“Anne ve baba;
…Size 25 Nisan sabahından bahsetmek istiyorum. Gün aydınlandığında ışık arttıkça önümüzde ki araziyi görmeye başladık. On beş savaş gemisi korkunç bir sessizlikle sahilde ki bataryaların ateşini bekliyordu. Saat 05:00’de üzerimize ateş açıldı. Her yerimizde şarapneller patlıyordu. Savaş gemilerimiz, sahildeki Türk bombardıman noktalarına doğru döndü. Top mermileri, limanın sağ tarafındaki bölgeleri vuruyordu. Sağır edici patlama sesleri geliyordu. Tonlarca toprak ve kaya, havaya yükseliyordu. Bu sırada askerlerimiz destroyerlere ve sonra çıkarma botlarına geçiyorlardı. Çıkarma sırasında botlar dolu yağmuru gibi mermi atışıyla karşılaştı. Makineli tüfeklerden şakır şakır mermi yağıyordu. Havada sadece şarapneller vardı. Bu şarapnellerin verdiği hasar korkunçtu. Yoluna çıkan her şeyi biçiyordu. Yüzlerce askerimiz sahile ulaşamadan ya öldü ya da yaralandı. Sahile ulaşmayı başaranları ise makineli tüfekler yere indiriyordu. Orada birilerinin canlı kalabileceğini düşünmek imkansız gibi görünüyordu. Sahilden üzerimize ateşlenen şarapneller gemimizin etrafındaki sulara düşüyordu. O gün akciğer zarımda sıvı biriktiğini hissediyordum. Gemimize geri getirilen yaralı askerlere yardım etmekle görevlendirildim. Yaralı askerleri geri getirmeye başladılar. Karada ise manzara korkunçtu ve bir tanesini hayatım boyunca unutmayacağım. Toprak araziye baktığınızda üzerinde sürekli top patlayan o siperleri görebilirdiniz. Patlamalar sırasında insan, toprak ve top parçaları göğe yükseliyordu. Saat 12.30 sıralarında, bir mavna ile daha fazla yaralı asker getirildi. Bu askerleri böyle bir halde görmek berbattı. Orada olmadan neler gördüğümü hayal bile edemezsiniz. Yaraları korkunç durumdaydı. Türkler dom dom adı verilen patlayıcı ve sakat bırakıcı kurşunlar kullanıyordu. Öğleden sonra, karaya çıkmayı başaran bizim topçular, etkili olabilecekleri bir bayırdan Türklerin üzerine ateş açtılar. Gün kararmadan önce, Türkler sahilde bizim askerlere karşı üstünlük sağlamaya çalışıyorlardı. Queen savaş gemisi onların hareketini tespit edip üzerlerine top yağdırmaya başladı. Attığı 4 toptan 3’ü Türklerin üzerine düştü. Toprak ve üzerindeki Türkler atomlarına ayrıldı. Bu Lyddite toplarının etkisi inanılmaz. Topların sebep olduğu duman bile 27 metre çapındaki bir alanda bulunan herkesi öldürebilir…”
Dora dedesinin Eftelya ile yaralıların tedavisi sırasında yakınlaştığını hissediyordu. “Keşke daha önce, dedemle buralara gelebilseydim, Eftelya’yı dedemle beraber arayabilseydim” diye hayıflandı.
“üşüteceksiniz, içeri girelim isterseniz. Daha yarım saat yolumuz var”
Tahir Hoca’nın bu uyarısı ile Dora usulca geriye döndü ve feribotun ağır demir kapısına doğru yürüdü.
Kuzu limanında Tahir Hoca’nın volvosu ile indiler feribottan. Adanın içlerine doğru yol alırlarken Tahir Hoca ada hakkında bilgiler veriyordu ama Dora adeta büyülenmiş gibi etrafına bakınmaktaydı. Kulakları tüm dünyaya kapanmıştı adeta. Bir yerleşim yerinden geçtiler. Dora, Tahir Hocanın sözlerine kulak vermeden eski ama modernleşme çabasında ki yapılara baktı, sonra da zeytin ağaçları ile çevrili o yola keçilerin arasından girip dik bir yokuşu tırmanmaya başladılar parke taşları üzerinde. Köyün girişinde ki kilisenin hemen üzerinde bulunan boşluk alana volvosunu park eden Tahir Hoca Dora’ya baktı.
“yol boyu konuşmadınız, büyülenmiş gibiydiniz”
“doğrusunu isterseniz gerçekten büyülendim. Tuhaf bir biçimde sanki evimde gibi hissettim adaya ilk çıktığımızdan beri kendimi. Hele şu kilise, nasıl da sıcacık karşıladı beni içine bile girmeden”
“evet, çok eski bir kilisedir. 8. Yüzyılda inşa edildiği bilgisi var kayıtlarda. Küçük bir kilise olduğuna bakmayın. Dünyada ki 300 milyon Ortodoks için en önemli kilisedir. Ortodoksların Ruhani lideri 1.Bartholomeos bu köyde doğmuştur 1940 yılında ve 1991 yılında da Patrik ilan edilmiştir. Dedenizin buraya savaşmak için gelmesinden bir yıl önce, yani 1914’te yaşanan büyük deprem ile hasar görmüştü kilise. Patrik buranın onarımını üç yıl önce başlattı ve birkaç ay önce de yeniden ibadete açıldı”
“İlginç, yeni açıldı ha…”
“biraz yukarıya yürüyeceğiz. Buranın meşhur Madam’ın Kahvesi’nde buluşacağız. Şansımız var, genelde yılın bu zamanı Kosta Selanik’te olur ama bu yıl erken geldi. Kosta Madam’ın oğludur. Madam öldüğü için artık oğlu yapıyor meşhur dibek kahvesini”
“dibek kahvesi?”
“ah evet… dibek kahvesi. Özel bir ürün, anlatayım biraz yukarı çıkarken isterseniz. Taşa oyulmuş bir çukurda kahve çekirdekleri on kiloluk demirle ezilir, sonra da elekten geçirilir. Hepsi bu. Biraz zahmetli yani. Kahve taze taze günlük hazırlanır. Aslında her ne kadar tabelalarda hala dibek kahvesi yazsa da artık hiçbir kahvecinin elde demir bütün günü kahve çekirdeklerini ezerek geçirdiğini sanmıyorum. Ama olsun, fastfood ile büyüyen bir nesilde o tadı ayırt edebilecek damak tadı kalmadı zaten!”
YAZARLAR
Yayınlanma: 19 Eylül 2019 - 10:43
Eftelya 2
“Anne ve baba; …Size 25 Nisan sabahından bahsetmek istiyorum
YAZARLAR
19 Eylül 2019 - 10:43
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir