Doğduğu andan itibaren karanlıktan korkar insan. Bebeklerin karanlık odada uyanarak ağlamalarını hangimiz bilmeyiz? Oysa ki karanlık evrenin yegane gerçeğidir. İnsan için var olan iki kesin gerçek.
İlki ölümdür. Doğduğunuz andan itibaren bir kesin gerçek vardır hayatınızda; ölüm… Doğdu iseniz, mutlaka bir zaman sonra öleceğiniz gerçeği sizi beklemektedir. Bunu değiştirme şansınız, ölümsüz olma durumunuz kesinlikle yoktur.
Bir başka kesinlik de karanlıktır. Dünyadan ayrıldığınızı düşünün, evrenin her hangi bir yönüne doğru uzaklaşıyorsunuz dünyadan. İlk olarak mavi bir ışık olur dünya ve sonrasında da soluk mavi bir nokta… Bir müddet sonra da yok olur ve koca evrenin karanlığı içerisinde kalıverirsiniz sonsuza dek.
Karanlık ve ölüm… İki kesin gerçek. Değiştirilemez iki kesin gerçek…
Bu iki kesinlik hakkında ne yapıyoruz dersiniz? Hiç düşündünüz mü bunu? Yani, aslında yapıyorsunuz. Çoğunuz bir dini inanca sahipsiniz ve birçoğunuz dindar denecek derecede ibadet bağımlısı olarak koşar adım “ölüme” doğru ilerliyorsunuz. Çünkü, insanoğlu yaratılıştan bu güne dek, hayatında ki iki kesin gerçeğin ürkünç varlığını örtbas etmek için kendisine bir Yaratıcı aradı. Yaratıcının olmaması imkansızdı, olmalıydı. Hatta, insanoğlu Yaratıcıya karşı bir takım ödevler yerine getirerek O’na kendisini sevdirmeliydi. Yoksa yer sarsılır, gökten deniz iner, yukarıdan ateş düşerdi. Avlanmak imkansızlaşırdı… Yırtıcı hayvanlar insan karşısında galip gelirdi… İnsan, Yaratana ibadet etmeliydi ama nasıl? Tabi ki; gökte olan Yaratana karşı insan yere kapanmalıydı, adaklar adamalı, kurbanlar kesmeliydi. Nimetlerin kıymetini anlamak için yiyeceklerden bazı zamanlar uzak durmalı ve yokluğu görerek, kendisine bu nimetleri sunan Yaratana daha fazla sevgi bağı ile bağlanmalıydı. İyi de, niye Yaratan gökteydi? Yani, gökte bile olsa, O’nu hiç görmemiş insan, O’nun gökte olduğunu nereden bilebilirdi ki?
İnsan Yaratıcının gökte olduğunu gayet iyi biliyordu. Çünkü onlar gökten gelmişlerdi. Kesin olan karanlıktan. Evrenin bir başka noktasından. Bir zamanlar insanlar onların heykellerine taparlardı. Çünkü onlar ilkel insanın anlayamayacağı derecede teknoloji ile donanmışlardı. Uçan araçları ile gökten gürültülü bir ateş topu olarak gelmişlerdi ve sürekli kanatları olan gürültülü ateş saçan göksel sandallarla dünyanın her yerine gidip gelmekteydiler. Gökler onlarındı. Onlar göksel varlıklardı. Sümer tabletlerine göre gökten gele elliler, Tevrat’a göre de ateşli halk olan Nefilimler’di. İnsana ilk olarak çobanlığı öğrettiler. Avlanmaya gerek yoktu eğer çobanlık yapılırsa. Kontrol altında ki hayvanlar insan için her zaman sağlıklı besin kaynağıydı. Sonra da çiftçiliği öğrettiler. Buğday yetiştirmeyi ve ekmek yapmayı, mayalamayı ve bira yapmayı öğrettiler. Ama asıl istedikleri insanı toprak altında, madenlerde çalıştırmaktı. Çünkü çok ağır bir iş olan madenciliği artık gökten gelen o elliler yapmak istemiyorlardı. İnsan, onlar için tam bir maden işçisiydi. İstedikleri maden altındı ve altın çok zor elde edilen bir madendi. Altını çıkarmak sadece güç istemiyordu, kimyasal yöntemlerle ayrıştırma işlemi yapılmalıydı ve insana bunu da öğrettiler.
İnsan için artık göksel varlıklar, sözlerinden çıkılamayacak, uğurlarında can verilecek birer yaratıcıydılar. Onlardan astroloji, matematik ve özellikle de kimya öğrendiler. Evrende ki dünya için en yakın gezegenleri öğrendiler. Dünyanın yuvarlak olduğunu semavi dinlerden çok önce Sümerler bilmekteydi. Takvimleri ile zaman kavramını çözmüşler ve bu gün hala kullanılan burç sembollerini onlar çizmişlerdi.
Şimdi, altın madeni işçisi olarak yetiştirilen insanın neden altın madeni işlettiğini sorguluyoruz Çanakkale halkı olarak. Altın işçisi olma kodlaması ile doğan insanoğlu, Kirazlıda ki altın madeni işletmesine karşı eylem yapmaya giderken bile aksesuar olarak altın takıyor. Orada eylem yapan kadınlardan herhangi birine evlenme teklif ederken tek taş pırlanta ile taçlandırılmış bir altın yüzük vermezseniz, teklifiniz “evet” cevabı alma olasılığınız nedir? Durum böyle ama “altına hayır” öyle mi? Şaka gibiyiz…
Elbette ki doğanın tahrip edilmesine karşıyım, elbette ki ben de Kirazlıda ki maden işletmesine karşıyım (ekonomik olarak ülke çıkarlarına ters düştüğü için, altını devlet olarak biz çıkarsak ve yüzde yüzü ülkemize kalsa hiç de karşı değilim) ama gerçekçi olalım, en fazla bir ay sonra kimse kalmayacak orada. O şirket ve yerli ortağı, o altını babalar gibi çıkartacak her şeye rağmen. Çünkü biz, iki kesin gerçeği görmeyerek “din” adı altında kendi icat ettiğimiz bir olgunun arkasında durmayı yeğliyoruz.
YAZARLAR
Yayınlanma: 06 Ağustos 2019 - 11:50
Göksel Sandal Ve Altın
Doğduğu andan itibaren karanlıktan korkar insan
YAZARLAR
06 Ağustos 2019 - 11:50
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir