Nergisli çağlalı tezgahlarıyla sokak manavları beni yanıltmıyorsa bahar gelmiş. Rengarenk sandalyelerin Arnavut kaldırım döşeli bahçeye dizildiği kahvehane bir kahvehane önündeyim. Yanımda bembeyaz çiçekleriyle heybetli bir erik ağacı var. Kurumuş dallarının ucuna kıştan kalma meyve kabuklarıyla münzevi, bir nar ağacına komşu. Nöbetleşe birbirlerine kinaye yapıyorlar.
Geçenlerde izlediğim bir video iki gündür aklımdan gitmiyor. Eli yüzü temiz gençten bir kadın “Meğer sıcak su ne kadar lüksmüş, çorap giymek ne kadar lüks bir şeymiş” diyordu. Hep yoksunluk kıymet bildirir. Mutluyken mutlu olduğumuzu bilmeyiz. Şimdilerde lüks olanları, mutlu anlarımızı daha iyi anlar ve hatırlar olduk hepimiz. Hepimiz biraz farkındalık sahibi olduk. Küçük şeylere küçük demeyip değer bilme zamanı. Bu gün her yeri çocuk boyama kitabı gibi görmeye karar verdim. Sıradan sıkıcı bir şeyse bile baktığım. Yanına bir iki çiçek, bir kaç sevimli hayvan ve belki gülen bir güneş kondurup öyle görmek istiyorum. Arada aklıma sevimli fötr şapkasıyla Yusuf Amca geliyor. Titreyen yaşlı yeşil damarlı buruşuk elleriyle kocaman bir çay fincanı tutar, açık çayını yudumladıkça “her şeyden keyif alıyorum. Hele bir de dostlarla olunca” derdi.
Yabani otlar boy attı. Mor salkımlar tomurcuklandı. Bir haftaya kalmaz çatılar eflatun renge bürünür. Kokusu da cabası. Balkan ülkelerinde bir adet var. Mart ayında kollarına kırmızı beyaz iplere bağlı boncuk takıyorlar. Yılın ilk leyleğini görünce de bileklerinden çıkarıp suya atıyorlar ya da bir yere gömüyorlar. Bizdeki adak ağacına bağlı çaputlar gibi. Bir temenni. Bir dilek... Artık içlik giymiyoruz. Botlarımızı çıkarıp kaldırdık. Gene de martın son gününe kadar temkini elden bırakmamak genlerimize nakışlı. Ne olur ne olmaz. Kazma kürek yayıp kapıdan bakmak ta var. Bizimkileri davet ettim birlikte zaman geçirelim diye “biraz daha müsaade et de şu arpalar boy atsın ki koyunlarımı yalnız bırakabileyim” dedi babam. Derken ramazan... şu ramazan ayı da geçsin eni konu geliriz... Bir bakmışız ki aynı döngü deveran olmuş ve biz ellerimizin demir et kancası gibi donup kaldığı zeytin hasadındayız. Yaşam her şey olup biterken yanımızdan akıp giden elimizden uçup giden değilmiş gibi...İnsan canının yongası olan mala öylesine sarılmış ki kendisi yonga olmuş savrulup durur. Koca kosmosda hayatına garanti arar. Bir yönetmenden duymuştum. “Evren hakkındaki en korkunç şey bizlere kayıtsız oluşudur” diye.
Sert gün ışığında gölgeleriyle ayırt edilemeyen bir güvercin sürüsü yanıma aceleyle kondu. Aralarında bir iki kaçak karga da var. hızla bir şeyler gagalıyorlar. Hengamenin yoğun olduğu yerde yemin çok olduğunu anlıyorum. İtişip kakışırken genizlerinden boğuk homurtular çıkarıyorlar. Herkes gibi onlar da bir lokma ekmek derdinde. Güvercin deyince aklıma tam da durumla alakalı Cemal Süreya’nın Üvercinka’sından bir iki mısra geldi.
“Sabahları acıktı diye haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Bir çok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında Afrika dahil”
Şiir gibi, mor salkımlar gibi renkli bir hayatınız olsun bütün kara parçalarında. Hoşça kalın.
YAZARLAR
Yayınlanma: 25 Mart 2023 - 08:00
Lüküs Hayat
Nergisli çağlalı tezgahlarıyla sokak manavları beni yanıltmıyorsa bahar gelmiş
YAZARLAR
25 Mart 2023 - 08:00
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir