Renkler, kokular, sesler ve tatların hepsi, aslında bir çeşit enerjidir. Evrimsel süreç boyunca organizmalar, bu enerjileri algılayabilmek ve işleyebilmek için çeşitli duyu organları geliştirmiştir. Bu enerji kaynakları, o duyu organları ile etkileştiğinde, nöral, elektriksel veya kimyasal kaynaklı sinyaller üretilir ve bu sinyaller beyinde çeşitli kimyasal değişimlere neden olarak, "algı" dediğimiz kavramı üretir. Bu algılar, çeşitli tepkilere neden olabilir. Örneğin parlak bir ışık nedeniyle gözlerimizi kısabiliriz, kötü bir koku dolayısıyla midemiz bulanabilir, ani bir ses irkilmemize, acı bir tat kızarmamıza sebep olabilir.
Uyandığımız andan itibaren beynimize hücum eden uyarıları, herhangi bir çaba göstermeden algılar ve böylece kendi gerçekliğimize güne başlamış oluruz. Dış dünya hakkında edindiğimiz tüm bu fikirler ile kurduğumuz gerçeklik, uyarıların salt bir şekilde duyularımız tarafından algılanmasından ziyade, bu uyarıların beynimizde işlenişi ile ilgilidir. Duyularımıza bir sinyal olarak gelen bu iletiler, bölgelere ve işlevlerine göre özelleşmiş olan reseptörler ile algılanır. Reseptörlerde elektrokimyasal sinyallere dönüştürülen bu uyarılar, nöron ağı içerisinde çok hızlı bir biçimde beyne iletilir. Aslında dış dünya ile ilgili deneyimlediğimiz her şey, beynimizin karanlık kıvrımlarındaki elektrokimyasallardan ibarettir. Vücudumuz her bir köşesinden gelen tüm bu sinyalleri işe yarar bir biçime dönüştürmekle yükümlü olan beyin, yapısı içerisinde her bir duyumuz için farklı bölümler oluşturmuştur. Bir yığın halinde akan bu uyarılar, ilgili bölgelere aktarıldıktan sonra işlenir ve böylece dış dünya hakkında bir gerçeklik algısına sahip olmuş oluruz.
NASIL GÖRÜYORUZ
Gerçeklik algımızın oluşmasındaki en önemli duyumuzun görme duyusu olduğunu söylenebilir. Beynimizin yaklaşık üçte birini kapsayan ve görme işlevini gerçekleştirmekle yükümlü olan oksipital lob, uyanık olduğumuz her an çok yoğun bir şekilde çalışarak dış dünyadan veriler toplar. Bu işlem sadece korneamıza çarpan fotonları toplamaktan fazlasını yerine getirir.
Görme işleminin nasıl gerçekleştiğini anlamak adına, başarılı bir iş insanı ve paralimpik şampiyona kayakçısı olan Mike May'in hikayesine bakalım. Kimyasal bir patlama nedeniyle korneasında bozulma meydana gelen May, görme yetisini üç buçuk yaşında kaybetti. Yaklaşık 40 yıl sonra tıbbın ve bilimin de ilerleyişiyle, korneasında meydana gelen hasar tedavi edildi. Başarılı geçen ameliyat sonrasında May'in gözündeki bandaj çıkarıldığında, göz organı kusursuz çalışıyor olmasına rağmen, May'in beyni aniden maruz kaldığı görsel bilgi yoğunluğuna ayak uyduramadı ve anlamlı görüntüler meydana getiremedi.
Nesnelerin kimlikleri, boyut ve oranları hakkında bir fikre sahip olamayan ve bu nedenle gördüklerini tanımlamakta zorluk çeken May, aynı zamanda derinlik algısında da sorunlar yaşadı ve bu sebeple de nesneleri birbirinden ayırt etmekte zorluklar yaşadı. Tüm bu nedenlerden dolayı da ameliyattan sonra kayak yapmak bile daha zahmetli bir hal aldı. Sonradan yapılan incelemeler gösterdi ki, Mike May'in yaşamış olduğu 40 yıl süren bu körlük durumu, görme işlevini üstlenen oksipital lobun başka duyularca işgal edilmesine neden olmuştu ve bu durum da görme işlevinin gerçekleştirilmesi için gerekli olan sinyalleri okuma işlevini etkilemişti.
Mike May'in hikayesinden de anlaşılacağı üzere gözlerimizin gelen ışığı çok iyi bir şekilde algılayabiliyor olması, bize sağlıklı bir görme deneyimi sunmak için yeterli olmamaktadır. Sağlıklı bir görüş için gözlerimizin beynimiz ile organize bir şekilde çalışması gerekmektedir.
YAZARLAR
Yayınlanma: 25 Şubat 2022 - 12:33
Gerçeği ne düzeyde algılayabiliyoruz?
Renkler, kokular, sesler ve tatların hepsi, aslında bir çeşit enerjidir
YAZARLAR
25 Şubat 2022 - 12:33
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir