Kim ne düşünür bilemem ama bana göre, yaşadığımız şu zamanlarda bana layık görülen yaşam üslubuyla sorunlarım var. Uygarlığın, medeniyetin şu duruma getirip te bana dayattığı, zorbaca, insan doğasına uymayan, uymadığı içinde insanı doğasına yabancılaştıran bu şekli sevmiyorum. Benim gibi düşünenlerin olduğuna da eminim. Doğamızdan koparılmayı hem hak etmiyoruz hem de kabul etmiyorum. Sorunum öncelikle mimariyle. Bu kutu gibi, insanın kolunu bacağını, ruhunu, insanlığını dar alana sokan üslup, hakaret gibi. Peki ne yapalım dağ başına mı gidelim. El değmeyen bakir dağ başı mı kaldı? Konfor adına, modernleşme adına doğayı domestike edeceğiz diye bizim garantimiz olan, esas zenginliği, yani tabiatı hunharca istismar etmeyi kabul etmediğim gibi benim olanı benden zorbaca alan bu sistemden de şikayetçiyim.
Ne yapmalı sorusuna gelince... Bunun sanatta çok güzel örnekleri var. Peter Jakson’un hobit köyü..., Avatar filmindeki Pandora gezegeninde yaşayan Na’vi halkının yaşamı... ütopikte olsa mümkünmüş. En azından bir insanın tasarısında... Şu anki yaşam üslubu da bir tasarım değil mi en nihayetinde?
Ben bir köy çocuğuyum belki de ondandır yürüyüş yaparken ağaçları koklamam. Ya da sadece doğa da piknik yapınca doymuş hissetmem.
Bu arada Modernizmi (felsefi akım olarak) naçizane çok önemli buluyorum. Bilimle sanatın at başı gittiği, sanatçıların yeniyi, faydalı ve güzel olanı aramak adına onlarca akıma ram olup durmadan konfor alanlarını terk ederek gelişip toplumu da taşıdığı o dönem çok kıymetli. Ama istismarlar her zaman kol geziyor. Çıkar, güç ve büyüme adına daha neler yapılabilir acaba...
Keçinin sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş der eskiler. Ne kadar uzak kalmaya da çalışsam sıkıcı şehir heyulasından kaçamıyorum. Dahası... her şeyin tutar, eder, maddi olarak iş hacmi ve para olarak değerlendirildiği, kişilere parasal ederince değer yüklendiği yerde bulu veriyorum kendimi. Zavallı insanlar sürekli, paralı, bundan dolayı da itibarlı kişilere yakınlaşıp çıkar sağlama peşindeler. İlginç... Belki de değerimi bileyim diyedir. Her zaman derim. Şiarımız çıkar ve oportunizm değil de gerçek değer, sevgi ve objektiflik olsa... diye. Ne mi olurdu. Doğamıza, hayatımıza sahip çıkardık. Şu günlerde herkesin unuttuğu deprem felaketinden sonra düşünür oldu insanlar tahta, prefabrik evlerde yaşamayı. Hep birlikte gördük doğamıza uymadığımızda olanları.
Ben bu alemin, sistemin yaşam üslubunu sevmedim. Daha ben yokken biçilmiş her şey. Adına da kültür demişler. Kendimi fenni ortamda üretilmiş, sonra da kamyonlara yüklenmiş, sadece yem yiyip şişmanlamak için gagasını oynatabilen tavuklar gibi hissettiğimden beri bunları düşünüyorum. Hayata dışardan, objektif bakılıp normal gibi görülenlerin aslında gerçek normlar olmadığı fark edilirse dediklerim daha net anlaşılır. Eskiden liselerde okutulan mantık dersleri vardı. Kanımca objektif olabilme, tarafsız bakabilme için “Objektiflik” dersleri konulmalı. Buradan platon’un mağarasına kadar varırız ki bu başka bir yazının konusu olsun tabi sığarsa. Selametle.
YAZARLAR
Yayınlanma: 19 Ağustos 2023 - 09:00
Keçinin sevmediği ot
Kim ne düşünür bilemem ama bana göre, yaşadığımız şu zamanlarda bana layık görülen yaşam üslubuyla sorunlarım var
YAZARLAR
19 Ağustos 2023 - 09:00
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir