Son yıllarda katılımcı sayısı her geçen gün artan bir etkinlik olmaya başladı doğa yürüyüşü. Her sektörde olduğu gibi bu faaliyetlerin de takipçilerine rant kapısı aralandı. Günübirlik düzenlenen turlar, başlangıç noktası eksikliği fark edilen teçhizatın ücretli tedariki ve sucuk ekmek!
Tabi alan-veren tarafın razı oluşları sebebi ile bize düşen deve dikeni… Uzun yıllar çeşitli spor kollarında gerek kulüp bazında gerekse bireysel alanda faaliyet göstermiş biri olarak kısa süre önce ben de başladım doğa yürüyüşüne. Çanakkale Fotoğraf ve Gezi Gurubu’ndan arkadaşım olan Rıfkı ile birlikte Çanakkale’nin ayak basılmamış yerlerini geziyoruz. Kilometrelerce mesafe kat ediyor, metrelerce yükseklikleri inip çıkıyor ve yolculuk boyunca sadece doğanın seslerini duyuyoruz. Kuşların kanatları rüzgârla yarışıyor, böceklerin sesleri yaprakların hışırtısına karışıyor. Terk edilmiş bir kaplumbağa kabuğu görüyoruz. Başka çatı altında huzur bulduğunu umuyoruz. Yağmur ve rüzgârın şiddetine dayanamamış kuş yuvaları görüyoruz. Son yumurtanın kabuğunu kıranların hala kanat çırpıyor olmasını umuyoruz. Yaşlı bir ağaç görüyoruz. Yıllara meydan okumaktan pes etmiş, devrildiği yerde dinleniyor. Yaprakları kurumuş. Yine misafirperverliğini esirgemiyor, ağırlıyor böcekleri gölgesinde. Dere yatağında bir avuç su birikintisi… Hayatta kalma mücadelesi ile kurbağa ve balıklar salınıyor. Ekmek ufalıyoruz. Bir mühendislik zekâsı ile oyulmuş toprak görüyoruz. Belki bir tilki, belki bir tavşan yuvası. İçinde huzur olmasını diliyoruz. Sonra…
Sonra bir insan silueti görüyoruz. Çayırın üstüne yakılmış bir ateş… Ölmüş toprak. Bir bira şişesinde can çekişen arılar, karıncalar… Sonra bir cips paketinin içinde cansız bir balık. Mavi kapağı alınmış su şişesi. Bir insan silueti görüyoruz ve ölüyor doğa. Doğa yürüyüşü bir etkinlik değildir. Bir terapi değildir sevgili dostlar. Doğada olmak, hür olmak da değildir; dilediğimizce davranabileceğimiz. Doğa, hayattır. Toprak ömrün tarlası, ağaç şifası, hayvanlar ise dostumuzdur.
Tabi alan-veren tarafın razı oluşları sebebi ile bize düşen deve dikeni… Uzun yıllar çeşitli spor kollarında gerek kulüp bazında gerekse bireysel alanda faaliyet göstermiş biri olarak kısa süre önce ben de başladım doğa yürüyüşüne. Çanakkale Fotoğraf ve Gezi Gurubu’ndan arkadaşım olan Rıfkı ile birlikte Çanakkale’nin ayak basılmamış yerlerini geziyoruz. Kilometrelerce mesafe kat ediyor, metrelerce yükseklikleri inip çıkıyor ve yolculuk boyunca sadece doğanın seslerini duyuyoruz. Kuşların kanatları rüzgârla yarışıyor, böceklerin sesleri yaprakların hışırtısına karışıyor. Terk edilmiş bir kaplumbağa kabuğu görüyoruz. Başka çatı altında huzur bulduğunu umuyoruz. Yağmur ve rüzgârın şiddetine dayanamamış kuş yuvaları görüyoruz. Son yumurtanın kabuğunu kıranların hala kanat çırpıyor olmasını umuyoruz. Yaşlı bir ağaç görüyoruz. Yıllara meydan okumaktan pes etmiş, devrildiği yerde dinleniyor. Yaprakları kurumuş. Yine misafirperverliğini esirgemiyor, ağırlıyor böcekleri gölgesinde. Dere yatağında bir avuç su birikintisi… Hayatta kalma mücadelesi ile kurbağa ve balıklar salınıyor. Ekmek ufalıyoruz. Bir mühendislik zekâsı ile oyulmuş toprak görüyoruz. Belki bir tilki, belki bir tavşan yuvası. İçinde huzur olmasını diliyoruz. Sonra…
Sonra bir insan silueti görüyoruz. Çayırın üstüne yakılmış bir ateş… Ölmüş toprak. Bir bira şişesinde can çekişen arılar, karıncalar… Sonra bir cips paketinin içinde cansız bir balık. Mavi kapağı alınmış su şişesi. Bir insan silueti görüyoruz ve ölüyor doğa. Doğa yürüyüşü bir etkinlik değildir. Bir terapi değildir sevgili dostlar. Doğada olmak, hür olmak da değildir; dilediğimizce davranabileceğimiz. Doğa, hayattır. Toprak ömrün tarlası, ağaç şifası, hayvanlar ise dostumuzdur.