Zaman zaman hatta çoğu zaman yaşanılan olayların olumsuz yanlarına ve hayatın negatifliklerine daha fazla odaklanıyoruz. Bu da kararlarımızı, duygularımızı ve hatta gündelik hayatımızı etkiliyor. Üstüne ilaveten başkaları ile mukayeseli bir yaşam da sürüyoruz, bu da bizi mutsuzluğa sürüklüyor.
Sanırım bu konuda iki zıt kutuplu insanlar var. Birisi eksik taraflarının savunmasını başkalarının eksik yanlarını eleştirerek kapatırken, bir kısmı da kendinde göremediği başkasında gördüğü olumlu tarafların gölgesinde kendini karanlıklara bırakmakta. Halbuki sürekli eksikliklere odaklanmak zenginliklere bakışımızın önünü kapatır.
İnsan ne tuhaftır ki, etrafındakilerin olumlu yanlarını görürken, kendisinin ve hayatının hep olumsuz yanlarını görüp eleştirmeyi, kendini hakir görmeyi sever. Aynı şeylere sahip olmadığı için aşağılık kompleksine kapıldığı anlar bile olur. Nedense bir yanımız hep eksik algısındayız ve bir türlü tamamlayamayışımızın tedirginliğini üzüntüsünü yaşıyoruz. Hatta hayatımızı üzüntüye boğmayı seviyoruz diyebilirim.
Üzüntüler ruh sağlığımızı etkilediği gibi, doğal olarak bedensel sağlımızı da etkilemekte. Üzüntü depresyon olmasa da tüm vücut fonksiyonlarının zayıflamasına yol açabiliyor. Üzüntü insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder. İnsanın doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm yollarını görebilmesini tamamen engeller. Kişinin bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz. Üzüntü, insanı hızla yaşlandırır.
Hep eksikliklerine odaklanan, sürekli negatif bakışta ve üzüntüde kalan insan, daimi olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler onu mutlu etmeye yetmez. Çevresindeki nimetleri, güzellikleri göremez hale gelir. Sahip olduğu güzelliklerin farkına bile varmaz. Hatta üzüntüyü sevmeye başlar, yetmez beslenmeye başlar üzüntüden. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok üzülmek ister. Neye odaklanırsa insan onun enerjisini büyütür ve girdabına kapılır maalesef insan.
Üzüntüden kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini üzüntüye bırakmayı, hayatının karanlık yanlarında tutmayı bir hayat şekli haline getirir. Yalnızlığı sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsiz beklentilere kapılmak, ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir. Yaşama sevincini ve yaşama azmini kaybeder. Halbuki yaşam bir sabitlik durumu değildir. Dengenizi nasıl koruyacağınızı bilmektir. Kendisi ile uyum içinde yaşayan kimse, evrenle de uyum içinde yaşar.
Tüm duygularımız ve düşüncelerimiz hücrelerimizde kayıtlı tutulur. Dolayısıyla hastalıklar da aslında yolunda gitmeyen bir şeyi gösteren uyarı işaretidir.
Unutmayalım ki; gerginlik, olman gerektiğini düşündüğün kişidir. Rahatlama ise kim olduğunuzdur. Ayfer Özdemir
Uluslararası Nlp ve Profesyonel Yaşam Koçu
Bilinçaltı ve Kişisel Gelişim Uzmanı
Vedik Astroloji Danışmanı
Sanırım bu konuda iki zıt kutuplu insanlar var. Birisi eksik taraflarının savunmasını başkalarının eksik yanlarını eleştirerek kapatırken, bir kısmı da kendinde göremediği başkasında gördüğü olumlu tarafların gölgesinde kendini karanlıklara bırakmakta. Halbuki sürekli eksikliklere odaklanmak zenginliklere bakışımızın önünü kapatır.
İnsan ne tuhaftır ki, etrafındakilerin olumlu yanlarını görürken, kendisinin ve hayatının hep olumsuz yanlarını görüp eleştirmeyi, kendini hakir görmeyi sever. Aynı şeylere sahip olmadığı için aşağılık kompleksine kapıldığı anlar bile olur. Nedense bir yanımız hep eksik algısındayız ve bir türlü tamamlayamayışımızın tedirginliğini üzüntüsünü yaşıyoruz. Hatta hayatımızı üzüntüye boğmayı seviyoruz diyebilirim.
Üzüntüler ruh sağlığımızı etkilediği gibi, doğal olarak bedensel sağlımızı da etkilemekte. Üzüntü depresyon olmasa da tüm vücut fonksiyonlarının zayıflamasına yol açabiliyor. Üzüntü insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder. İnsanın doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm yollarını görebilmesini tamamen engeller. Kişinin bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz. Üzüntü, insanı hızla yaşlandırır.
Hep eksikliklerine odaklanan, sürekli negatif bakışta ve üzüntüde kalan insan, daimi olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler onu mutlu etmeye yetmez. Çevresindeki nimetleri, güzellikleri göremez hale gelir. Sahip olduğu güzelliklerin farkına bile varmaz. Hatta üzüntüyü sevmeye başlar, yetmez beslenmeye başlar üzüntüden. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok üzülmek ister. Neye odaklanırsa insan onun enerjisini büyütür ve girdabına kapılır maalesef insan.
Üzüntüden kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini üzüntüye bırakmayı, hayatının karanlık yanlarında tutmayı bir hayat şekli haline getirir. Yalnızlığı sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsiz beklentilere kapılmak, ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir. Yaşama sevincini ve yaşama azmini kaybeder. Halbuki yaşam bir sabitlik durumu değildir. Dengenizi nasıl koruyacağınızı bilmektir. Kendisi ile uyum içinde yaşayan kimse, evrenle de uyum içinde yaşar.
Tüm duygularımız ve düşüncelerimiz hücrelerimizde kayıtlı tutulur. Dolayısıyla hastalıklar da aslında yolunda gitmeyen bir şeyi gösteren uyarı işaretidir.
Unutmayalım ki; gerginlik, olman gerektiğini düşündüğün kişidir. Rahatlama ise kim olduğunuzdur. Ayfer Özdemir
Uluslararası Nlp ve Profesyonel Yaşam Koçu
Bilinçaltı ve Kişisel Gelişim Uzmanı
Vedik Astroloji Danışmanı