İki ergen yaşta kız konuşuyorlar:
_Yarın geliyor musun?
_Aynen
_Sen de Sinem'in numarası var mı?
_Aynen.
Yakınlarında oturan yaşlıca bir esnaf da kendi kendine söyleniyor. “Yahu ne diyor bu çocuklar anlamıyorum. Tek yaptıkları durmadan bir birlerine katılıp durmak. Ne dersen de. Hep aynı kelime. Bizim zamanımızda...”
Bunları dinlerken yeni gençlerin kıyafetlerinin de oynadıkları oyunlardaki kahramanlarınkilere benzediğini düşünüyorum. Ne güzel yeni bir şey satmak isteyen de oyunları kullandı mı bitti gitti.
Derken her zaman emekli komiser olmasıyla övünen ‘yalnız adam' geldi. Her zaman anlattığı hep aynı hikayelerle beni gene ‘alçıya’ alacak. Bir kaçamak yol arasam da bir türlü kaçamıyorum. Kabus gibi... Sonunda beni kıskıvrak yakalıyor
_Nereliydin sen?
_Ezineliyim.
_Ha! Bak orada benim devrem, emekli bir komiser vardı. Pavyon işletirdi. Sonra kapandı. O zamanlar sık gelirdim Ezine'ye. Şimdi neme lazım. Dedi.
Aklımdan konsomasyona çıkan kadınların da, emekli olunca polis oldukları ve üniformalarıyla yeni işlerine başlarken kendilerine has jargonla konuştuklarını geçirdim de pek bir eğlendim. İçimden sesli gülmek geldi. Sözü uzatmasın diye bunu bizim emekli komiserle paylaşmadım.
***
Haftanın sadece iki günü su akan sebil çeşmede küçük su şişemi dolduruyorum. Bir kez daha doldurdum muydu iki lira kardayım. Çeşmenin yanındaki durakta taksicilerin hepsi dikmişler gözü beni izliyorlar. Genelde sahiplendikleri bu çeşmede arabalarını yıkarlar. Birde müşteri iseniz ve sıranın hangi takside olduğunu bilemezseniz ‘ayar' verirler. Sanki bizim onların sistemlerini anlama ve bilme zorunluluğumuz var gibi. Hemen yakında da spot eşya satan bir mağaza var. Eşyaları yenileriyle aynı fiyata satıyor. ‘Benimkiler de sağlam ve yeni. Benim neyim eksik ki’ diye düşünüyor olmalı. Bu naif değer katma tavrının kaynağını düşünürken içimden de “ bırak filozofluğu da insanları rahat bırak" diyorum. ***
Hafta sonu nöbet sırası mahallemizdeki eczaneye gelince, sevincimi gizleyemeden eczacıya “sonunda nöbet sırasını denk getirdim. Açık olmanıza çok sevindim. Bana eczane aratmadınız” dedim. “Abi bundan böyle cumartesileri de açığız.” Dedi. Gene hevesim kursağımda... Ben bu sevinç işinin iş görmüş olmakla değil, iş görebilme hayali ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Bir de bir şeyi hayal edince o şeyi olmaya zorlama durumu var ki evlere şenlik. Oradan da kuantuma...
Konudan konuya atladığımı düşünmeyin. Zaten size anlatacak belli bir konum yok. Neden belirli bir konuyla hem sizi hem de kendimi sınırlayayım ki? Ayrıca çevremizde gerçekleşen olaylar sicim teorisi gibi öyle çok iç içe girmiş ki, zaten dağınık olan bile bir bütün halinde.
Descartes demiş ki:
“Disiplinler öyle çok iç içe girmişlerdir ki, genellikle hepsini birden anlamak birini ötekinden ayırmaktan daha kolaydır.”
Su şişemdeki su gene bitti. Bir şişe daha doldurursam üç ₺ kardayım. Bir de içtiğim suyu boşaltırken aynı parayı umumi tuvaletteki adama vermek durumunda olmasam...
_Yarın geliyor musun?
_Aynen
_Sen de Sinem'in numarası var mı?
_Aynen.
Yakınlarında oturan yaşlıca bir esnaf da kendi kendine söyleniyor. “Yahu ne diyor bu çocuklar anlamıyorum. Tek yaptıkları durmadan bir birlerine katılıp durmak. Ne dersen de. Hep aynı kelime. Bizim zamanımızda...”
Bunları dinlerken yeni gençlerin kıyafetlerinin de oynadıkları oyunlardaki kahramanlarınkilere benzediğini düşünüyorum. Ne güzel yeni bir şey satmak isteyen de oyunları kullandı mı bitti gitti.
Derken her zaman emekli komiser olmasıyla övünen ‘yalnız adam' geldi. Her zaman anlattığı hep aynı hikayelerle beni gene ‘alçıya’ alacak. Bir kaçamak yol arasam da bir türlü kaçamıyorum. Kabus gibi... Sonunda beni kıskıvrak yakalıyor
_Nereliydin sen?
_Ezineliyim.
_Ha! Bak orada benim devrem, emekli bir komiser vardı. Pavyon işletirdi. Sonra kapandı. O zamanlar sık gelirdim Ezine'ye. Şimdi neme lazım. Dedi.
Aklımdan konsomasyona çıkan kadınların da, emekli olunca polis oldukları ve üniformalarıyla yeni işlerine başlarken kendilerine has jargonla konuştuklarını geçirdim de pek bir eğlendim. İçimden sesli gülmek geldi. Sözü uzatmasın diye bunu bizim emekli komiserle paylaşmadım.
***
Haftanın sadece iki günü su akan sebil çeşmede küçük su şişemi dolduruyorum. Bir kez daha doldurdum muydu iki lira kardayım. Çeşmenin yanındaki durakta taksicilerin hepsi dikmişler gözü beni izliyorlar. Genelde sahiplendikleri bu çeşmede arabalarını yıkarlar. Birde müşteri iseniz ve sıranın hangi takside olduğunu bilemezseniz ‘ayar' verirler. Sanki bizim onların sistemlerini anlama ve bilme zorunluluğumuz var gibi. Hemen yakında da spot eşya satan bir mağaza var. Eşyaları yenileriyle aynı fiyata satıyor. ‘Benimkiler de sağlam ve yeni. Benim neyim eksik ki’ diye düşünüyor olmalı. Bu naif değer katma tavrının kaynağını düşünürken içimden de “ bırak filozofluğu da insanları rahat bırak" diyorum. ***
Hafta sonu nöbet sırası mahallemizdeki eczaneye gelince, sevincimi gizleyemeden eczacıya “sonunda nöbet sırasını denk getirdim. Açık olmanıza çok sevindim. Bana eczane aratmadınız” dedim. “Abi bundan böyle cumartesileri de açığız.” Dedi. Gene hevesim kursağımda... Ben bu sevinç işinin iş görmüş olmakla değil, iş görebilme hayali ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Bir de bir şeyi hayal edince o şeyi olmaya zorlama durumu var ki evlere şenlik. Oradan da kuantuma...
Konudan konuya atladığımı düşünmeyin. Zaten size anlatacak belli bir konum yok. Neden belirli bir konuyla hem sizi hem de kendimi sınırlayayım ki? Ayrıca çevremizde gerçekleşen olaylar sicim teorisi gibi öyle çok iç içe girmiş ki, zaten dağınık olan bile bir bütün halinde.
Descartes demiş ki:
“Disiplinler öyle çok iç içe girmişlerdir ki, genellikle hepsini birden anlamak birini ötekinden ayırmaktan daha kolaydır.”
Su şişemdeki su gene bitti. Bir şişe daha doldurursam üç ₺ kardayım. Bir de içtiğim suyu boşaltırken aynı parayı umumi tuvaletteki adama vermek durumunda olmasam...