Son 4 yıldır Çanakkale ismi, 1915 Çanakkale Köprüsü ulusal basında Ertuğrul Özkök’ün yazılarıyla tartışıldı. 2018’de Özkök’ün bir yazısına Sabah yazarı Engin Ardıç ‘Troyalı Melahat’ başlığı ile yanıt verdi. Sonra Özkök ‘o manyak benim’ cevabını içeren bir yazı yayınladı.
Bütün bu tartışmaların fitilini ateşleyen düşünce 2018 yılının Troya Yılı ilan edilmesiydi. Tartışmaya bir Ekşi Sözlük yazarı ‘Çanakkale adı Troya olsun’ imza kampanyası ile girdi…
2018’den; hatta 2017’den bu yana Troya isminin büyüklüğü ortaya konarak günümüze kadar tarşılageldi. Çanakkale her nedense bu görüşlere mesafeli kalmayı tercih etti. Oysa tartışılabilirdi.
Türkiye’nin en sofistike (karmaşık ve gelişmiş) yazarı, seveninin ve sevmeyeninin oldukça fazla olduğu, entelektüel ve genç bakışıyla son dönemde ‘Tansuya Mektuplar’ yazılarıyla dikkat çeken Ertuğrul Özkök’ün Çanakkale ilgisi nereden kaynaklanıyor…
Bilmiyoruz ama Çanakkale’ye dair düşünceleri, eleştirileri dikkat çekici. 2018 yılından bu yana Ertuğrul Özkök’ün yazdığı Çanakkale’ye dair yazılarını sizin için derledik. Bakalım Özkök Çanakkale için neler demiş…
Troya’nın yüzü Brad Pitt’se Çanakkale’nin adı ne olmalı
TURİZM ve Kültür Bakanı Numan Kurtulmuş pazar günü gazetecilere çok önemli bir haber verdi.
Bu yıl Türkiye’de “Troya Yılı” olarak kutlanacak...
Ve Troya’nın yüzü olması için Brad Pitt’le görüşmeler yapılıyormuş...
"Benim eskiden beri görüşüm şu....
- Çanakkale’nin adı Troya olarak değiştirilmelidir...
- Yapılan köprünün adı Troya olmalıdır...
- Ve Türkiye, bugünkü Çanakkale ve karşıdaki toprakları üzerinde, Cumhuriyet’in ilk megapol şehir projesini gerçekleştirmelidir.
- İstanbul ile bu yeni megapol arasına dünyanın en hızlı treni yapılmalıdır. Bir zamanlar Rus Çarı Petro nasıl St. Petersburg gibi bir şehir yaratmışsa, Cumhuriyet de 100’üncü yılına böyle iyi planlanmış, uluslararası yarışmayla tasarlanmış bir proje ile girmelidir. Kanal İstanbul vizyonuna sahip Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu vizyonu da çok iyi anlayacağına eminim.
***
Diyeceksiniz ki tarihi Çanakkale adı ne olacak?
Söyleyeyim...
Çanakkale uydurulmuş bir isim... Osmanlı döneminde şehrin adı başka...
Cumhuriyet döneminde bu ismin nasıl konduğuna dair doğru dürüst bir belge bile yok...
Nereden baksanız suni bir isim Çanakkale...
Çanakkale Savaşı olurken bile adı Çanakkale değildi...
Bütün dünya o savaşı “Gelibolu Savaşı” olarak biliyor...
Hemen itiraz etmeden bir düşünelim diyorum....
Böyle küresel bir megapol projesi Cumhuriyet’in 100’üncü yılına yakışmaz mı..." "Troyalı Helen kıyafeti" diye bir şey yoktur. Helen'in (şuna Eleni demeyi de beceremediniz bir türlü) nasıl giyindiği bilinmemektedir. Laf aramızda, böyle bir kadının varolup olmadığı da bilinmemektedir ya... Haa, bakınız Mikeneli kadınların giysileri için elimizde ipucu var: Bizim "üç eteğe" benzer bir şalvar giyerlermiş, kazılardan çıkan başı kopuk bir heykelcikten anlıyoruz. Giritli kadınlar da öyle giyiniyorlar, Knossos Sarayı'nın duvar resimlerinden biliyoruz. Ama Troya'da kim ne giyerdi, bilmiyoruz. Eleni "aslen" Spartalı olduğu için o da Mikeneli gibi giyinse gerektir. Ama bu giysi, orasını burasını açıkta bırakan Hollywood tasarımları kadar iç gıcıklayıcı değildi herhalde. Eleni'yi ellili yıllarda oynamış Rossana Podesta, şimdilerde Diane Kruger o kadar güzel kadınlar ki, biryerlerini göstermemek ayıp sayılıyor olmalı!
Troya askerleri nasıldı, onu da bilmiyoruz. Ama karşı tarafı gene biliyoruz: Dendra'da kazılardan çıkan bir zırh var elimizde, Mikene zırhı, kalın kaba bir şey, içinde hareket etmek çok zor olsa gerek.
Her hal-ü kârda, Hollywood filmlerinde görmeye alıştığınız "eski Yunanlı cengaver" kılığı değil!
Çünkü bütün o eski Yunan deyince aklınıza gelen giysiler, hani o ürkütücü miğferler, tozluklar, şallak mallak savaşçılar falan, çok daha sonrasının, M.Ö. altıncı-beşinci yüzyılın işidir. Troya savaşının ise M.Ö. 1200'lerde geçtiği sanılıyor.
Biri demir çağıdır, öteki bronz (tunç) çağı.
Biri ölülerini gömer, öteki yakar örneğin. Ama Hollywood bu, istediği gibi uçuyor. "Troy" filminde, Mikene kralı Agamemnon'u da çarpışmalarda öldürdüler.
Mitolojiye hakaret, İlyada'ya hakaret, Homeros'a hakaret, Yunan kültürüne hakaret. Yunan Kültür Bakanı olsam dava açardım.
***
Kampala (Uganda) büyükelçiliğimizde bir 29 Ekim resepsiyonu verilmiş, bu davette büyükelçi Ayşe Sedef Hanım kendine "şekil yapmış"... Üstünde tuhaf bir şey: Entari desem değil, peştemal desem değil, etek desem değil, kaftan desem değil...
Hani masa örtüsünü almış da kafasından aşağı geçirmiş gibi...
Ama asla "eski Yunan" kıyafeti de değil. Ne şu yüzyılın ne bu yüzyılın. Yanında da bir elçilik çalışanı, onun üstüne de tek omuzlu ve "toga" benzeri bir çul atmışlar, "Zeus kıyafeti" oluyormuş. (Adam Zeus'tan ziyade Saraçhanebaşı'nda dolmuş değnekçisini andırıyor.) Yakışıklı bir kavas bulup onu da Ahilleus kılığına sokamadınız mı? Hanımefendi "Troya yılında Afrikalı dostlarımıza Troya'yı tanıtmak içinyaptım" demiş. Sanki Ugandalı diplomatlar Wolfgang Petersen'in filmini seyretmediler... Tahtadan sütçü beygiri de getirseydiniz.
Ayıptır yahu. "Bir Türk elçisi nasıl eski Yunanlı kılığına girer" diye değil.
"Bir Türk elçisi nasıl böyle bir sakillik sergileyebilir" diye.
Hanım Ankara'ya geri çağırılmış ve soruşturma başlatılmış.
Cezalandırılması gerekir. "Yunanlı kılığına girmekten" değil, ucuzluk, basitlik ve zevksizlik sergilemekten. Siyasi ya da kültürel nedenlerle değil, "estetik" nedenlerle.
***
"Çanakkale vilayetinin adını değiştirip Troya yapalım" diyen manyaklar bu konuda ne düşünüyorlar?" O Manyak benim, Çanakkale Troya olsun Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Ardıç'a cevap vererek, "O manyak benim" dedi ve aynı teklifi yaptı.
Özkök'ün gerekçesi Çanakkale isminin uyduruk olması ve tüm dünyanın Çanakkale'yi Troya bilmesiymiş. Özkök'ün, Ardıç'a hitab ettiği yazısı şöyle:
"ENGİN ARKADAŞ, O MANYAK HÂLÂ ŞÖYLE DÜŞÜNÜYOR ENGİN Ardıç’ın Sabah gazetesindeki Uganda Büyükelçisi ve eşinin Troyalı Helen yazısını büyük keyifle okudum.
Tam “Helal olsun” demeye hazırlanırken o son cümle gelmez mi... “Çanakkale vilayetinin adını değiştirip Troya yapalım diyen manyaklar bu konuda ne düşünüyorlar...”
Yıllardır Çanakkale’nin adının Troya, yapılan köprünün adının da Troya olmasını öneren benim.
Yani o manyak ben olduğuma göre ne düşündüğümü bir kere daha anlatayım.
“Çanakkale” uydurma bir isimdir. Şehrin ilk adı “Troas”tır. Osmanlı zamanında “Kale-i Sultani” olmuştur.
Daha sonra halk arasında civardaki çanak-çömlek yapımı nedeniyle bu kalenin adı Çanak Kalesi olarak kalmıştır.
Bak kardeşim benim asıl önerdiğim şey şu: Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye, Çanakkale’nin bulunduğu yere ikinci bir İstanbul’u inşa etmelidir. İşte o şehrin adı bütün dünyanın bildiği Troya olmalıdır diyorum." Troyalı Melahat Ben yanılmışım.
Ertuğrul Özkök Çanakkale'nin adının Troya yapılmasını istememiş.
Meğerse Çanakkale'nin adının Troya yapılmasını istemiş!
Bir şey anlamadınız mı? Anlatayım. Çanakkale'nin adı Troya olmalıymış ama "bugünkü" şekliyle değil.
Hangi şekliyle?
"Çanakkale'nin bulunduğu yere ikinci bir İstanbul inşa edilmeliymiş, işte onun adı Troya olmalıymış."
Ki, kazıları gezmek isteyecek turistler yanılıp Çataltepe Mahallesi'ne gitsinler.
Uyumayın, bunu sosyoloji okumuş adam söylüyor.
Hem de bunu "cumhuriyetin yüzüncü yılında" istiyor.
Yani, beş seneye yetişecek.
Beş senede havalimanı yapmayı anladık da, beş senede ikinci bir İstanbul...
Nüfus da 18 milyon herhalde.
(Çanakkale'de bugün hepi topu 534 bin kişi var...)
***
Peki bu yeni İstanbul ilerleyen yıllarda kaç imparatorluğa başkentlik edecektir?
Bizans ya da Osmanlı yeniden oluşturulamayacağına göre isterseniz Hitit...
Hititler bunu akıl edememişler, imparatorluğun bir uç beyliği olan Troya'yı başkent yapmayı düşünmemişlerdi.
Bence bu yeni İstanbul'un adı Troya da olmasın da (o Rumcası), Hititçe orijinali olsun: Tarawa...
Belki de başkentlik etmesine gerek yok denecektir... Cumhuriyet yönetimi İstanbul'u "diğer şehirlerden hiçbir farkı olmayan bir şehir" derekesine indirmemiş miydi?
Ama o zaman hiç olmazsa birkaç yeni Aya Sofya, birkaç da yeni Süleymaniye isteriz.
(Köprüye gerek yok, köprü bitmek üzere, o elde bir.) İyi de bu Köln Camii değil ki Alman mimar tutasın.
Hani rahmetli Aydın Boysan hayatta olsa Hürriyet binası gibi birşeyler yaptıralım da parasını verip...
*** Peki bu yeni Troya'yı nasıl bir son bekleyecek?
Çipras'ın adamları saldırıp yakıp yıkacaklar mı? (Çipras Agamemnon oluyor.) Ama ona bir kral, bir kraliçe, prens ve prensesler ister.
İhtiyar Priamos'u kim oynayacak, sınıf arkadaşım sevgili Ülgür Gökhan mı? (Ne de olsa belediye reisliğinden gelme bir yöneticilik deneyimi var.) Kılıçdaroğlu'nu da Hektor yapın ki kurtulalım.
Bakınız prens Paris rolüne Gürsel Tekin yakışır. Bir Cassandra kalıyor, onu da "eski İstanbul"un CHP il başkanı olan hanıma oynatırsınız.
Odisseus olarak da İthaki adası belediye başkanı İannis Kassianos gelsin (Google'dan baktım.)
Bu yeni Troya'nın destanını da Ataol Behramoğlu terennüm etsin: "Söyle ey Meral Akşener, öfkesini, Peleusoğlu Ahilleus'un, yok pardon, Kılıçdaroğlu Kemal'in..." Dedim de aklıma geldi: CHP'nin şu Çanakkale'ye dikeceği Adalet Tanrıçası Thetis heykeli ne oldu yahu?
Eh artık yeni Troya'ya dikersiniz, adını da Melahat koyun. Bu köprü küresel bir eserse eğer, adı Troya olmalı Dünyanın önemli mühendislik haber sitelerinden biri olan “ENR” (Engineering News-Record) geçen çarşamba günü Çanakkale Boğazı üzerinde yapımı süren “1915 Çanakkale Köprüsü” ile ilgili ayrıntılı ve övücü bir yazı yayınladı. Haberin başlığı şöyleydi:
“Dünyanın en uzun asma köprüsü Türkiye’de yapılıyor.”
Yazıdan öğrendiğime göre bugüne kadar dünyanın en uzun köprüsü Japonya’daki “Akashi Kaikyo” köprüsüymüş ve uzunluğu 1.992 metreymiş.
Çanakkale Köprüsü’nün uzunluğu ise 2.023 metre olacak.
ENR’daki İngilizce haberi iki defa dikkatle okudum.
Köprünün adı “1915 Çanakkale” ama daha haberin girişindeki altyazıda burasının adı “Dardanelle Boğazı” olarak geçiyor. Derginin muhabirine konuşan Türk mühendis bile anlatırken Dardanelle adını kullanıyor.Neticede yazıda Çanakkale kelimesinden çok boğazın İngilizce adı olan Dardanelle kelimesi geçiyor.
Köprüye adını veren “Çanakkale Savaşı” dünyada Gallipoli Savaşı olarak biliniyor...
Bunda şaşılacak bir taraf da yok.
Çünkü Türkiye’nin bağımsızlık tarihinde çok önemli bir yere sahip olan bu savaş yapılırken oranın adı Çanakkale değildi.
Osmanlı döneminde adı Sultaniye Kalesi veya Kala Sultan’dı...
O şehre Çanakkale adı, Cumhuriyet döneminde verildi.
Ama o bölgenin bütün dünya tarafından bilinen bir ismi var.
Troya...
Belki de dünyanın en önemli 10 tarihi markasından biridir bu...
O nedenle başından beri hep aynı şeyi söylüyorum...
Cumhurbaşkanı Erdoğan bana göre vizyoner bir tavırla, bu köprüyü yaptırmaya karar verdi.
Sonunda dünyanın en büyük mühendislik haber sitelerinden birinin dikkatini çekecek kadar küresel bir eser ortaya çıkıyor.
Bu köprü sadece denizin üzerinden geçişi sağlayacak sıradan bir yapı değil.
Aynı zamanda bütün dünya için önemli bir sembol...
İlyada gibi tarihin en önemli hikâyelerinden birinin mekânı...
Yani böyle küresel bir sembolün üzerine inşa edilen bir mühendislik harikasına küresel bir isim verilmeli...
Ve hepimiz emin olalım ki o isim o köprüyü bir günde dünyanın gözünde tanınır hale getirecektir.
KÖPRÜNÜN ADINDAKİ 1915 TARİHİ YENİDEN TARTIŞILMALI
Köprünün adının başındaki “1915” tarihi de yeniden düşünülmeli... Evet biz bu tarihi Çanakkale Savaşı’nın tarihi olarak veriyoruz.
Ancak 1915 tarihi dünyanın kolektif hafızasına sözde “Ermeni Soykırımı” tarihi olarak geçmiştir.
Türkler dışında bu tarih çoğu insanın aklına bizim zaferimizi değil, bize karşı en haksız suçlamayı getirecektir. Hükümeti ve inşaatı yapan Limak’ı daha şimdiden dünya mühendislik tarihine geçen anıt köprü için kutluyorum.
Umarım bu görüşlerimle, bu milli eseri küresel bir anıt haline getirmeyi amaçladığımı anlatabilmişimdir.
Bilelim ki bu eseri küresel bir anıt haline getirirsek Çanakkale Savaşı’nı da çok daha iyi anlatmış oluruz. Gazeteci olarak tarihe geçtim Sadece bir köprü değil bu… Onu aşan bir şey. Ege’den Marmara’ya girişe ve çıkışa müthiş bir estetik getiriyor.
AYNI ANDA 10 BİN MARATONCU GEÇSE KÖPRÜ ÇÖKER Mİ
Köprüyü dörtlü bir konsorsiyum yaptı. İkisi Güney Koreli ikisi Türk.
Türk şirketler Limak ve Yapı Merkezi…
Yapı Merkezi daha önce Avrasya Tünelini yapan şirket.
Köprüyü gezerken bize Konsorsiyum’un İcra Kurulundan üç üye bize eşlik etti.
Reşit Yıldız, Başar Arıoğlu ve Ömer Güzel…
Aklımıza gelen her soruyu sorduk.
Mesela şu soruyu bile sorduk: “Köprünün üzerinden çok büyük kalabalık bir insan topluluğu geçse ve aynı adımlarla yürüse köprü yıkılır mı?”
“Köprü iki yana kaç metre sallanır?
“Büyük bir tanker köprünün ayağına çarpsa ne olur?”
BU AKŞAM CEVAPLARINI VERECEĞİZ
Bunları bu akşam saat 21.30’da TV100’de yayınlanacak “Cengiz ile Ahtapot” programında görüntülü olarak anlatacağız. Tabii bu soruların cevaplarını da vereceğiz.
Şirketin üç icra kurulu üyesi, bize projenin ilk gününden bugün yaptıklarını, yaşardıklarını anlattılar. Harika bir brifing aldık.
Anlattıkları arasında bir bölüm var ki bugüne kadar kamuoyu tarafından bilinmiyordu.
Üstelik bu konu son günlerde çok ön plana çıkan çevre ile ilgiliydi.
FİNANS KURULUŞLARI SUALTI ÇEVRE RAPORU İSTEMİŞ
Köprünün inşaatı sırasında iki büyük sualtı operasyonu yapılmış.
Bunu İcra Kurulu Reşit Yıldız’dan dinledik.
Proje başlamadan önce kredi verecek uluslararası finans kuruluşları çevre raporları da istemişler.
Çünkü finans kuruluşları artık kredi verdikleri projelerin çevreye zarar verip vermediğine çok dikkat ediyorlarmış.
Bu kuruluşların bilmek istedikleri şey de şu olmuş.
Bu köprü sualtı yaşamına zarar verecek mi? Bu nedenle proje başlamadan, daha kredi aşamasında çok kapsamlı bir sualtı ve üstü çevre araştırması yapılmış.
Çanakkale Boğaz balık akımlarının da geçtiği yer olduğu için buna önem verilmiş.
Araştırma sonucunda köprünün ayaklarının balık akımına hiçbir engel çıkarmadığı ortaya çıkmış.
Ancak hiç beklemedikleri bir başka sorun ortaya çıkmış.
OPERASYON 1: SUALTI MEMELİLERİ SORUNU
Köprünün yapımı sırasında, özellikle kazık çakımı sırasında çıkacak gürültünün sualtı memelilerini rahatsız edebileceği anlaşılmış.
Yani yunus balıkları sorunu çıkmış.
Kazık çakılırken dev çekiçlerin çıkardığı ses 500 metre ilerdeki yunus balıklarını rahatsız ediyormuş.
Neticede bunun için üniversitelerin su bölümleri ile birlikte çözüm aranmış ve şu bulunmuş.
Kazık çakılacak bölgeye hassas gözlem cihazları ve uyarı sistemleri yerleştirilmiş.
Kazık çakılırken 500 metre yakınlarda bir Yunus sürüsü tespit edilirse kazık çakma işlemini durdurup, yunuslar 500 metre uzaklaşıncaya kadar bekliyorlarmış. Ve bu olay çok sıkı takip edilip raporlanıyormuş.
SÜRPRİZ SORUN: NESLİ TÜKENEN DEV PİNALAR
Suyun altında bundan da ilginç ikinci bir operasyon var ki herhalde dünya tarihine geçer.
Çünkü kimsenin aklına gelmeyecek, öngörülemeyecek bir sorun ortaya çıkmış.
Köprünün kulelerinden birinin altına dolgu platformu yerleştirirken dalgıçlar zeminde pinalara rastlamışlar.
Pina çok iri dev denilebilecek bir midye türü.
Nesli tükenmekte olan deniz canlılarından biri. Ben küçüklüğümden beri Ege’de yüzerken hep pina kabuklarına rastlardım ama canlı olarak bir tane bile görmemiştim.
Dediğim gibi nesli tükenen bir türmüş ve geçtiğimiz yıllarda Marmara’da yeniden görünmesi büyük bir umut getirmiş.
Çünkü pina suyu filtre ederek besleniyor ve ekosistemin devamında önemli bir rolü oluyor.
2020 yılında Marmara Denizi’nde ilk defa Küçükyalı sahilinde pinalara rastlanınca İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Cem Dalyan Milliyet Gazetesine şunu söylemiş:
“Akdeniz’in dev midyesi pina varsa umut vardır. Demek ki Marmara yaşıyor” demiş.
1200 DEV PİNA İÇİN NAKİL OPERASYONU Çanakkale köprüsünün kule altları yerleştirilmeden önce zemin incelenirken 1200 tane civarında dev pina görülmüş.
Bunun üzerine yerleştirme operasyonu durdurulmuş. Üniversite ile ortak bir çalışma yapılmış.
Bu pinaların başka yere nakledilmesinin mümkün olup olmadığı incelenmiş.
Sonunda onların yaşayabileceği bir bölge bulunmuş ve bu 1200 pina bu yeni yerleşim bölgesine nakledilmiş.
Artık açılış aşamasına gelen köprünün işte böyle bir çok ilginç hikayesi var.
Yapımı hiç te kolay olmayan bir köprü bu. Ama şurası kesin iki Türk şirketi şu an dünyanın en uzun köprüsünü inşa etme know how’ına sahip.
Bu özelliği ile de dünyanın en önemli köprü inşaat şirketleri arasına girdiler.
BU KÖPRÜNÜN ADI ‘GELİBOLU-TROYA’ KÖPRÜSÜ OLMALI
Son nokta…
Köprü projesinin açıklanmasından beri hep aynı şeyi söylüyorum ve ömrümün sonuna kadar da söyleyeceğim.
Bu köprünün adı yanlış. “1915 Çanakkale” adı verildi.
Bir kere 1915 tarihi bütün dünyanın aklına Çanakkale Savaşı’nı değil Ermeni dramını getiriyor.
İkincisi bu savaş yapılırken oranın adı Çanakkale değildi.
Bu savaş bütün dünyada “Gelibolu Savaşı” olarak biliniyor.
Üçüncüsü bu köprü dünyanın en önemli marka isimlerinden birinin toprakları üzerinde…
Troya’nın…
Yani dünyanın en kuvvetli en bilinen hikayelerinden biri.
DÜNYANIN ORTAK HAFIZASI
Bu köprü, bütün dünyanın iyi bildiği, tarih kitaplarına girmiş Troya Savaşının yapıldığı kıyı ile, yine çok iyi bildiği, tarih kitaplarına girmiş Gelibolu Savaşının yapıldığı yer arasında kurulu.
O nedenle adı “Gelibolu-Troya Köprüsü” olmalıydı.
Veya en azından “Çanakkale-Troya Köprüsü…”
Bence bir kere daha düşünmekte yarar var. Bu isim bu köprüyü daha açıldığı gün dünyaca bilinir hale getirir ve farklılaştırır.
KUTUPLAŞMA BÖYLE ESERLERE ZARAR VERİYOR
Sonuç olarak şunu söyleyeceğim.
Ülkemizde çok güzel şeyler de yapılıyor.
Ama ne yazık ki kutuplaşma bu eserleri bile tartışmalı hale getiriyor.
Oysa eminim bu köprünün üzerinden gecen her insan hem estetiği, hem tarihi önemini hem de ulaşım bakımından önemini hemen anlayacak.
Ayrıca o şantiyede çalışan insanları görüp tanısanız, kadın mühendisleriyle konuşsanız, ülkemiz hakkındaki gururunuz ve umudunuz çok daha yükselir.
Bu eseri Türkiye’ye kazandıran herkese bir vatandaş olarak minnettarım ve teşekkür ediyorum.” Ertuğrul Özkök: Dünyanın en güzel kadını Troya Müzesi'nden kaçtı mı? Müzenin kuruluş hikâyesinin en önemli kahramanı ortada hiç görünmüyor
Yani Truvalı Güzel Helen… Sparta’dan Troya’ya kaçan Helen, şimdi Troya Müzesi’nden de mi kaçtı?
Soru absürd gibi duruyor anlatacağım…
Ama önce Troya ve kültür yolu festivalleriyle ilgili güzel bir atlatma
haber vereyim.
Önce size güzel bir atlatma haber vereyim
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, 6 Eylül, yani önümüzdeki salı günü, önemli bir projenin lansmanını yapacak.
Türkiye’deki “Kültür Yolu Festivallerinin” sayısı 6’ya çıkarılıyor.
İstanbul ve Ankara ile başlayan festivaller, Çanakkale, Konya Diyarbakır ve İzmir Kültür Yolları ile devam edecek. Bu çerçevede Çanakkale’de başlayan Troya Kültür Yolu Festivali de 16 Eylül günü başlıyor.
Festivaller dizisi nisan ayında İzmir Tekel Fabrikası'nda sona erecek
Bu festivaller dizisi. Önümüzdeki Nisan ayında Tekel Fabrikası projesinin tamamlanmasından sonra başlayacak İzmir Kültür Yolu Festivali ile sona erecek. Troya Kültür Yolu, yaklaşık 120 kilometrelik bu yürüyüş ve bisiklet tutkunları tarafından bilinen bir rotaydı.
Şimdi orası daha sistematik bir kültür yolu haline getiriliyor ve festivalle zenginleştirilecek.
Troya denince akla gelen üç isim şunlar
Troya Kültür Rotası adlı bir internet sitesi var.
Orada bu rotanın başlangıç noktası şöyle tarif ediliyor:
“Homeros’un İlyada Destanı'yla ölümsüzleşen, Paris’in Helen’i kaçırdığı, Troya Savaşlarının yaşandığı UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki Troya…”
Gördüğünüz gibi UNESCO mirası olarak tarif edilen bu yer konusunda başlıca 3 isim veriliyor:
“Homeros, Paris ve Helen…”
Bunu bir kenara yazıp şimdi asıl konuma döneyim…
Adı geçen o Helen nerede?
Güzel Helen'i kim, nerede öldürdü
Efsaneye göre, Sparta’dan Troya’ya kaçırılmıştı. Troya savaşının kaybedilmesi ve Paris’in öldürülmesi üzerine oradan yine eski kocasının yanına, Sparta’ya dönmüştü.
Kocası ölünce, bir anlamda Rodos’a sürgüne gönderilmiş, orada da Rodos kralının karısı tarafından öldürtülmüştü.
Ama Helen bugün insanlığın hafızasında hâlâ Troya’da yaşıyor.
Yani Çanakkale’de…
Hangisi daha büyük marka; Ephesus mu yoksa Troya mı
Önceki Pazar günü Assos’dan dönerken Troya Müzesi’ne uğradım.
“Uğradım” diyorum, çünkü bu müzeye sadece orayı ziyaret etmek için gitmeyi planlıyordum.
Anlayacağınız bu, geçici ve hızlandırılmış bir ziyaret oldu.
Çünkü bu müzeye çok önem veriyorum.
Bana göre Türkiye’nin küresel alanda en tanınmış markalarından biri Troya…
Hatta en tanınmışı…
Çünkü arkasında “Troya” gibi muazzam bir hikâye var.
Dünyada insanların, Kutsal Kitap’taki yaradılış hikâyesinden sonra belki de en iyi bildikleri hikâye bu aynı zamanda.
Ben Egeliyim ve çocukluğumdan beri Ephesus adıyla büyüdüm.
Evet Ephesus bugün dünyanın en önemli arkeolojik bölgelerinden biridir.
Ama bana göre Troya dünyada Ephesus’dan çok daha büyük bir markadır.
Çünkü arkasında çok güçlü bir insan hikâyesi var.
Ephesus’da ise böyle kuvvetli bir hikâye yok.
Ads by Kiosked
İlk defa gittiğim Troya Müzesi'nde iki düş kırıklığı
Ancak 15 Eylül’de açılacak olan Troya Kültür yolunu önceden yaparken düş kırıklığına uğradım.
İlk düş kırıklığımı Çanakkale Köprüsü'ne giden duble yolda yaşadım.
Troya Müzesi’ne giden yolu gösteren işaret, neredeyse Behramkale’yi gösteren işaretten bile küçüktü.
Yamulmuş sıradan bir plakanın üzerinde “Troya 5 km” yazıyordu.
Troya Müzesi'nde bir yavru panda olsaydı
Nedense aklıma Washington’da gittiğim Smithsonian Hayvanat Bahçesi geldi.
O parkta bir panda ayısı vardı ve mekânın en kıymetli markası o kabul ediliyordu.
İşte bu yüzden devasa parkın kapısından girdiğiniz anda bir Panda bombardımanı ile karşılaşıyordunuz. Her yerde Panda ile ilgili dev billboardlar ve yol işaretleri vardı.
Panda kapalı mekânından kendine ayrılan açık kısma çıktığında bütün billboardlarda ışıklar yanıp sönmeye başlıyor ve “Panda out” yani “Panda dışarda” yazısını okuyordunuz.
Berlin Hayvanat Bahçesi Knut sayesinde halka açıldı
Bir zamanlar annesi tarafından beslenmesi kesilip tek başına bırakılan beyaz ayı yavrusu Knut, Berlin Hayvanat Bahçesi’nin en büyük markası haline gelmiş, hayvanat bahçesi o yavru ayı sayesinde halka açılmış ve çok para kazanmıştı. Troya ve Güzel Helen hiç şüphesiz Panda ve Knut’tan çok çok çok daha büyük bir marka…
Ama nedense karayollarımız, başka kurumlarımız bu ismi özenle saklamış gibi.
Anayoldan ayrıldıktan sonra Troya istikamet levhaları otel işaretlerinin arasında kayboluyor.
Tevfikiye Arkeoloji köyünü, övgüye değer bir fikir ve maddi katkıyla restore ettiren Opet firmasının adı Troya isminden bile daha önde neredeyse.
Oysa insan bu müzenin önemini size daha Çanakkale köprüsünün girişinden itibaren hatırlatmasını, anlatmasını bekliyorsunuz…
Müzeyle ilgili sekiz olumlu gözlemim
Müzeye geleyim.
Hürriyet’te yıllarca birlikte çalıştığım Yalçın Balcı’nın da beni sürekli bilgilendirmesi sayesinde Troya Müzesi’ni daha temeli atılmadan çok yakından izlemeye başladım.
İlk izlenimimi yazayım.
Gerçekten güzel bir müze…
(*) Bir kere sergilenen bütün eserler orijinal. Yani replika eser yok.
(*) Gezme parkuru çok iyi planlanmış.
(*) Müzenin varoluşuna neden olan hikâye çok güzel anlatılıyor.
(*) Duvarlardaki ve sergilenen kalıntılar üzerindeki bilgilendirmeler çok iyi.
(*) İlk kazıların başlamasından itibaren arkeolojik çalışma kronolojisi çok iyi anlatılmış.
(*) Müzenin mimarisine gelince… Sadece yatay değil, dikey ve üç boyutlu seyredebileceğiniz biçimde bir mimarisi var.
(*) Çocuklar için eğlenceli ve adeta oyun gibi dijital bilgi sistemleri oluşturulmuş.
(*) Troya hikâyesi ve mitolojisinin bütün kahramanları heykelleri ve tasvirleri ile anlatılmış.
Peki müzenin süper kahramanı nerede
Buraya kadar çok iyi.
Ancak müzeyi gezen bir insan için çok büyük bir eksiklik var.
Müzenin kuruluş hikâyesinin en önemli kahramanı ortada hiç görünmüyor.
Yani Güzel Helen veya Troyalı Helen sanki hiç yaşamamış.
Müzeyi baştan sona iki kere gezdim. Hiçbir yerde bir Helen tasviri görmedim. Oysa mesela Athena gibi öteki kadın kahramanların tasvirleri var.
Helen’e ait sadece iki küçük iz var.
Biri duvardaki açıklayıcı panoların birinde üç cümlelik bir şey.
Bir de yine o duvarlarda üzerinde “Helen” yazan küçük bir ekran var, ama o da çalışmıyor.
Oysa o müzeyle gelen insanların belki de yüzde 80’inin kafasında iki isim var:
Helen ve onu Sparta’dan kaçıran Paris… Yani müzenin “Super Hero’su…”
Anlayacağınız Troya Müzesi Panda’sını ve Knut’unu kaybetmiş.
Kazı başkanı bu konuda ne diyor
Bunu Troya Kazı Başkanı ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Rüstem Aslan’a sordum.
“Aslında var” dedi. Müzede sergilenen kırık bir vazonun üzerinde Helen tasviri varmış. O da dijital ekranı söyledi. Ama ben oradayken bu ekran çalışmıyordu.
Bence bu sayılanlar, var anlamına gelmiyor.
Eminim bugünkü pazarlama anlayışına sahip bir müze küratörü oraya girse, baş köşeye koyacağı kahraman Helen olacaktır.
Rüstem Hoca, İstanbul Arkeoloji Müzesi içinde açılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılan Troya bölümünü görmemi tavsiye etti.
Çok modern ve çağdaş bir bölüm olmuş. En kısa zamanda gidip göreceğim.
Önümden arka arkaya çıkan 6 arabanın plakası
Önceki Pazar Troya Müzesi’nden ayrılırken önümdeki arda arda sıralanmış 6 arabanın plakalarına baktım.
Hepsi de İtalya başkenti Roma’ya kayıtlı plakaydı.
Belli ki Türkiye rotalarının en önemli noktalarından biri bu müzeydi.
O nedenle diyorum ki, Marvel çağı çocukları için bir “Super Kahraman” sayılabilecek Helen derhal bulunup müzenin baş köşesine yerleştirilmeli. Yine o nedenle ölünceye kadar bıkmadan yazacağım.
O köprünün adı Çanakkale-Troya olmalıdır.
Bir Helen büstü görmek isterseniz
Son bir nokta… Eğer Troya kazı bölgesinde bir Troyalı Helen büstü görmek isterseniz, Opet tarafındanr restore ettirilen Tevfikiye köyünün meydanında görebilirsiniz.
Köy meydanında Troya efsanesinin bütün kahramanlarının replika büstleri var.
Bu yıl Türkiye’de “Troya Yılı” olarak kutlanacak...
Ve Troya’nın yüzü olması için Brad Pitt’le görüşmeler yapılıyormuş...
"Benim eskiden beri görüşüm şu....
- Çanakkale’nin adı Troya olarak değiştirilmelidir...
- Yapılan köprünün adı Troya olmalıdır...
- Ve Türkiye, bugünkü Çanakkale ve karşıdaki toprakları üzerinde, Cumhuriyet’in ilk megapol şehir projesini gerçekleştirmelidir.
- İstanbul ile bu yeni megapol arasına dünyanın en hızlı treni yapılmalıdır. Bir zamanlar Rus Çarı Petro nasıl St. Petersburg gibi bir şehir yaratmışsa, Cumhuriyet de 100’üncü yılına böyle iyi planlanmış, uluslararası yarışmayla tasarlanmış bir proje ile girmelidir. Kanal İstanbul vizyonuna sahip Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu vizyonu da çok iyi anlayacağına eminim.
***
Diyeceksiniz ki tarihi Çanakkale adı ne olacak?
Söyleyeyim...
Çanakkale uydurulmuş bir isim... Osmanlı döneminde şehrin adı başka...
Cumhuriyet döneminde bu ismin nasıl konduğuna dair doğru dürüst bir belge bile yok...
Nereden baksanız suni bir isim Çanakkale...
Çanakkale Savaşı olurken bile adı Çanakkale değildi...
Bütün dünya o savaşı “Gelibolu Savaşı” olarak biliyor...
Hemen itiraz etmeden bir düşünelim diyorum....
Böyle küresel bir megapol projesi Cumhuriyet’in 100’üncü yılına yakışmaz mı..." "Troyalı Helen kıyafeti" diye bir şey yoktur. Helen'in (şuna Eleni demeyi de beceremediniz bir türlü) nasıl giyindiği bilinmemektedir. Laf aramızda, böyle bir kadının varolup olmadığı da bilinmemektedir ya... Haa, bakınız Mikeneli kadınların giysileri için elimizde ipucu var: Bizim "üç eteğe" benzer bir şalvar giyerlermiş, kazılardan çıkan başı kopuk bir heykelcikten anlıyoruz. Giritli kadınlar da öyle giyiniyorlar, Knossos Sarayı'nın duvar resimlerinden biliyoruz. Ama Troya'da kim ne giyerdi, bilmiyoruz. Eleni "aslen" Spartalı olduğu için o da Mikeneli gibi giyinse gerektir. Ama bu giysi, orasını burasını açıkta bırakan Hollywood tasarımları kadar iç gıcıklayıcı değildi herhalde. Eleni'yi ellili yıllarda oynamış Rossana Podesta, şimdilerde Diane Kruger o kadar güzel kadınlar ki, biryerlerini göstermemek ayıp sayılıyor olmalı!
Troya askerleri nasıldı, onu da bilmiyoruz. Ama karşı tarafı gene biliyoruz: Dendra'da kazılardan çıkan bir zırh var elimizde, Mikene zırhı, kalın kaba bir şey, içinde hareket etmek çok zor olsa gerek.
Her hal-ü kârda, Hollywood filmlerinde görmeye alıştığınız "eski Yunanlı cengaver" kılığı değil!
Çünkü bütün o eski Yunan deyince aklınıza gelen giysiler, hani o ürkütücü miğferler, tozluklar, şallak mallak savaşçılar falan, çok daha sonrasının, M.Ö. altıncı-beşinci yüzyılın işidir. Troya savaşının ise M.Ö. 1200'lerde geçtiği sanılıyor.
Biri demir çağıdır, öteki bronz (tunç) çağı.
Biri ölülerini gömer, öteki yakar örneğin. Ama Hollywood bu, istediği gibi uçuyor. "Troy" filminde, Mikene kralı Agamemnon'u da çarpışmalarda öldürdüler.
Mitolojiye hakaret, İlyada'ya hakaret, Homeros'a hakaret, Yunan kültürüne hakaret. Yunan Kültür Bakanı olsam dava açardım.
***
Kampala (Uganda) büyükelçiliğimizde bir 29 Ekim resepsiyonu verilmiş, bu davette büyükelçi Ayşe Sedef Hanım kendine "şekil yapmış"... Üstünde tuhaf bir şey: Entari desem değil, peştemal desem değil, etek desem değil, kaftan desem değil...
Hani masa örtüsünü almış da kafasından aşağı geçirmiş gibi...
Ama asla "eski Yunan" kıyafeti de değil. Ne şu yüzyılın ne bu yüzyılın. Yanında da bir elçilik çalışanı, onun üstüne de tek omuzlu ve "toga" benzeri bir çul atmışlar, "Zeus kıyafeti" oluyormuş. (Adam Zeus'tan ziyade Saraçhanebaşı'nda dolmuş değnekçisini andırıyor.) Yakışıklı bir kavas bulup onu da Ahilleus kılığına sokamadınız mı? Hanımefendi "Troya yılında Afrikalı dostlarımıza Troya'yı tanıtmak içinyaptım" demiş. Sanki Ugandalı diplomatlar Wolfgang Petersen'in filmini seyretmediler... Tahtadan sütçü beygiri de getirseydiniz.
Ayıptır yahu. "Bir Türk elçisi nasıl eski Yunanlı kılığına girer" diye değil.
"Bir Türk elçisi nasıl böyle bir sakillik sergileyebilir" diye.
Hanım Ankara'ya geri çağırılmış ve soruşturma başlatılmış.
Cezalandırılması gerekir. "Yunanlı kılığına girmekten" değil, ucuzluk, basitlik ve zevksizlik sergilemekten. Siyasi ya da kültürel nedenlerle değil, "estetik" nedenlerle.
***
"Çanakkale vilayetinin adını değiştirip Troya yapalım" diyen manyaklar bu konuda ne düşünüyorlar?" O Manyak benim, Çanakkale Troya olsun Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Ardıç'a cevap vererek, "O manyak benim" dedi ve aynı teklifi yaptı.
Özkök'ün gerekçesi Çanakkale isminin uyduruk olması ve tüm dünyanın Çanakkale'yi Troya bilmesiymiş. Özkök'ün, Ardıç'a hitab ettiği yazısı şöyle:
"ENGİN ARKADAŞ, O MANYAK HÂLÂ ŞÖYLE DÜŞÜNÜYOR ENGİN Ardıç’ın Sabah gazetesindeki Uganda Büyükelçisi ve eşinin Troyalı Helen yazısını büyük keyifle okudum.
Tam “Helal olsun” demeye hazırlanırken o son cümle gelmez mi... “Çanakkale vilayetinin adını değiştirip Troya yapalım diyen manyaklar bu konuda ne düşünüyorlar...”
Yıllardır Çanakkale’nin adının Troya, yapılan köprünün adının da Troya olmasını öneren benim.
Yani o manyak ben olduğuma göre ne düşündüğümü bir kere daha anlatayım.
“Çanakkale” uydurma bir isimdir. Şehrin ilk adı “Troas”tır. Osmanlı zamanında “Kale-i Sultani” olmuştur.
Daha sonra halk arasında civardaki çanak-çömlek yapımı nedeniyle bu kalenin adı Çanak Kalesi olarak kalmıştır.
Bak kardeşim benim asıl önerdiğim şey şu: Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye, Çanakkale’nin bulunduğu yere ikinci bir İstanbul’u inşa etmelidir. İşte o şehrin adı bütün dünyanın bildiği Troya olmalıdır diyorum." Troyalı Melahat Ben yanılmışım.
Ertuğrul Özkök Çanakkale'nin adının Troya yapılmasını istememiş.
Meğerse Çanakkale'nin adının Troya yapılmasını istemiş!
Bir şey anlamadınız mı? Anlatayım. Çanakkale'nin adı Troya olmalıymış ama "bugünkü" şekliyle değil.
Hangi şekliyle?
"Çanakkale'nin bulunduğu yere ikinci bir İstanbul inşa edilmeliymiş, işte onun adı Troya olmalıymış."
Ki, kazıları gezmek isteyecek turistler yanılıp Çataltepe Mahallesi'ne gitsinler.
Uyumayın, bunu sosyoloji okumuş adam söylüyor.
Hem de bunu "cumhuriyetin yüzüncü yılında" istiyor.
Yani, beş seneye yetişecek.
Beş senede havalimanı yapmayı anladık da, beş senede ikinci bir İstanbul...
Nüfus da 18 milyon herhalde.
(Çanakkale'de bugün hepi topu 534 bin kişi var...)
***
Peki bu yeni İstanbul ilerleyen yıllarda kaç imparatorluğa başkentlik edecektir?
Bizans ya da Osmanlı yeniden oluşturulamayacağına göre isterseniz Hitit...
Hititler bunu akıl edememişler, imparatorluğun bir uç beyliği olan Troya'yı başkent yapmayı düşünmemişlerdi.
Bence bu yeni İstanbul'un adı Troya da olmasın da (o Rumcası), Hititçe orijinali olsun: Tarawa...
Belki de başkentlik etmesine gerek yok denecektir... Cumhuriyet yönetimi İstanbul'u "diğer şehirlerden hiçbir farkı olmayan bir şehir" derekesine indirmemiş miydi?
Ama o zaman hiç olmazsa birkaç yeni Aya Sofya, birkaç da yeni Süleymaniye isteriz.
(Köprüye gerek yok, köprü bitmek üzere, o elde bir.) İyi de bu Köln Camii değil ki Alman mimar tutasın.
Hani rahmetli Aydın Boysan hayatta olsa Hürriyet binası gibi birşeyler yaptıralım da parasını verip...
*** Peki bu yeni Troya'yı nasıl bir son bekleyecek?
Çipras'ın adamları saldırıp yakıp yıkacaklar mı? (Çipras Agamemnon oluyor.) Ama ona bir kral, bir kraliçe, prens ve prensesler ister.
İhtiyar Priamos'u kim oynayacak, sınıf arkadaşım sevgili Ülgür Gökhan mı? (Ne de olsa belediye reisliğinden gelme bir yöneticilik deneyimi var.) Kılıçdaroğlu'nu da Hektor yapın ki kurtulalım.
Bakınız prens Paris rolüne Gürsel Tekin yakışır. Bir Cassandra kalıyor, onu da "eski İstanbul"un CHP il başkanı olan hanıma oynatırsınız.
Odisseus olarak da İthaki adası belediye başkanı İannis Kassianos gelsin (Google'dan baktım.)
Bu yeni Troya'nın destanını da Ataol Behramoğlu terennüm etsin: "Söyle ey Meral Akşener, öfkesini, Peleusoğlu Ahilleus'un, yok pardon, Kılıçdaroğlu Kemal'in..." Dedim de aklıma geldi: CHP'nin şu Çanakkale'ye dikeceği Adalet Tanrıçası Thetis heykeli ne oldu yahu?
Eh artık yeni Troya'ya dikersiniz, adını da Melahat koyun. Bu köprü küresel bir eserse eğer, adı Troya olmalı Dünyanın önemli mühendislik haber sitelerinden biri olan “ENR” (Engineering News-Record) geçen çarşamba günü Çanakkale Boğazı üzerinde yapımı süren “1915 Çanakkale Köprüsü” ile ilgili ayrıntılı ve övücü bir yazı yayınladı. Haberin başlığı şöyleydi:
“Dünyanın en uzun asma köprüsü Türkiye’de yapılıyor.”
Yazıdan öğrendiğime göre bugüne kadar dünyanın en uzun köprüsü Japonya’daki “Akashi Kaikyo” köprüsüymüş ve uzunluğu 1.992 metreymiş.
Çanakkale Köprüsü’nün uzunluğu ise 2.023 metre olacak.
ENR’daki İngilizce haberi iki defa dikkatle okudum.
Köprünün adı “1915 Çanakkale” ama daha haberin girişindeki altyazıda burasının adı “Dardanelle Boğazı” olarak geçiyor. Derginin muhabirine konuşan Türk mühendis bile anlatırken Dardanelle adını kullanıyor.Neticede yazıda Çanakkale kelimesinden çok boğazın İngilizce adı olan Dardanelle kelimesi geçiyor.
Köprüye adını veren “Çanakkale Savaşı” dünyada Gallipoli Savaşı olarak biliniyor...
Bunda şaşılacak bir taraf da yok.
Çünkü Türkiye’nin bağımsızlık tarihinde çok önemli bir yere sahip olan bu savaş yapılırken oranın adı Çanakkale değildi.
Osmanlı döneminde adı Sultaniye Kalesi veya Kala Sultan’dı...
O şehre Çanakkale adı, Cumhuriyet döneminde verildi.
Ama o bölgenin bütün dünya tarafından bilinen bir ismi var.
Troya...
Belki de dünyanın en önemli 10 tarihi markasından biridir bu...
O nedenle başından beri hep aynı şeyi söylüyorum...
Cumhurbaşkanı Erdoğan bana göre vizyoner bir tavırla, bu köprüyü yaptırmaya karar verdi.
Sonunda dünyanın en büyük mühendislik haber sitelerinden birinin dikkatini çekecek kadar küresel bir eser ortaya çıkıyor.
Bu köprü sadece denizin üzerinden geçişi sağlayacak sıradan bir yapı değil.
Aynı zamanda bütün dünya için önemli bir sembol...
İlyada gibi tarihin en önemli hikâyelerinden birinin mekânı...
Yani böyle küresel bir sembolün üzerine inşa edilen bir mühendislik harikasına küresel bir isim verilmeli...
Ve hepimiz emin olalım ki o isim o köprüyü bir günde dünyanın gözünde tanınır hale getirecektir.
KÖPRÜNÜN ADINDAKİ 1915 TARİHİ YENİDEN TARTIŞILMALI
Köprünün adının başındaki “1915” tarihi de yeniden düşünülmeli... Evet biz bu tarihi Çanakkale Savaşı’nın tarihi olarak veriyoruz.
Ancak 1915 tarihi dünyanın kolektif hafızasına sözde “Ermeni Soykırımı” tarihi olarak geçmiştir.
Türkler dışında bu tarih çoğu insanın aklına bizim zaferimizi değil, bize karşı en haksız suçlamayı getirecektir. Hükümeti ve inşaatı yapan Limak’ı daha şimdiden dünya mühendislik tarihine geçen anıt köprü için kutluyorum.
Umarım bu görüşlerimle, bu milli eseri küresel bir anıt haline getirmeyi amaçladığımı anlatabilmişimdir.
Bilelim ki bu eseri küresel bir anıt haline getirirsek Çanakkale Savaşı’nı da çok daha iyi anlatmış oluruz. Gazeteci olarak tarihe geçtim Sadece bir köprü değil bu… Onu aşan bir şey. Ege’den Marmara’ya girişe ve çıkışa müthiş bir estetik getiriyor.
AYNI ANDA 10 BİN MARATONCU GEÇSE KÖPRÜ ÇÖKER Mİ
Köprüyü dörtlü bir konsorsiyum yaptı. İkisi Güney Koreli ikisi Türk.
Türk şirketler Limak ve Yapı Merkezi…
Yapı Merkezi daha önce Avrasya Tünelini yapan şirket.
Köprüyü gezerken bize Konsorsiyum’un İcra Kurulundan üç üye bize eşlik etti.
Reşit Yıldız, Başar Arıoğlu ve Ömer Güzel…
Aklımıza gelen her soruyu sorduk.
Mesela şu soruyu bile sorduk: “Köprünün üzerinden çok büyük kalabalık bir insan topluluğu geçse ve aynı adımlarla yürüse köprü yıkılır mı?”
“Köprü iki yana kaç metre sallanır?
“Büyük bir tanker köprünün ayağına çarpsa ne olur?”
BU AKŞAM CEVAPLARINI VERECEĞİZ
Bunları bu akşam saat 21.30’da TV100’de yayınlanacak “Cengiz ile Ahtapot” programında görüntülü olarak anlatacağız. Tabii bu soruların cevaplarını da vereceğiz.
Şirketin üç icra kurulu üyesi, bize projenin ilk gününden bugün yaptıklarını, yaşardıklarını anlattılar. Harika bir brifing aldık.
Anlattıkları arasında bir bölüm var ki bugüne kadar kamuoyu tarafından bilinmiyordu.
Üstelik bu konu son günlerde çok ön plana çıkan çevre ile ilgiliydi.
FİNANS KURULUŞLARI SUALTI ÇEVRE RAPORU İSTEMİŞ
Köprünün inşaatı sırasında iki büyük sualtı operasyonu yapılmış.
Bunu İcra Kurulu Reşit Yıldız’dan dinledik.
Proje başlamadan önce kredi verecek uluslararası finans kuruluşları çevre raporları da istemişler.
Çünkü finans kuruluşları artık kredi verdikleri projelerin çevreye zarar verip vermediğine çok dikkat ediyorlarmış.
Bu kuruluşların bilmek istedikleri şey de şu olmuş.
Bu köprü sualtı yaşamına zarar verecek mi? Bu nedenle proje başlamadan, daha kredi aşamasında çok kapsamlı bir sualtı ve üstü çevre araştırması yapılmış.
Çanakkale Boğaz balık akımlarının da geçtiği yer olduğu için buna önem verilmiş.
Araştırma sonucunda köprünün ayaklarının balık akımına hiçbir engel çıkarmadığı ortaya çıkmış.
Ancak hiç beklemedikleri bir başka sorun ortaya çıkmış.
OPERASYON 1: SUALTI MEMELİLERİ SORUNU
Köprünün yapımı sırasında, özellikle kazık çakımı sırasında çıkacak gürültünün sualtı memelilerini rahatsız edebileceği anlaşılmış.
Yani yunus balıkları sorunu çıkmış.
Kazık çakılırken dev çekiçlerin çıkardığı ses 500 metre ilerdeki yunus balıklarını rahatsız ediyormuş.
Neticede bunun için üniversitelerin su bölümleri ile birlikte çözüm aranmış ve şu bulunmuş.
Kazık çakılacak bölgeye hassas gözlem cihazları ve uyarı sistemleri yerleştirilmiş.
Kazık çakılırken 500 metre yakınlarda bir Yunus sürüsü tespit edilirse kazık çakma işlemini durdurup, yunuslar 500 metre uzaklaşıncaya kadar bekliyorlarmış. Ve bu olay çok sıkı takip edilip raporlanıyormuş.
SÜRPRİZ SORUN: NESLİ TÜKENEN DEV PİNALAR
Suyun altında bundan da ilginç ikinci bir operasyon var ki herhalde dünya tarihine geçer.
Çünkü kimsenin aklına gelmeyecek, öngörülemeyecek bir sorun ortaya çıkmış.
Köprünün kulelerinden birinin altına dolgu platformu yerleştirirken dalgıçlar zeminde pinalara rastlamışlar.
Pina çok iri dev denilebilecek bir midye türü.
Nesli tükenmekte olan deniz canlılarından biri. Ben küçüklüğümden beri Ege’de yüzerken hep pina kabuklarına rastlardım ama canlı olarak bir tane bile görmemiştim.
Dediğim gibi nesli tükenen bir türmüş ve geçtiğimiz yıllarda Marmara’da yeniden görünmesi büyük bir umut getirmiş.
Çünkü pina suyu filtre ederek besleniyor ve ekosistemin devamında önemli bir rolü oluyor.
2020 yılında Marmara Denizi’nde ilk defa Küçükyalı sahilinde pinalara rastlanınca İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Cem Dalyan Milliyet Gazetesine şunu söylemiş:
“Akdeniz’in dev midyesi pina varsa umut vardır. Demek ki Marmara yaşıyor” demiş.
1200 DEV PİNA İÇİN NAKİL OPERASYONU Çanakkale köprüsünün kule altları yerleştirilmeden önce zemin incelenirken 1200 tane civarında dev pina görülmüş.
Bunun üzerine yerleştirme operasyonu durdurulmuş. Üniversite ile ortak bir çalışma yapılmış.
Bu pinaların başka yere nakledilmesinin mümkün olup olmadığı incelenmiş.
Sonunda onların yaşayabileceği bir bölge bulunmuş ve bu 1200 pina bu yeni yerleşim bölgesine nakledilmiş.
Artık açılış aşamasına gelen köprünün işte böyle bir çok ilginç hikayesi var.
Yapımı hiç te kolay olmayan bir köprü bu. Ama şurası kesin iki Türk şirketi şu an dünyanın en uzun köprüsünü inşa etme know how’ına sahip.
Bu özelliği ile de dünyanın en önemli köprü inşaat şirketleri arasına girdiler.
BU KÖPRÜNÜN ADI ‘GELİBOLU-TROYA’ KÖPRÜSÜ OLMALI
Son nokta…
Köprü projesinin açıklanmasından beri hep aynı şeyi söylüyorum ve ömrümün sonuna kadar da söyleyeceğim.
Bu köprünün adı yanlış. “1915 Çanakkale” adı verildi.
Bir kere 1915 tarihi bütün dünyanın aklına Çanakkale Savaşı’nı değil Ermeni dramını getiriyor.
İkincisi bu savaş yapılırken oranın adı Çanakkale değildi.
Bu savaş bütün dünyada “Gelibolu Savaşı” olarak biliniyor.
Üçüncüsü bu köprü dünyanın en önemli marka isimlerinden birinin toprakları üzerinde…
Troya’nın…
Yani dünyanın en kuvvetli en bilinen hikayelerinden biri.
DÜNYANIN ORTAK HAFIZASI
Bu köprü, bütün dünyanın iyi bildiği, tarih kitaplarına girmiş Troya Savaşının yapıldığı kıyı ile, yine çok iyi bildiği, tarih kitaplarına girmiş Gelibolu Savaşının yapıldığı yer arasında kurulu.
O nedenle adı “Gelibolu-Troya Köprüsü” olmalıydı.
Veya en azından “Çanakkale-Troya Köprüsü…”
Bence bir kere daha düşünmekte yarar var. Bu isim bu köprüyü daha açıldığı gün dünyaca bilinir hale getirir ve farklılaştırır.
KUTUPLAŞMA BÖYLE ESERLERE ZARAR VERİYOR
Sonuç olarak şunu söyleyeceğim.
Ülkemizde çok güzel şeyler de yapılıyor.
Ama ne yazık ki kutuplaşma bu eserleri bile tartışmalı hale getiriyor.
Oysa eminim bu köprünün üzerinden gecen her insan hem estetiği, hem tarihi önemini hem de ulaşım bakımından önemini hemen anlayacak.
Ayrıca o şantiyede çalışan insanları görüp tanısanız, kadın mühendisleriyle konuşsanız, ülkemiz hakkındaki gururunuz ve umudunuz çok daha yükselir.
Bu eseri Türkiye’ye kazandıran herkese bir vatandaş olarak minnettarım ve teşekkür ediyorum.” Ertuğrul Özkök: Dünyanın en güzel kadını Troya Müzesi'nden kaçtı mı? Müzenin kuruluş hikâyesinin en önemli kahramanı ortada hiç görünmüyor
Yani Truvalı Güzel Helen… Sparta’dan Troya’ya kaçan Helen, şimdi Troya Müzesi’nden de mi kaçtı?
Soru absürd gibi duruyor anlatacağım…
Ama önce Troya ve kültür yolu festivalleriyle ilgili güzel bir atlatma
haber vereyim.
Önce size güzel bir atlatma haber vereyim
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, 6 Eylül, yani önümüzdeki salı günü, önemli bir projenin lansmanını yapacak.
Türkiye’deki “Kültür Yolu Festivallerinin” sayısı 6’ya çıkarılıyor.
İstanbul ve Ankara ile başlayan festivaller, Çanakkale, Konya Diyarbakır ve İzmir Kültür Yolları ile devam edecek. Bu çerçevede Çanakkale’de başlayan Troya Kültür Yolu Festivali de 16 Eylül günü başlıyor.
Festivaller dizisi nisan ayında İzmir Tekel Fabrikası'nda sona erecek
Bu festivaller dizisi. Önümüzdeki Nisan ayında Tekel Fabrikası projesinin tamamlanmasından sonra başlayacak İzmir Kültür Yolu Festivali ile sona erecek. Troya Kültür Yolu, yaklaşık 120 kilometrelik bu yürüyüş ve bisiklet tutkunları tarafından bilinen bir rotaydı.
Şimdi orası daha sistematik bir kültür yolu haline getiriliyor ve festivalle zenginleştirilecek.
Troya denince akla gelen üç isim şunlar
Troya Kültür Rotası adlı bir internet sitesi var.
Orada bu rotanın başlangıç noktası şöyle tarif ediliyor:
“Homeros’un İlyada Destanı'yla ölümsüzleşen, Paris’in Helen’i kaçırdığı, Troya Savaşlarının yaşandığı UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki Troya…”
Gördüğünüz gibi UNESCO mirası olarak tarif edilen bu yer konusunda başlıca 3 isim veriliyor:
“Homeros, Paris ve Helen…”
Bunu bir kenara yazıp şimdi asıl konuma döneyim…
Adı geçen o Helen nerede?
Güzel Helen'i kim, nerede öldürdü
Efsaneye göre, Sparta’dan Troya’ya kaçırılmıştı. Troya savaşının kaybedilmesi ve Paris’in öldürülmesi üzerine oradan yine eski kocasının yanına, Sparta’ya dönmüştü.
Kocası ölünce, bir anlamda Rodos’a sürgüne gönderilmiş, orada da Rodos kralının karısı tarafından öldürtülmüştü.
Ama Helen bugün insanlığın hafızasında hâlâ Troya’da yaşıyor.
Yani Çanakkale’de…
Hangisi daha büyük marka; Ephesus mu yoksa Troya mı
Önceki Pazar günü Assos’dan dönerken Troya Müzesi’ne uğradım.
“Uğradım” diyorum, çünkü bu müzeye sadece orayı ziyaret etmek için gitmeyi planlıyordum.
Anlayacağınız bu, geçici ve hızlandırılmış bir ziyaret oldu.
Çünkü bu müzeye çok önem veriyorum.
Bana göre Türkiye’nin küresel alanda en tanınmış markalarından biri Troya…
Hatta en tanınmışı…
Çünkü arkasında “Troya” gibi muazzam bir hikâye var.
Dünyada insanların, Kutsal Kitap’taki yaradılış hikâyesinden sonra belki de en iyi bildikleri hikâye bu aynı zamanda.
Ben Egeliyim ve çocukluğumdan beri Ephesus adıyla büyüdüm.
Evet Ephesus bugün dünyanın en önemli arkeolojik bölgelerinden biridir.
Ama bana göre Troya dünyada Ephesus’dan çok daha büyük bir markadır.
Çünkü arkasında çok güçlü bir insan hikâyesi var.
Ephesus’da ise böyle kuvvetli bir hikâye yok.
Ads by Kiosked
İlk defa gittiğim Troya Müzesi'nde iki düş kırıklığı
Ancak 15 Eylül’de açılacak olan Troya Kültür yolunu önceden yaparken düş kırıklığına uğradım.
İlk düş kırıklığımı Çanakkale Köprüsü'ne giden duble yolda yaşadım.
Troya Müzesi’ne giden yolu gösteren işaret, neredeyse Behramkale’yi gösteren işaretten bile küçüktü.
Yamulmuş sıradan bir plakanın üzerinde “Troya 5 km” yazıyordu.
Troya Müzesi'nde bir yavru panda olsaydı
Nedense aklıma Washington’da gittiğim Smithsonian Hayvanat Bahçesi geldi.
O parkta bir panda ayısı vardı ve mekânın en kıymetli markası o kabul ediliyordu.
İşte bu yüzden devasa parkın kapısından girdiğiniz anda bir Panda bombardımanı ile karşılaşıyordunuz. Her yerde Panda ile ilgili dev billboardlar ve yol işaretleri vardı.
Panda kapalı mekânından kendine ayrılan açık kısma çıktığında bütün billboardlarda ışıklar yanıp sönmeye başlıyor ve “Panda out” yani “Panda dışarda” yazısını okuyordunuz.
Berlin Hayvanat Bahçesi Knut sayesinde halka açıldı
Bir zamanlar annesi tarafından beslenmesi kesilip tek başına bırakılan beyaz ayı yavrusu Knut, Berlin Hayvanat Bahçesi’nin en büyük markası haline gelmiş, hayvanat bahçesi o yavru ayı sayesinde halka açılmış ve çok para kazanmıştı. Troya ve Güzel Helen hiç şüphesiz Panda ve Knut’tan çok çok çok daha büyük bir marka…
Ama nedense karayollarımız, başka kurumlarımız bu ismi özenle saklamış gibi.
Anayoldan ayrıldıktan sonra Troya istikamet levhaları otel işaretlerinin arasında kayboluyor.
Tevfikiye Arkeoloji köyünü, övgüye değer bir fikir ve maddi katkıyla restore ettiren Opet firmasının adı Troya isminden bile daha önde neredeyse.
Oysa insan bu müzenin önemini size daha Çanakkale köprüsünün girişinden itibaren hatırlatmasını, anlatmasını bekliyorsunuz…
Müzeyle ilgili sekiz olumlu gözlemim
Müzeye geleyim.
Hürriyet’te yıllarca birlikte çalıştığım Yalçın Balcı’nın da beni sürekli bilgilendirmesi sayesinde Troya Müzesi’ni daha temeli atılmadan çok yakından izlemeye başladım.
İlk izlenimimi yazayım.
Gerçekten güzel bir müze…
(*) Bir kere sergilenen bütün eserler orijinal. Yani replika eser yok.
(*) Gezme parkuru çok iyi planlanmış.
(*) Müzenin varoluşuna neden olan hikâye çok güzel anlatılıyor.
(*) Duvarlardaki ve sergilenen kalıntılar üzerindeki bilgilendirmeler çok iyi.
(*) İlk kazıların başlamasından itibaren arkeolojik çalışma kronolojisi çok iyi anlatılmış.
(*) Müzenin mimarisine gelince… Sadece yatay değil, dikey ve üç boyutlu seyredebileceğiniz biçimde bir mimarisi var.
(*) Çocuklar için eğlenceli ve adeta oyun gibi dijital bilgi sistemleri oluşturulmuş.
(*) Troya hikâyesi ve mitolojisinin bütün kahramanları heykelleri ve tasvirleri ile anlatılmış.
Peki müzenin süper kahramanı nerede
Buraya kadar çok iyi.
Ancak müzeyi gezen bir insan için çok büyük bir eksiklik var.
Müzenin kuruluş hikâyesinin en önemli kahramanı ortada hiç görünmüyor.
Yani Güzel Helen veya Troyalı Helen sanki hiç yaşamamış.
Müzeyi baştan sona iki kere gezdim. Hiçbir yerde bir Helen tasviri görmedim. Oysa mesela Athena gibi öteki kadın kahramanların tasvirleri var.
Helen’e ait sadece iki küçük iz var.
Biri duvardaki açıklayıcı panoların birinde üç cümlelik bir şey.
Bir de yine o duvarlarda üzerinde “Helen” yazan küçük bir ekran var, ama o da çalışmıyor.
Oysa o müzeyle gelen insanların belki de yüzde 80’inin kafasında iki isim var:
Helen ve onu Sparta’dan kaçıran Paris… Yani müzenin “Super Hero’su…”
Anlayacağınız Troya Müzesi Panda’sını ve Knut’unu kaybetmiş.
Kazı başkanı bu konuda ne diyor
Bunu Troya Kazı Başkanı ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Rüstem Aslan’a sordum.
“Aslında var” dedi. Müzede sergilenen kırık bir vazonun üzerinde Helen tasviri varmış. O da dijital ekranı söyledi. Ama ben oradayken bu ekran çalışmıyordu.
Bence bu sayılanlar, var anlamına gelmiyor.
Eminim bugünkü pazarlama anlayışına sahip bir müze küratörü oraya girse, baş köşeye koyacağı kahraman Helen olacaktır.
Rüstem Hoca, İstanbul Arkeoloji Müzesi içinde açılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılan Troya bölümünü görmemi tavsiye etti.
Çok modern ve çağdaş bir bölüm olmuş. En kısa zamanda gidip göreceğim.
Önümden arka arkaya çıkan 6 arabanın plakası
Önceki Pazar Troya Müzesi’nden ayrılırken önümdeki arda arda sıralanmış 6 arabanın plakalarına baktım.
Hepsi de İtalya başkenti Roma’ya kayıtlı plakaydı.
Belli ki Türkiye rotalarının en önemli noktalarından biri bu müzeydi.
O nedenle diyorum ki, Marvel çağı çocukları için bir “Super Kahraman” sayılabilecek Helen derhal bulunup müzenin baş köşesine yerleştirilmeli. Yine o nedenle ölünceye kadar bıkmadan yazacağım.
O köprünün adı Çanakkale-Troya olmalıdır.
Bir Helen büstü görmek isterseniz
Son bir nokta… Eğer Troya kazı bölgesinde bir Troyalı Helen büstü görmek isterseniz, Opet tarafındanr restore ettirilen Tevfikiye köyünün meydanında görebilirsiniz.
Köy meydanında Troya efsanesinin bütün kahramanlarının replika büstleri var.