genler de yetmiyor. Uykusuzluk, stres, sigara ve alkol bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor. Onun dışında sürekli hareketsiz kalma, kilo alma gibi tablolar bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor. Bunların tersi de bağışıklık sistemini dengede tutacak demektir. Ne gibi? Sigara, alkol tüketmezseniz, kendi fiziki kapasitenizin dışında bir egzersiz yaparsanız, çünkü bazen ‘Egzersiz yapın’ diyoruz insanlara 50’li yaşlarda bisiklete binmeye başlıyorlar. Sonra kol bacak hasarlanıp geliyorlar. Bu da sağlıklı bir şey değil. Hayatı boyunca koşmamış birisi 50 yaşında koşmaya başlaması kalp krizi için, eklem hastalıkları için bir risktir. Fizyolojik limitlerinizi zorlamadan örneğin yürüyüş yapmak. Olabildiğince açık alanda yürüyüş yapmak. Korona sürecinde de çok önemli. Aldığımız gıdalarda mineral ve vitaminlere dikkat etmek gerekiyor. Özellikle D vitamini. Güneşten çok fazla alıyoruz biz bunu, balıktan çok alıyoruz. K vitamini, kırmızı et ve sakatattan alıyoruz. E vitamini beraberinde antioksidan vitaminler beraberinde. Artı selenyum, çinko gibi mineraller. C vitamini de destekler ve kullanılabilir. Çinko anlamında baktığınızda günlük 200-250 gram badem ve cevizde alabilirsiniz. Aşı çalışmaları ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Rusya, Çin bulduk dedi. ABD açıklayacağız dedi. Bunların içerisinde sizin en çok güvendiğiniz hangisi?
Dünya üzerinde 170 civarında farklı aşı çalışması var. Odaklanılan noktalar iki temel üzerinde yer alıyor. Birincisi en çok ümit vaat edeni; virüsün zayıflatarak verilmesi. Bu çok eski bir teknoloji. Çin ve Rusya’nın kullandığı teknoloji bu. Burada bir dezavantajımız var. Özellikle alüminyum ile inaktivasyon yapılan aşı komponentlerinde zayıflatılmış virüs verildiği için enfeksiyon yani covid-19 geçirme riskiniz de var. Dolayısıyla dünya genelinde bu tip aşı teknolojileri çok fazla kullanılmaz gruba geldi. İnfluenza aşısı, grip aşısı çok tipiktir bunun örneği. Rusya’daki aşı çalışmaları netincesinde makale formatına baktığımızda makaleden iki araştırmacının geri çekildiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu aşı çalışmalarında bir soru işareti bırakıyor. Çin’de devam eden iki farklı aşı çalışması var. Bir tanesi zayıflatılarak devam eden aşı çalışması, bir diğeri de virüsün bir kısmının, MRNA kısmının taşıyıcı bir virüs kullanılarak yapılması. Dünyanın genelinde odaklanılan aşı komponenti bu. Adena virüs taşıyıcı vektör üzerinden yani virüsümüz bir RNA virüsü. RNA virüslerinde antikor oluşturma ile ilgili bir potansiyel sıkıntı var. Dolayısıyla hem virüsün vücutta taşınımını hızlandıracak hem de antikor arttıracak ve uzun dönem devam ettirecek taşıyıcı bir virüs kullanıyoruz. İnsan için daha az zararlı. Bu aşı teknolojisi biraz yeni. Yeni olduğu için ve hızlı gündeme geldiği için bununla ilgili de soru işaretleri var. Uygulanan iki denekte sinirsel hasar meydana geldi. Bu yüzden önce askıya alındı, sonra tekrar devam edildi. İkinci olgu ile birlikte yeniden vaka olması durdurulacaktır. Dolayısıyla bu ana kadar ortaya çıkmış aşı teknolojilere baktığımızda halihazırda gündemde olan aşılar ile ilgili kafamızda soru işaretleri var. Başka gelmekte olan başka aşı sistemi var. Cilde elektrik simülasyon uyararak, yüksek doz antikor oluşturma potansiyeline sahip teknolojiler biraz daha uzun vadede gelecek gibi görünüyor. ANTİKOR YANITI PROBLEMİ VAR
Bu kadar araştırmaya rağmen aşı neden bulunamıyor?
Bulunamıyor demeyelim. Virüsün doğasından kaynaklanan bir antikor yanıtı problemi var. İnfluenza virüsü de bir RNA virüsüdür, bu virüsümüz de bir RNA virüsü. RNA virüsüne ait genel bir problemdir bu. Buraya has değil. HIV virüsü de RNA virüsüdür onda da aşı ile ilgili problem yaşadık. Hepatit C virüsü de bir RNA virüsüdür yine aynı problem yaşanıyor. Aşı geliştirmeleri RNA virüsünde hep problemlidir. Korona üzerinde değil bu. Yapılan yatırımda ortaya çıkan yeni bir teknoloji olduğu için belli kesimler tarafından kafa soru işareti olacak. Türkiye’nin şu an üzerinde çalıştığı derseniz yine bu teknolojide. MRNA, taşıyıcı vektör üzerinde devam eden birkaç aşı çalışması var. Türkiye’nin de bu alanda çok ciddi sonuçlar elde edebilecek ekipler var, ancak ABD şu anda ipi göğüsleyecek ülke gibi duruyor. İnsanlar aşı bulununca hemen burada yapılacak gibi düşünüyor. ABD aşıyı kasım ayı gibi açıklayacağını söylemişti. Türkiye’ye gelmesi ise 2021’in sonunu bulur. Artı aşı bulunsa dahi şu anda önlemlerden uzaklaşacağız demek değil. Çünkü aşı sizin hastalığı hafif geçirmenizi sağlar, ama virüsü tekrar almanızı engelleyecek tek şey maske. Her halükarda salgın dünya genelinde 3’te 2’lik bir popülasyona yayılıp hızını kaybetmediği sürece biz bu şekilde bir süre daha yaşamaya alışacağız gibi görünüyor. ÇOMÜ’de aşı bulunması ile ilgili bir çalışma var mı?
Aşı çalışmaları çok ciddi yatırımlar gerekiyor. Çok ciddi de alt yapı gerekiyor. Ondan da öte bu bir ekip işi. Bu konuda deneyimli bilim insanı ekibi lazım. ÇOMÜ’de içerisinde aşı çalışmasını yürütebilecek, benim bildiğim kadarıyla en azından bir deneyim sahibi bir ekip yok. Bu tip çalışmalar genelde ulusal ve yüksek ölçekli konsorsiyumlarla oluyor. Tek bir merkezin değil de birden fazla merkezin bir araya getirilmesi ile oluyor. Türkiye’de devam eden çalışmalar da o şekilde. Bütçeler büyük. Bütçe büyük olduğu için araştırmacıların da dağınık olması lazım. Biliyorsunuz Türkiye’de kurumun adını söylemeyeyim ama 23 Nisan’da aşı bulanlar da vardı. Bunlar çok iddialı argümanlar. İddiaları olmak tabii güzeldir, ama altını doldurabilirseniz. Siz aşı yaptıracak mısınız?
Yaptıracağız. Gelir gelmez yaptıracağız. Şu anda Türkiye’de ABD’nin öncülüğünde aşı fazı devam ediyor. Galiba 9 merkez seçildi. O ilgili merkezlerde hasta alımları var. Biz de geldiği zaman Türkiye’de yaptıracağız aşımızı. Koronavirüse yakalandınız mı peki?
Yakalanmadım, ama öyle bir şüphemiz oldu. Testlerimiz negatif çıktı. Hastane içerisinde teması olan arkadaşlarımız oldu, ama hiçbirisinde Covid-19 çıkmadı, bizim hastanemizde gelişmedi öyle söyleyeyim. Korunma önlemlerine dikkat ediyoruz. Nasıl koruyorsunuz kendinizi?
Bir kere bunun çok temel kuralları var. Özellikle hasta yanına girerken maske, mesafe ve el hijyenine dikkat ediyoruz. Hasta odasına girdiğimizde 15 dakikadan daha uzun süre kalmıyoruz hiçbir şekilde maskeli bile olsak. Hastane içerisinde dolaşırken cerrahi maske takıyoruz. Hastaya 1 metreden daha yakın işlem yapacaksak N95 dediğimiz maskeyi takıyoruz. Bir kere mineral ve gıda takviyelerinden kullanıyoruz, çinko özellikle. Propolis kullanıyorum her ne kadar tartışılan bir ürün de olsa. Kişisel olarak yaptığım en önemli iki şey bu, ancak bunu sadece korona özelinde yapmıyorum. Yıllardır yapıyordum. Her grip sezonunda, sezon başlamadan önce çinko takviyesi artı beraberinde de propolis özellikle kış sezonunda kullanıyorum. Röportajın devamı yarın...