Hayatta kaybettiklerimiz için günlerce, haftalarca, aylarca, senelerce yas tutabiliyoruz. Özellikle sevdiğimiz birinin bu dünyadan göç etmesi bizi en çok yaralayan olaylardan biridir. Ölümün bize kaybettirdikleri olduğu gibi kazandırdıkları da oluyor. "Ölümün bize kazandırdıkları nedir ?" sorunuzu ise birazdan kimilerinin övüp kimilerinin yerdiği edebi sanatçı cevaplayacak.
Abdülhak Hamit Tarhan 2 Ocak 1852 yılında İstanbul’un Bebek ilçesinde köklü ve ulema bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelmiştir. Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemnlerine yakından tanıklık etmiş olan Tarhan, Şair-i Azam (Büyük Şair) sıfatı ile anılır. Uzun seneler diplomat olarak hem Batı'da hem Doğu'da bulunması nedeni ile Türk şiirine Batı’dan tecrübe kazandığı yeni konuları aşılamış ve Türk edebi sanatına felsefik düşünceyi kazandırmıştır.
Babasının ölümü üzerine ülkesine 1867 yılında dönüş yapan Tarhan, 1874 yılında Edirne’de ağabeyi Nasuh Bey’in konağında 13 yaşında olan Fatma Hanım ile evlenerek İstanbul’a geri döndü. Bu evlilikte Abdülhak Hüseyin ve Hamide adında iki çocuğu dünyaya geldi. Eşine olan bağlılığını ‘’ Beraber gezerken düşecek diye tutacak oluyordum. Uyurken bir akşam uyanmayacak, ölecek gibi duruyordu. Güldüğü zaman güzelliğini uçacak sanıyordum.’’ cümleleri ile belirtmiş zamanında.
Abdülhak Hamit Tarhan bir zaman sonra Paris Sefareti Katipliği görevi ile yurt dışına çıkması gerekiyordu. Ailesini bırakmak istemeyen Tarhan bir süre ayrı kalacağı eşi ve çocukları ile vedalaşarak Paris’te onu bekleyen görevine gitti. Tarhan’ın iki yıl süren mesleki hayatı yazdığı ‘’Nesteren’’ adını verdiği oyunu sebebi ile bitirildi. Ülkesine geri dönen Tarhan, aile hasretinden yoksun kaldığı için şahsı adına verilen kararlar hakkında biraz da olsa mutluydu ama ayrılık başladı mı ardı arkası kesilmiyordu besbelli. Önce Edirne’ye gönderildi. Ağabeyi Rize’ye mutasarrıf olarak atanmasından sonra ailesini ağabeyinin yanına bırakan Tarhan, Berlin, Yunanistan, Gürcistan, Yunanistan gibi ülkelere tayin edilmesi uzun süre eşini, çocuklarını görememesine sebep oldu.
Fatma Hanım 1883’te ince bir hastalığa (verem) yakalanır. Abdülhak Hamit eşinin hastalığını duyar duymaz bir çözüm yolu aramaya başladı. O sıra Bombay Konsolosluğu tayinini, havasının eşine iyi gelecek umuduyla kabul etti Tarhan. Ancak Fatma Hanım gün geçtikçe daha da kötüleşiyordu. Tarhan son çareyi İstanbul’a gitmekte buldu ve eşini 3 sene kaldıkları şehirden İstanbul’a götürmek için yola çıkmaya karar verdiler. Maalesef ki daha seyahate çıkmadan Fatma Hanım dünyaya gözlerine yumdu.
Abdülhak Hamit Tarhan bu üzüntüsünü her zaman olduğu gibi kağıtlara döktü. İşte dünyayı etkileyen o şiir yazılmıştı. ‘’Makber’’ Eşinin ölümü onu derinden etkilemişti. Her edebi sanatçı gibi o da duygularını kağıda aktardı.
Rivayetlere göre Tarhan, Eşinin cenaze töreninde başka bir kadına gönlünü kaptırmıştır. Abdülhak Hamit Tarhan’ın ömrü boyunca dört kere evlendiğini ve çapkın bir karaktere sahip olduğunu görüyoruz lakin bu iddia ne kadar doğru orası meçhul. Bir insanın kalbi ne kadar geniş olsa da karakteri asla geniş olmamalı…
Makber şiiri Abdülhak Hamit Tarhan tarafından güftelenmiştir. Bestelenmesine vesile olan sanatçımız ise Mehmed Baha Parstır. İki sanatçımızı rahmetle anıyor ve sizlere şiirden küçük bir kesit ile veda ediyorum.
Makber
Her yer karanlık pür-nûr o mevkî? ..
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!
Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,
Rüyâ değil bu ayniyle vakî.
Kabrin çiçekten bir türbe olmuş,
Dönmüş o türbe bir haclegâhe,
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben.
Sen öldün, ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün.
YAZARLAR
Yayınlanma: 19 Aralık 2020 - 09:15
Makber
Hayatta kaybettiklerimiz için günlerce, haftalarca, aylarca, senelerce yas tutabiliyoruz
YAZARLAR
19 Aralık 2020 - 09:15
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir