Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği (YKKED) Çanakkale Şubesi Başkanı Yüksel Özdemir İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in 6 yaşındaki kızını 'evlendirmesiyle' ilgili iddialara ilişkin açıklama yaptı.
YKKED Çanakkale Şubesi Başkanı Yüksel Özdemir yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Sözcükler üzerinde oynamak olayın ciddiyetini, vahşiliğini, ahlaksızlığını hafifletmez. İsmailağa Cemaatiyle bağlantılı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızının altı yaşındayken cemaat üyesi Kadir İstekli ile “evlendirilerek” yıllarca tecavüze uğraması ülkemin utancıdır, yüz karasıdır. Çocuk istismarı değildir, çocuğa tecavüzdür. Son yaşanan olayla tarikatların, cemaatlerin ülkeyi orta çağ karanlığına götürdüğü bir kez daha kanıtlanmıştır. Dinsel ve kültürel tarih içinde vücut bulan, tarih içinde eğitim ve dayanışma kurumu olarak görülen tekke ve zaviyeler en ilkel koşullar ile dine, ahlaka, insanlığa sığmayan çirkinliklerle yozlaşmıştır. Yaşar Nuri Öztürk’ün anlatımıyla; Atatürk’ten çok önce Kuşadalı İbrahim Efendi 19. Yüzyılda tekkelere karşı görüşleriyle öne çıkmış en önemli mutasavvıflardandır. “… Kuşadalı İbrahim Efendi, Osmanlı saltanat çevrelerince de irfan ve din çevrelerince de Ariflerin kutbu, kutsal gönüllü mürşit gibi unvanlarla anılmış ve 19. Yüzyıl tasavvuf hayatının tartışmasız önderi kabul edilmiş bir büyük insandır. Bu Kuşadalı İbrahim Halvetî, Atatürk’ten yüz küsur sene önce, tekkelerden söz ederken şu şekilde konuşuyor: “Tekkelerde artık hayır kalmamıştır. Bunların kaldırılması lazımdır. Bunlardan artık insanlığa da, İslam’a da hiçbir hayır gelmez. Çünkü tekkeleri, meyhane ve kerhaneye dönüştürdüler.”(Y.N. Öztürk) Kuşadalı, Atatürk’ten çok önce durum tespitini yapmıştır. Atatürk 30 Ağustos 1925 yılında Kastamonu’da; "Bugün bilimin, fennin, bütün her şeyiyle uygarlığın aleviyle yüz yüze gelişinde filan veya falan şeyhin yol göstericiliğinde maddi mutluluğu ve maneviye arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emrettiğini ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir". Diye seslenmiş; 30 Kasım1925 yılında TBMM’de tekke ve zaviyeleri kapatma kararı alınmış, 13 Aralık 1925 yılında resmi gazetede yayınlanmıştır. Bugün de anayasamızın 174. Maddesinde koruma altına alınmıştır. Tarikatların açık olmasına hukuken niçin göz yumulmaktadır? Laiklik ilkesinin düşmanı olan bu kurumlarda kız-erkek çocukları sapkınların elinde kaybolmaktadır. Ne yazık ki bu olay ilk değildir. Tarikatlarda, cemaatlerde, kuran kurslarında tecavüze uğrayan çocuklar-kadınlar, yanarak ölen çocukların haberleri, salınıveren suçlular, çocuğun rızası vardı denilerek üstü kapatılan, yargının görevini yapmadığı bu olaylar yüreğimizi kan gölüne çevirdi. Kesin ve tek çözüm kapatılmalarıdır. Ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasının yolu çağdaş, laik, bilimsel ve karma eğitimden geçmektedir. Milli Eğitim politikası acilen ele alınmalı, Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri aklıyla, felsefesiyle uygulanmalıdır. Yargı konunun üstünü kapatmamalı, suçlular en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Başlangıç kısmında; “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” yazmaktadır. Buradan ilgililere soruyorum. 6 yaşındaki kız çocuğu yukarıda yazılı haklarını niçin kullanamamıştır. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışır şekilde konu sonuçlanana kadar takipçisi olacağız.”
Emel Uğur Kırıcı
Emel Uğur Kırıcı