Kusursuzluğu arayanların iki soruya cevap vermesi yerinde olur. Mutlu olmanız için hayatın mükemmel olması mı gerekiyor? Mutlu olmak için kusursuz hareket etmeniz ve kusursuz sonuçlar mı almanız gerekiyor? Bu iki soruya “evet” cevabı verenlerin mutlu olma şansı yok denecek kadar azdır.
Beklentileri gerçekçi olmayacak kadar yükseltmek, çok kere öz saygıda azalmaya ve güven kaybına yol açar. Birçok olumlu özelliğe rağmen olumsuzluklara odaklanmak sürekli olarak gerginlik yaratır ve hem kişinin kendisini, hem de çevresindekileri huzursuz etmesine neden olur.
Dünyadaki en güzel şeylerin başında farklılık gelir ve farklılığı doğuran da kusurlardır. Çünkü dünyada hiçbir şey kusursuz olamaz. “İyinin düşmanı mükemmeldir” sözü bu konuda rehber olabilir.
Sürekli olarak zihnini ve kendini yapılması gerekenler konusunda sorumlu hissetmek, kendisi olmasa işlerin (ev düzeninin, çocuklara bakımın vb…) eksik veya yanlış olacağını düşünmek son derece yorucudur. Bu hem kişiyi duygusal açıdan yorar, hem de bedensel olarak tükenmesine neden olur. Bu yaklaşımın sonucunda çevredeki insanlar ya rahatlarından memnun olur ve bütün yükü, gönüllü olana yıkar; ya da sorumluluk almadıkları için gelişmezler.
Kişinin kendisini yakın çevresindekilerle kıyaslaması insan doğasının bir uzantısıdır. Günümüzde herkesle beraber ilerlersek değil, onların önünde olursak mutlu olacağımıza inanırız. Klasik psikolojinin kurucularından C.G. Jung mutlu olmanın yolunun iki gerçeğin farkına varmaktan geçtiğini söylemiştir. “Kendini sınırlarıyla kabullenmek ve sevmek”.
Psikolojiyi sahte bilim haline getirenlerin pompaladığı “istersen yaparsın, istersen başarırsın” anlayışı insanların kendi sınırlarını aşan beklentilere girmesine, gerçekleşmesine imkan olmayan hayaller kurmasına ve bunun sonucunda da mutsuz olmasına neden olur.
Bunun önüne geçmek için kişinin enerjisini, herkesten iyi olmaya değil, bir gün (veya bir yıl) önceki kendisinden iyi olmaya odaklaması yerinde olur. Böyle bir yolculuk için de kişinin, enerjisini kendisini doğal olarak güçlü hissettiği alana odaklaması yerinde olur. Unutmamak gerekir ki, “enerjimizi nereye koyarsak hayat orada gelişir”.
Günümüzde Budistler veya dervişler gibi bir kumaşa sarılarak yaşamak, insanlardan ve hayattan beklentilerimizi sıfır çizgisine indirmek mümkün olmasa da; eşya, ayrıntılar, insanlar ve olaylara yüklediğimiz önem konusunda uygun dengeyi bulmak, hayatın yükünü bedensel, zihinsel ve duygusal olarak hafifletebilir, diye düşünüyorum. AYFER ÖZDEMİR
Uluslararası Nlp ve Profesyonel Yaşam Koçu
Bilinçaltı ve Kişisel Gelişim Uzmanı
Astroloji Danışmanı
Beklentileri gerçekçi olmayacak kadar yükseltmek, çok kere öz saygıda azalmaya ve güven kaybına yol açar. Birçok olumlu özelliğe rağmen olumsuzluklara odaklanmak sürekli olarak gerginlik yaratır ve hem kişinin kendisini, hem de çevresindekileri huzursuz etmesine neden olur.
Dünyadaki en güzel şeylerin başında farklılık gelir ve farklılığı doğuran da kusurlardır. Çünkü dünyada hiçbir şey kusursuz olamaz. “İyinin düşmanı mükemmeldir” sözü bu konuda rehber olabilir.
Sürekli olarak zihnini ve kendini yapılması gerekenler konusunda sorumlu hissetmek, kendisi olmasa işlerin (ev düzeninin, çocuklara bakımın vb…) eksik veya yanlış olacağını düşünmek son derece yorucudur. Bu hem kişiyi duygusal açıdan yorar, hem de bedensel olarak tükenmesine neden olur. Bu yaklaşımın sonucunda çevredeki insanlar ya rahatlarından memnun olur ve bütün yükü, gönüllü olana yıkar; ya da sorumluluk almadıkları için gelişmezler.
Kişinin kendisini yakın çevresindekilerle kıyaslaması insan doğasının bir uzantısıdır. Günümüzde herkesle beraber ilerlersek değil, onların önünde olursak mutlu olacağımıza inanırız. Klasik psikolojinin kurucularından C.G. Jung mutlu olmanın yolunun iki gerçeğin farkına varmaktan geçtiğini söylemiştir. “Kendini sınırlarıyla kabullenmek ve sevmek”.
Psikolojiyi sahte bilim haline getirenlerin pompaladığı “istersen yaparsın, istersen başarırsın” anlayışı insanların kendi sınırlarını aşan beklentilere girmesine, gerçekleşmesine imkan olmayan hayaller kurmasına ve bunun sonucunda da mutsuz olmasına neden olur.
Bunun önüne geçmek için kişinin enerjisini, herkesten iyi olmaya değil, bir gün (veya bir yıl) önceki kendisinden iyi olmaya odaklaması yerinde olur. Böyle bir yolculuk için de kişinin, enerjisini kendisini doğal olarak güçlü hissettiği alana odaklaması yerinde olur. Unutmamak gerekir ki, “enerjimizi nereye koyarsak hayat orada gelişir”.
Günümüzde Budistler veya dervişler gibi bir kumaşa sarılarak yaşamak, insanlardan ve hayattan beklentilerimizi sıfır çizgisine indirmek mümkün olmasa da; eşya, ayrıntılar, insanlar ve olaylara yüklediğimiz önem konusunda uygun dengeyi bulmak, hayatın yükünü bedensel, zihinsel ve duygusal olarak hafifletebilir, diye düşünüyorum. AYFER ÖZDEMİR
Uluslararası Nlp ve Profesyonel Yaşam Koçu
Bilinçaltı ve Kişisel Gelişim Uzmanı
Astroloji Danışmanı