Efendim ismim Zeliha, yaşım 24. Bundan üç, bilemediniz beş ay öncesine kadar biz de herkes gibi köyümüzde yaşayıp giderdik. Babam Refik Usta işinde gücünde bir adamdı. Sabah namazını evde kılıp çıkar, yatsıyı camide kılıp dönerdi. Annem Zehra Hanım, evin işini gücünü halleder, evimizde bir çok şeyde de söz sahibi olurdu. İki ağabeyim var. İkisi de evlendi, yuvalarını kurdu. Gerçi ben de evlenecektim de olmadı. Sevdiğim oğlanın babası dükkanımıza gelmiş bir gün, iki saat sıra beklemiş. Sıra dediğimde bir saç bir sakal tıraşı. Neyse sıra kendisine gelince babam ‘’Sen az bir bekle ben bir muhtarı görüp geleceğim,’’ deyince benim kaynatam olacak adam celallenmiş ‘’Tıraşın batsın senin be Kım Kım Refik,’’ diye bağırıp, çekip gitmiş. Sevdiğim oğlanla ailesinin bana dünür geleceklerini duyunca bu seferde babam köpürdü. ‘’İstemem Allah, istemem,’’ dedi durdu. O dik duruşlu anam, Zehra Hanım belki ilk defa babama sözünü geçiremedi. Babam, Refik Usta ağabeylerimi konuşturmadı bile. Benim kaderime de böylece beklemek düştü…
Ben bekleye durayım, bir akşam babam eve geldi. Ama görseniz, yerinde duramıyor. Biz anamla bir hal olduğunu anladık. Anam altından girdi üstünden çıktı, derdini öğrendi babamın. Bir makine sevdası tutturmuş bizimki ‘’Müşterinin biri, bir makine tarif etti, aman şöyle iyiymiş, aman böyle iyiymiş,’’ dedi yedi bitirdi bizi. Anam sonunda pes etti. ‘’Ne halin varsa gör,’’ deyip babamın önünden çekildi. Babamda sözde bana çeyiz parası diye biriktirdikleri altını, parayı, pulu toplayıp İzmir’e gitti. Birkaç gün sürmeden de geri döndü. Ama ne dönüş… Bordo makine aşağı bordo makine yukarı… Makine ile tıraşı yapıp bitiriyor, yeni müşteri gelene kadar makineyi kutusuna geri koyuyor. Kutunun içinden çıkan ıvır zıvırı bırakın, kağıtları bile her seferinde katlayıp, istifleyip yerine koyuyor. Anlayacağınız makine, öyle kıymetli bir makine…
Birkaç zaman keyfi pek yerindeydi babamın, ta ki köye seyyar satıcı gelene kadar. Meğerse o makine öyle pek de kıymetli, para tutacak bir şey değilmiş. Babam Refik Ustayı İzmir’de bir güzel kandırmışlar. Allah var ben inandım. Ha anam biraz babamı sıkıştıracak gibi oldu. Ama baktı ki babam perişan ses etmedi. O öfkeyle, üzüntüyle, babam dükkanı üç ay açmadı. Bu makinenin alınışından başlayıp kendince sorumlu tuttuğu herkese sövdü saydı. Dükkanı açmayınca da evde daha çok durur oldu. Her işimize karıştı, yaptığımız hiçbir işi beğenmedi. Anam artık babamın bu haline dayanamaz olunca ‘’Yeter artık, git aç şu dükkanı, başımızda bitip durduğun yetti,’’ deyip Refik Ustayı ait olduğu yere kovaladı. Tam eski düzenimiz yerine gelecek diye sevinirken, babamın dükkanı açtığı günün sabahı bir gürültü duyduk. İsminin Cabir olduğunu sonradan öğrendiğim, İzmirli adam önde babam arkasında bir koşturmaca ki sormayın gitsin. Babam adama ‘’Her şey senin yüzünden oldu da, sen beni perişan ettin de, vay şöyle olasın da vay böyle olasın…’’ diye hem bağırıyor hem de sopayla kovalıyor, bu adam kesin babama bir fenalık etmiş olacak diye düşünüp, yerden kaptığım taşı savurdum kafasına. Zeliha’nın taşı Cabir’in kafasına denk gelir misali, Cabir düştü, kolunu bacağını kırdı. Sonrası jandarmaydı, karakoldu, şimdi de mahkeme işte hakim bey…
Kim babasını öyle vaziyette görünce telaşa kapılmaz? Ben Cabir’den özür dileyeyim, babamı Allah ıslah etsin, siz de beni salıverin hakim bey…
Bu haftayı da Ferdinand Von Schirach ile noktalayalım kıymeti okur,
‘’Mutlu olmuştu. Şimdi de bunun bedelini ödemesi gerektiğine inanıyordu.’’
Herkese sağlıklı, huzurlu, mutlu haftalar dilerim.
Kalın sağlıcakla.
YAZARLAR
Yayınlanma: 17 Kasım 2022 - 09:12
Özür Dilesem, Olur mu?
Efendim ismim Zeliha, yaşım 24
YAZARLAR
17 Kasım 2022 - 09:12
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir