İlkbahar’da dünyaya geldiği için ilk kışını yaşamaktaydı. Tabi ki yılın ilk kar yağışı aynı zamanda onun da ilk kar görüşü idi. Önce soğuk ile uyarı vermişti kar tüm doğaya. Isıran bir soğuk. Çöplüklerde ki yiyecekler donmaya, kemirgenler dışarıya çıkmamaya başladıklarından beri yiyecek bulmakta da zorlanıyordu. Düşen ısı karşısında vücudunun da ısı kaybına uğraması iyice bitkin hale getirmişti onu. Bir arabanın altında usulca yatmaktaydı motorun sıcaklığından istifade ederek. Birazdan motor soğuyacak, o da yukarı doğru bakacak, artık sıcaklığın motordan değil tekerleklerden gelmekte olduğunu anlayacak ve bir tekerleğin üstüne kıvrılacaktı çoğu kez olduğu gibi. Bir keresinde o sıcacık tekerlek aniden hareket etmişti ve çamurluk ile tekerlek arasında bir an sıkışmış ve hızla aşağı doğru hareket eden tekerlekle birlikte yere doğru yönelmişken gördüğü ilk ışığa doğru kendini fırlatarak ezilmekten kurtulmuştu ve ne olduğunu hiç anlayamamıştı. O sıcacık kuytu yatak niye bu kadar kızmıştı ki kendisine.
O sırada bir kuş kondu yere, ufak bir serçe. Soğuktan hareketleri ağırlaşmış ve kanatları onu yükseklere taşıyamayacak haldeydi minik serçenin. Belli ki o da bu soğuk kış günü uzun zamandır aç olduğu için bitkin durumdaydı. Kulaklarını dikti havaya önce, gözleri gördüğünü teyit etmek istercesine irileşti ve anlamak ister bakışlarla kaskatı kesildi. Evet, iki metre kadar önünde bir kuş durmaktaydı. Taze et. Bunlardan bir kez yakalamıştı ve aman aman o ne lezzetti öyle. Yavaşça ön ayağını ileri doğru kaydırırken kafasını da eğerek ileri doğru uzandı. Artık iki ön ayağı üzerine çökmüş, arka ayakları üzerine hafifçe doğrulmuş vaziyette burnunu en ileri de tutarak avına bakmaktaydı. Bir küçük adım ön sağ ayağıyla, bir kez daha. Artık iyice yaklaşmıştı ve burnu da artık iyice yere yakındı, hatta yere değmekteydi adeta. Serçe ise kabarmaya çalışıyor, göz kapaklarını açıp kapıyor, iyice sertleşen havada artık kaderine razı olacakları bekliyor bir haldeydi. Ne uçacak, ne de kaçacak takati kalmamıştı. Kendisine doğru yaklaşan beyaz kediye aldırmadan donmanın ne demek olduğunu yaşamaktaydı. Bir adım daha yaklaşıp üzerine atlamalıyım diye düşünerek ön sağ ayağını ileri doğru atmak üzereyken bir anda beyaz bir kedi ortaya çıktı ve serçeyi dişleriyle kaptığı gibi hızla uzaklaştı. Gördükleri karşısında şok olmuştu. Nereden çıkmıştı şimdi o beyaz afet. Ön sağ ayağı halen havada, serçenin az önce durduğu o boş alana bakmaktaydı hala.
Yavaşça doğruldu, serçe iyice iştahını açmıştı. Artık soğuk değildi ilk problemi. Karnını doyurmalıydı. Yan tarafta ki çöp bidonlarına bir kez daha yöneldi. Yaklaşık bir saat önce de bakmıştı içlerine ama ya birileri bir şeyler daha attılarsa. Yok hayır, bu da nafile, aynı görüntü yine. Birden aklına köşede ki kocaman kapıdan çıkan sevimli kız geldi. Hep onu kucağına alır, başını sürekli okşar, dakikalarca sever, mutlaka da yiyecek bir şeyler verirdi. Gidip orada beklemeye karar verdi ve kapıya geldiğinde bir köşeye kıvrıldı. “Bu soğukta ne kadar yatabilirsin ki burada?”. Şaşkınlıkla başını kaldırdı, az önce yemeğini elinden alan beyaz afet karşısında duruyordu. “Sen de nerden çıktın. O benim yemeğimdi”. “ ne diyorsun sen. Anlamıyorum, hangi yemek”. “Az önce yemeğimi çaldın sen, o kuşa bir adım kalmıştım”. “Hah, av avlayanındır ufaklık. O adımı erken atan kazanır avı. Hem sen nerdeydin ki? Ben görmedim seni”. “O kocaman sıcaklığın altındaydım”. “Araba demek istiyorsun. İnsanların içine girince bağırmaya başlayarak kaçan şey. Altındaydın demek”.
O sırada kar yağmaya başlamıştı. Gökten dökülen beyazlıklar her yere konmaktaydı. Bir tanesi havada süzüle süzüle gelip tekirin burnuna kondu. Gözleri bununa doğru çevrilmiş tekiri gören beyazlık bastı kahkahayı bu şaşkın surat karşısında. “Hahay, sen ilk kez mi kar görüyorsun”. “Kar mı?”. Burnuna konan kar tanesinin erimesiyle burnunda kalan bir damla suyu diliyle yokladığında hoşuna gitti. “Evet kar dedim budala. Soğuklar başlayıp da açıkta uyuyamayacağım kadar artınca anlarım kar yağacağını. Bu da yağmur gibi sudur aslında ama insanları çok korkutur. Kutulara bıraktıkları şeylerin arasında ki yiyecekler donar, yenmez, fareler dışarı çıkmaz ve bizlere tek kalan yiyecek halsiz düşen kuşlar ile bazı güzel insanların bir takım yerlere bıraktıkları o kuru ama güzel kokulu şeylerdir”. Anlamaya çalışıyordu ama bu kar denen şeyi galiba sevmişti. Öyle düşünüyordu. “Hadi gel, seni evime götüreyim, orada yiyecek de var, üşümeyiz de”. “Evine mi? Ev ne demek? Nasıl orada yiyecek olabilir ki?” Bir taraftan ilerlemekteydiler. Beyazlık başını kibirle arkaya çevirdi gözlerini kendini beğenmiş bir edayla kapatarak; “hıh, evime tabi, ne o yoksa sen beni kendin gibi sokaklarda yaşayan bir kedi mi zannettin”. Birden hatırladı, yazın insanların yaşadığı o büyük kayalardan birinde bir kedi görmüştü. Büyük bir camın ardına oturmuş dışarıya bakıyordu. O zaman bazı kedilerin insanlarla beraber yaşadıklarını anlamış ve o tatlı kız kendisine eliyle tuhaf işaretler yapıp sevimli sesler çıkartarak baktığında güvenip onun yanına gitmişti. Demek bu beyaz bebek de bir kocaman kayada yaşıyordu. Oysa ki tanıdığı bütün kediler kendisi gibi sokaklarda yaşayıp, orda burda uyumaktaydı. Ev nedir öğrenecekti az sonra.
Kocaman bir kayanın önüne geldiler. İnsanların yaşadıklarındandı . Büyük kapıya baktı önce beyazlık, sonra da yan tarafa yöneldi ve kırık olan bir bodrum penceresinden içeriye süzüldü. Tekir de etrafına bakındı ve pencereye gelip kafasını uzattı, gözleri karanlığa alışınca da biraz aşağıda beyaz afeti gördü. “Ne bekliyorsun, gelsene aşağıya”. Bir ayağını pencereden içeriye sokup pervaza koydu ve kafasını iyice eğip aşağıyı kontrol etti. “Hadi ama, amma ödlekmişsin”. Kafasını dikkatlice kaldırıp aşağıya baktı ve bir hamlede aşağıya iniverdi.
Beyazlığı karanlıkta takip etti ve içinde kuru yem olan kocaman bir kabın başına geldiler. Az ötede de bir kap dolusu su vardı. Burnunu uzattı ön ayakları üzerinde alçalarak ve kokladı. Sonra beyaza döndü baktı. “Ye hadi. Bitse bile yenisini koyuyorlar, merak etme”. Neredeyse patlayıncaya kadar yemişti. Yalana yalana uyuyacak bir yer aradı. Beyaz bir köşeye kıvrılmış iyice derin uyumaktaydı. Yanına sokuldu ve o da kıvrılıverdi oraya.
Uzunca uyumuşlardı ki birden ışık yandı. Beyaz hafifçe gözlerini aralayarak merdivenlere baktı ve birden irkilerek ayağa fırladı. Gelenler apartmanın haylaz çocuklarıydı. Hiç sevmezlerdi onu. Büyük bir hızla kaçarak camdan dışarıya çıktı. Tekir ise ne olduğunu anlamamış öylece bakmaktaydı mahmur gözlerle. “Çabuk kaç hadi, gel buraya” diye seslendi beyaz. “Ne oluyor yahu, nedir bu telaş, bunlar kim”. Derken birden kendini iki elin arasında buldu. “Off, çok geç” diye mırıldandı beyaz kendince. “Bunlar benim burada olmamı istemeyenler, bana hep eziyet etmek isterler ama sadece bir kez yakalandım onlara. Seni uyarmalıydım, özür dilerim”. “Ne özrü yahu, baksana seviyorlar beni”. “Budala”.
O sırada tekiri kucağında tutan çocuk huylanmasın diye onun kafasını okşamaktaydı. Diğeri ise kuyruğuna bir ip bağlamakla meşguldü. İpin sonunda iki konserve tenekesi vardı tabi ki. Son düğüm sıkıca atılınca kuyruğuna, büyük bir acı ile bağırdı ve çocuğun kucağından kurtulup yere atladı ama ardından gelen büyük ses onu iyice ürkütmüştü. Koşmaya başladı, hem de büyük bir hızla, çünkü o koştukça ses şiddetleniyor ve kuyruğundan sanki birisi çekiyordu. Bodrum katında iki tur attıktan sonra beyazın bulunduğu kırık cama yöneldi ama kuyruğunda ki tenekeler sıçrayışını olumsuz kılmıştı. Beyaz çaresizlik içinde izlerken çocuklarda büyük bir keyifle kahkahalar atmaktaydılar. Koşarken merdivenleri fark etti ve oraya yöneldi, bir çırpıda bitirdiği merdivenlerin ardından apartman girişine ulaşmıştı ki birden dışarıda gördüğü o kocaman kapının içinde olduğunu anladı ve kapı içeriye giren iki kişi tarafından açılmıştı. Yukarıdan aşağıya doğru teneke seslerini duyarak inenlerden de ürkerek kapıdan dışarıya çıkmak için hamlesini yaptı ve kapanmakta olan kapının arasından insanların şaşkın bakışları altında koşarak çıktı ancak kapanan kapının aralığına sığmayan tenekeler kapının ardında kalmıştı. O kapının dışında, tenekeler içeride, düğüm kuyruğunda, acılı sesi kulaklarda bir haldeyken bir el ensesine yapıştı ve onu hafifçe yukarı kaldırdı. Hareketsiz kalmıştı acılar içinde bir anda. Sonra bir başka el kuyruğunu biraz daha acıttı ve yere yumuşak bir iniş yaptı. Kuyruğunun hafiflediğini fark ederek büyük bir hızla oradan uzaklaştı ama ortamın çok değiştiğini de anlıyordu koştukça. Her yer bembeyaz olmuştu. Suyu hiç sevmeyen patileri sırılsıklam kalmıştı ve sığınacak bir yer bulmalıydı. Bir ağaca tırmandı ve emniyette olduğunu hissettiği anda durdu. Ağaca tırmanırken dallarda biriken karlar yere dökülmüştü. Yoğun yağan kar her yeri olduğu gibi onu da beyaz bir örtü ile örtmeye başlamıştı. Bir müddet hiçbir şey düşünemez halde orada durdu ve sonra yavaşça aşağıya indi. Bir arabanın altına sığındı ve beyaz afeti düşündü. Evi olmak ne demek öğrenmişti artık. Yemek bol, acı çok tuhaf bir hayat. Böyle iyi diye düşündü. Biraz uyku ve sonra ver elini yemekhane, yani çöplük.
YAZARLAR
Yayınlanma: 17 Kasım 2018 - 12:47
Tekirle Beyaz
İlkbahar’da dünyaya geldiği için ilk kışını yaşamaktaydı
YAZARLAR
17 Kasım 2018 - 12:47
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir