Babamdan kalan evraklara bir göz attım bugün. Eski defterler, yazılar, resmi evraklar falan. Babamın yazısını gördüm bir kez daha, hatırladım, hüzünlendim. Babam sağ çok şükür ama on sekiz yıldır felç ile mücadele ediyor. Eli kalem tutmuyor artık. O yüzden sanırım el yazısını unuttuk O’nun. Oysa ki ne güzel bir yazısı bir vardı. Tıpkı tüm yazmayı bilen eski insanlar gibi. El yazısı dediğimiz sağa eğik ve birleşik harfler. Hepsi bir boy ve standart. Çizgisiz kâğıt üzerinde cetvelle yazılmış gibi, dümdüz. Estetik her yönüyle ortada. 1938 yılının ikinci ayında doğmuş babam. Ortaokul seviyesinden mezun olarak çalışma hayatına atılmış. İzmir’in Çeşme ilçesinde doğmuş ama öğrenim hayatı İstanbul Kasımpaşa’da geçmiş. Yani ortaokul düzeyinde edinmiş o güzel el yazısını.
Bizim öğrencilik yıllarımızda da vardı bu işin dersi. Dil Bilgisi ve Güzel Yazı adı altında Türkçe dersinden ayrı okutulurdu. Divit uçlarımız, hokkalarımız, mürekkep kurutucularımız, güzel yazı defterlerimiz ile derse girer ve aynı babam gibi yazmaya çalışırdık. Ev ödevleri verilirdi pratik yapalım diye ve sınıf geçme notu o ev ödevlerini yazılı da bir kez daha sınıf içinde yaparak verilirdi. Bizlerin de el yazısı fena sayılmaz hani.
Şimdi ki gençlere bakıyorum, yaşı şöyle otuz civarında olanlara bakıyorum, çocuklara bakıyorum da; hani yazmak için karalama yapıyorlar sanki. Standart dışı karalamalar, kargacık burgacık harfler. Öylesine yani. Eğitimin bu alanda kalktığını öğrendim sorup soruşturunca. Artık çocuklarımız güzel yazmasa da olur diye düşünmüş olsalar gerek büyük eğitimcilerimiz. Süper zekalı çalışmalarına bir yenisini eklemişler anlayacağınız.
Çocuklarımızı bir alanda daha eğitemediğimizi farkına varmış oldum bu sayede. Oysa ki daha bir kaç sene önce bu ülkede Kürtçe eğitim gündeme geldi, Osmanlıca dersler gündeme geldi. Ne tuhaf ki; kendi dilini yazması konusunda eğitimden uzaklaştırılan eğitime açık beyinler başka dillere yöneltilmek isteniyor. İğrenç bir oyun olarak algılıyorum ben bu yapılanları. Benliğimizden uzaklaştırıldığımız, geçmişimize sırt döndüğümüz, geleneklerimize kapandığımız iğrenç bir oyun. Çocuklarımız ve gençlerimiz geçmişlerinden ve kültürlerinden uzaklaşsın diye oynana kocaman ve iğrenç bir oyun.
Emperyalist güçlerin asimilasyon çabaları sonuç vermeye başladı son yıllarda. Kola tüketimi, fastfood beslenme, hazır gıdaların market raflarında çabucak tükenmesi ile gıda terörü saldırısına uğradık ve ne yazık ki mağlup olduk. Marka kıyafetler, pahalı ve örf dışı giyim tarzı ile ecdadımızdan uzaklaştık. Hepimiz Amerikan Yanki’si gibi giyinmeye, onlar gibi abuk subuk espriler ile konuşmamızı süslemeye başladık. İngilizce ve Latince kelimeleri Türkçe’ye entegre etme çabası içine girdik ve başarılı da olduk. Artık öz Türkçe konuşan bir Uygur’lu, Azeri, Özbek falan gördüğümüz zaman konuştuğunu anlamakta zorluk çekiyoruz hatta ancak tarzanca anlaşabiliyoruz. Benliğimizi yitirdik resmen. Küfürlerle dolu filmler, çarpık ilişkilerin, mafya tarzının yüceltildiği diziler ile toplumsal yaşantımızda ki yozlaşmaya alıştık. Artık damadın baldızı ile kaçması normal geliyor bizlere ya da ailenin damadı ile gelini birlikte olurlarsa adına sevda deniyor, ailenin iki çocuğu olan abla kardeş kaderlerine razı oluyorlar. Türbanlıların namuslu, başı açıkların müsait kabul edildiği mahkemelerimizce alınana kararlar neticesinde adeta tescillendi. Küçük kız çocuğuna bir kentin en üst makamları aylarca sürekli tecavüz ettiler de mahkeme “rızası vardı” kararı verdi. Kızcağız halen seri ameliyatlarla sağlığına kavuşmaya çalışırken üstelik.
Babamın yazısına bakıyorum da; ne kadar da temizmiş o yıllar, insanlar yazdıkları önemsiz bir yazıya özen gösterecek kadar sükunet içinde yaşıyorlarmış bizlerin hayal bile edemeyeceği bir ruh hali içerisinde.
YAZARLAR
Yayınlanma: 17 Aralık 2018 - 14:59
Ufuk Cankaya yazdı... Geçmiş
Babamdan kalan evraklara bir göz attım bugün
YAZARLAR
17 Aralık 2018 - 14:59
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir