Ocak başında, hastalanmış torununa bakan nineler, ocaklığa iki çürük ağaç kökü daha dayayıp nesillerinin devamına biraz daha masal yedirirler. Gerçekle düş birbirine karıştığında hiç mi hiç bocalamaz toprak insanları. Yiyecekler küpten, çuvaldan, ambardan çıkarılır ya, çoğu yazdan biriktirilmiş tahıl ya da turşudur. Sırf bundan hayatlarını da biriktirir toprak insanları. Zamanı geldiğinde kullanmak için. Yaşamayıp çalışarak geçirdikleri anlarını zamanı gelip de fıçıdan çıkarmak istediklerinde, çoğunlukla vakit geç olmuştur. Turşunun ne eski tazeliği kalmıştır ne de tadı. Bu yüzden toprak nineleri torunlarına bolca nasihat ederler ‘dişiniz keserken yiyin’ diye. ‘Yiyip geğirin, içip bağırın, s...p kanırın’ diye her şeyi zamanında yaşa mealinde öğütler verirler. Tekerleme şekline getirirler ki dilden dile dolaşsın.
Toprağın tavı gelir. Çift, çubuk sürülür. Dikeyine sürülen tarlanın sürülemeyen baş tarafını enine sürerler, adına da yastıklama derler. Hep yorgun, hep uykulu, hep çalışma halindelerdir çünkü. Hep bir şehre kız ver hali ve özlemi olur bu insanların. Öteki, lüks hayatların şehirde olduğu öğretilmiştir eskiden beri. Şehirden gelen süslü insanlardan, seyrettikleri açık hava sinemalarından öğrenmişlerdir bunu. Artistlerin hep aynı, film konularının farklı olmasını da yadırgamazlar. Çünkü her şeylerini bildikleri aynı insanlarla bir ömür yaşarlar. Bütün turşuları, biraları, şarapları keşfeden hep ‘şimdi saklayalım sonra yeriz’ diyen toprak insanlarıdır. Sakladıkları yerde çokça kalan tahılları, üzümleri kıtlık zamanı bozulduğunu düşünseler bile yemek içmek durumunda kalmışlar, sonunda da doğa tarafından hafif çakır keyif hale getirilip ödüllendirilmişlerdir. Bu tatlara çokça düşkün olanlar işlerini boşlayınca iktidardakiler ‘haram’ dese de toprak insanları ‘her şey zehirdir önemli olan dozudur’ sözünü bilirler. Coğrafya bir kaderdir belki. Belki de şairler sadece doğduğu yerin şarkılarını güftelerler. Ama toprak insanlarının çocuklarının bağı ayrık otu gibidir. Her meyve soyduklarında veya sebze ayıkladıklarında ‘köyde olsaydık bu artanlar ziyan olmaz, hayvanlara verirdik' deyip hayıflanmaktan geri durmazlar. Bir de elle tutulup gözle görülmez soyut bağlar vardır ki onu bir toprak çocuğu olan ben bile diyemem.
Toprağın tavı gelir. Çift, çubuk sürülür. Dikeyine sürülen tarlanın sürülemeyen baş tarafını enine sürerler, adına da yastıklama derler. Hep yorgun, hep uykulu, hep çalışma halindelerdir çünkü. Hep bir şehre kız ver hali ve özlemi olur bu insanların. Öteki, lüks hayatların şehirde olduğu öğretilmiştir eskiden beri. Şehirden gelen süslü insanlardan, seyrettikleri açık hava sinemalarından öğrenmişlerdir bunu. Artistlerin hep aynı, film konularının farklı olmasını da yadırgamazlar. Çünkü her şeylerini bildikleri aynı insanlarla bir ömür yaşarlar. Bütün turşuları, biraları, şarapları keşfeden hep ‘şimdi saklayalım sonra yeriz’ diyen toprak insanlarıdır. Sakladıkları yerde çokça kalan tahılları, üzümleri kıtlık zamanı bozulduğunu düşünseler bile yemek içmek durumunda kalmışlar, sonunda da doğa tarafından hafif çakır keyif hale getirilip ödüllendirilmişlerdir. Bu tatlara çokça düşkün olanlar işlerini boşlayınca iktidardakiler ‘haram’ dese de toprak insanları ‘her şey zehirdir önemli olan dozudur’ sözünü bilirler. Coğrafya bir kaderdir belki. Belki de şairler sadece doğduğu yerin şarkılarını güftelerler. Ama toprak insanlarının çocuklarının bağı ayrık otu gibidir. Her meyve soyduklarında veya sebze ayıkladıklarında ‘köyde olsaydık bu artanlar ziyan olmaz, hayvanlara verirdik' deyip hayıflanmaktan geri durmazlar. Bir de elle tutulup gözle görülmez soyut bağlar vardır ki onu bir toprak çocuğu olan ben bile diyemem.